Tüm Türkler Kemalist mi?
Birkaç hafta önce bir Türk arkadaşımla öğle yemeği yiyordum, kendisi en iyi şekilde bu ülkedeki yeni seçkinlerin tipik örneği diye nitelenebilir: Dindar, iyi eğitimli, kendinden emin, kültürel açıdan muhafazakâr ama ekonomik açıdan liberal. Hep AKP’ye oy vermiş ama sohbetimiz sırasında partinin politikaları ve Başbakan’ın davranışlarından giderek artan rahatsızlığını dile getirdi.
Kendisinden bir izah istediğimde, bana ‘‘Unutma, biz Türkler, hepimiz alttan alta Kemalist’iz.’’ dedi. Şaşkın şaşkın bakınca, ne demek istediğine açıklık getirdi. On yıllardır Cumhuriyet’in kurucusunun ilkelerine dayalı eğitimden geçtikten sonra, kendilerini asla Kemalizm ile tanımlamayıp büyük ihtimalle muhafazakâr diye niteleyen Türkler bile, toplum ve siyasete yönelik belli bir anlayışa yakalanıyor. Bu anlayışa göre otoriter eğilimli liderler ilerleme ve gelişmenin ön şartı kabul ediliyor. Arkadaşım, son dönemde AKP liderlerinin sergilediği patronluk taslayan tavırlardan hiç hazzetmese de, bu hallerine hiç şaşmamış. Ona göre, 80 yıllık beyin yıkamadan sonra olup olacağı bu.
Geçen hafta Başbakan Erdoğan’ın Muhteşem Yüzyıl dizisini kınamasına yönelik İhsan Dağı’nın isabetli eleştirisini okurken, aklıma arkadaşım geldi. Dağı’ya göre, “Hastalık Kemalistlerden muhafazakârlara geçmiş gibi: Halkın yapması gereken tercihleri onlar yapıyor. (…) Kemalistler demokrasiyi sevmezdi. Halkın hükümete ‘doğru’ insanları getirmeyeceğinden korkarlardı, elbette ‘doğru’ insanlar Kemalistlerin kendisiydi. Şimdi de muhafazakârlar ‘tercih özgürlüğünü’ sevmiyor, zira halkın ‘doğru ahlakî değerleri’ seçmeyeceğinden korkuyor, dolayısıyla ahlakı –kendi savundukları ahlakı- vazediyorlar.’’ Dağı, devlet aygıtını kullanarak yeni bir toplum yaratma eğilimi aleyhinde düşündüklerini güçlü ve ikna edici şekilde söylüyor. Bu ‘toplum mühendisliği’ girişimlerini kabul edilemez buluyor, çünkü demokrasi değil otoriter hükümet biçimi doğuruyor.
Benzer bir savı, bu hafta Amerikan Dış İlişkiler Konseyi’nden Steven A. Cook ortaya koydu. Tek farkla ki, Cook Türkiye’den değil, Mısır’dan bahsediyordu. Cumhurbaşkanı Mursi’nin kendisine her türlü yargı kontrolünün üzerinde mutlak yetki bahşetme ve Müslüman Kardeşler’in (MK) tahakkümünde hazırlanan yeni anayasa taslağını alelacele referanduma götürme kararı üzerine Mısır siyasetinin kilitlenmesine izah getirmeye çalışıyordu. Cook’a göre ‘‘1952’de iktidara gelip Cemal Abdül Nasır, Enver Sedat, Hüsnü Mübarek’i üreten Hür Subaylar gibi, MK de, Yale Üniversitesi antropoloğu James Scott’un tabiriyle ‘yüksek modernist’. (…) Kendilerini, Mısır’ı yeniden inşa etmeye tek başına ehil öncü kuvvet sanıyorlar ve bunun sonu gözükmeyen bir modernleşme seferberliği gerektirdiğini fark ediyorlar.’’ Scott’un bakış açısından, ‘yüksek modernizm’, insan yaşamlarının nasıl düzenleneceğini yerel halktan daha iyi bildiklerini tahayyül eden yetkililerin dayattığı elitist bir ideoloji. Bu modernleştiriciler laik de olabilir dinci de. Cook, MK’nin siyasî gündemini ilerletmek için dini kullandığını düşünüyor. Selefi Mübarek gibi Mursi’nin de, halkın kendisiyle partisine farklı düşünenleri kaale almadan yönetme yetkisi verdiğine inanmasından korkuyor.
