Müslüman Toplumlarda Rüya

İslam kültüründe rüya geleneği önemli bir yer tutmuştur.[31] Müslüman âlimler, rüyanın bilgi kaynağı olup olamayacağını, [32] rüyayla hadis rivayet edilip edilemeyeceğini vb. konuları tartışmışlardır. Bunun temel nedeni Hz. Muhammed’e vahyin sadık rüyalarla başlamış olması [33]ve Kurân-ı Kerîm’de de pek çok ayette rüya bahsinin geçmiş olmasıdır.[34]
İslâmî gelenekte Hz. Yakup en eski rüya yorumcusu olarak bilinmektedir. Oğlu Yusuf kendisine, rüyasında 11 yıldızla ayın secde ettiğini gördüğünü söyleyince, babası ona bu rüyayı kardeşlerine anlatmamasını, kendisine bir tuzak kurabileceklerini söylemi fakat Yusuf onu dinlememi ve başına gelen birtakım olaylardan sonra Mısır zindanına düşmüştür. Burada hem zindan arkadaşlarının rüyalarını hem de Mısır Azizinin, rüya yorumcularının çok karışık olduğunu iddia ederek yorumlamak istemedikleri rüyasını tabir etmiş ve bunların hepsi gerçek çıkmıştır.[35]
İslâm kaynaklarında da rüya ve rüya yorumculuğu hakkında bilgiler bulunmaktadır. Kurân’da, Enfal, Yusuf, İsrâ, Sâffât ve Fetih sûrelerinde çeşitli rüyalar anlatıl-makta ve bu rüyalarla ilgili yorumlar yer almaktadır. Hz. Muhammed’in hadislerinde, rüyalar, rüya-yı sâdıka ve rüya-yı kâzîbe olmak üzere ikiye ayrılır. Hz. Muhammed’in rüyaları rüya-yı sâdıkadır. Rüyayı gören kişi, gördüğü rüyayı severse anlatmalı ve Allah’a şükretmelidir. Eğer rüya kötüyse şeytandandır ve anlatılmamalıdır. Kötü bir rüya gören kişi, Allah’a sığınmalıdır.[29]
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Yusuf Sûresi’nin 44. âyetini izah ederken uykuda görülen her şeyin rüya olmadığını şöyle ifade eder:
“Rüyadan bahsedilirken şu 2 kelimenin hakikatte farklı olduğu unutulmamalıdır: rüya ve hulüm. Rüya tek başına enfüsî bir olay değildir. Onun altında, girilip deşilecek ve özüne vakıf olunabilecek hakiki ve gizli bir mânâ yatmaktadır. Hulüm ise hiç anlamı olmayan boş bir vehim ve hayâlden ibârettir. Demek ki gerçek dilinde rüya sadık olanların adıdır, yalan olanlarına da hulüm denilmelidir. Rüya, yalnızca uyku hâline bağımlı bir olay değildir. Uyanıkken, özellikle karanlık bir yerde ya da gözler yumulmuş olarak bir dalgınlık hâlinde de bir sinema şeridi gibi görünen birtakım örnekler ve manzaralar meydana gelebilir ki bunlar sıradan hatıralar hayâller gibi sönük ve bulanık değildir; net ve açık seçiktir ve görülenler tıpkı bir rüya gibi ya da bazı hâllerde aynen tabir ve tevil edildikleri gibi, daha sonra da tahakkuk ederler. Rüya, gerek uykuda gerek uyanıkken belli bir gerçeğin, soyut olarak bir örnek âleminden ruha görünmesidir”[36]
Tasavvuftaysa rüya ve rüya sembolleri, bireysel mevki yükseltme, karizmatik kişiliğin pekiştirilmesi, yaşayan ya da ölmüş kişilerle iletişim kurma, bir tarikatın ya da cemaatin propaganda araçları olarak kullanılmakta; rüyalar, bu amaçlar doğrultusunda yorumlanmaktadır. Rüyalar, bir tarikata girmede, bir tarikat liderine bağlanmada ya da mevcut bağlılığın pekişme-sinde yol gösterici olmaktadır. Tarikat liderleri üyelerine, yaşarken olduğu gibi öldükten sonra da rüya yoluyla hükmedebilmektedirler. Diğer taraftan tarikat liderleri, rüya yorumculuğu konusunda, tarikat üyeleri tarafından otorite kabul edilmektedir[29]
Rüyalar, mutasavvıflar tarafından sadık rüyalar ve nefsanî rüyalar olmak  üzere 2 grupta değerlendirildiği gibi Allah’tan, melekten, şeytandan olanlar  diye üçe de ayrılır. Azizüddin Nefesî’ye göre rüyaların çeşitleri şunlardır:  “Semavî melekler insanların gönlüne bir şey ilka ederler. Bu hâl uyanıklık anında olursa adı ilhâmdır, uykuda olursa rüyadır. Semavî melekler gökten yere inip şekle büründükleri ve peygambere göründükleri vakit, Allah’ın sözünü onlara iletirse, adı vahiydir. Kimi peygamberlere vahiy, daima uyku hâlinde gelmiştir. Hz. Muhammed’e vahiy ilk altı ayda daima uykuda gelmiştir. Bundan dolayı sadık rüya peygamberliğin 46 cüzünden biri olarak değerlendirilmiştir.[7]