Görünüşte radikal biçimde farklı arka plan ve ideolojileri olan siyasî aktörlerin eylemleri ve tutumları için ortak kökenler bulmaya yönelik tüm bu çabaları okumak ilginç oluyor. Lakin ele alınan her toplumun derin, yapısal karakteristiklerinin kişisel tercihler ya da değişen şartlardan bağımsız standart politikalar üretmesine yönelik tarihin statik bir yorumuyla kalakalma tehlikesi de var.
Erdoğan ve Mursi’nin hem selefleri hem de ideolojik karşıtları olan Atatürk ve Nasır gibi hareket etmeye meyletmelerinin bir tesadüf olmadığı, uzun zamandır sistemleşmiş siyasî kültürlerin sonucu olduğu konusunda Dağlı, Cook ve arkadaşımla hemfikirim. Aynı zamanda toplumların gelişebileceğine, geçmiş hatalarından ders çıkarabileceğine ve derinlere kök salmış uygulamaları değiştirebileceğine inanıyorum.
Pek çok Türk’ün artık oturmuş, kemikleşmiş Kemalist refleksleri var kesinlikle. Bu kötü alışkanlıklardan kurtulmak için en az bir neslin geçmesi gerekecek. Mısır’da muhtemelen iki neslin…
Geçen hafta Başbakan Erdoğan’ın Muhteşem Yüzyıl dizisini kınamasına yönelik İhsan Dağı’nın isabetli eleştirisini okurken, aklıma arkadaşım geldi. Dağı’ya göre, “Hastalık Kemalistlerden muhafazakârlara geçmiş gibi: Halkın yapması gereken tercihleri onlar yapıyor. (…) Kemalistler demokrasiyi sevmezdi. Halkın hükümete ‘doğru’ insanları getirmeyeceğinden korkarlardı, elbette ‘doğru’ insanlar Kemalistlerin kendisiydi. Şimdi de muhafazakârlar ‘tercih özgürlüğünü’ sevmiyor, zira halkın ‘doğru ahlakî değerleri’ seçmeyeceğinden korkuyor, dolayısıyla ahlakı –kendi savundukları ahlakı- vazediyorlar.’’ Dağı, devlet aygıtını kullanarak yeni bir toplum yaratma eğilimi aleyhinde düşündüklerini güçlü ve ikna edici şekilde söylüyor. Bu ‘toplum mühendisliği’ girişimlerini kabul edilemez buluyor, çünkü demokrasi değil otoriter hükümet biçimi doğuruyor.
Benzer bir savı, bu hafta Amerikan Dış İlişkiler Konseyi’nden Steven A. Cook ortaya koydu. Tek farkla ki, Cook Türkiye’den değil, Mısır’dan bahsediyordu. Cumhurbaşkanı Mursi’nin kendisine her türlü yargı kontrolünün üzerinde mutlak yetki bahşetme ve Müslüman Kardeşler’in (MK) tahakkümünde hazırlanan yeni anayasa taslağını alelacele referanduma götürme kararı üzerine Mısır siyasetinin kilitlenmesine izah getirmeye çalışıyordu. Cook’a göre ‘‘1952’de iktidara gelip Cemal Abdül Nasır, Enver Sedat, Hüsnü Mübarek’i üreten Hür Subaylar gibi, MK de, Yale Üniversitesi antropoloğu James Scott’un tabiriyle ‘yüksek modernist’. (…) Kendilerini, Mısır’ı yeniden inşa etmeye tek başına ehil öncü kuvvet sanıyorlar ve bunun sonu gözükmeyen bir modernleşme seferberliği gerektirdiğini fark ediyorlar.’’ Scott’un bakış açısından, ‘yüksek modernizm’, insan yaşamlarının nasıl düzenleneceğini yerel halktan daha iyi bildiklerini tahayyül eden yetkililerin dayattığı elitist bir ideoloji. Bu modernleştiriciler laik de olabilir dinci de. Cook, MK’nin siyasî gündemini ilerletmek için dini kullandığını düşünüyor. Selefi Mübarek gibi Mursi’nin de, halkın kendisiyle partisine farklı düşünenleri kaale almadan yönetme yetkisi verdiğine inanmasından korkuyor.
Görünüşte radikal biçimde farklı arka plan ve ideolojileri olan siyasî aktörlerin eylemleri ve tutumları için ortak kökenler bulmaya yönelik tüm bu çabaları okumak ilginç oluyor. Lakin ele alınan her toplumun derin, yapısal karakteristiklerinin kişisel tercihler ya da değişen şartlardan bağımsız standart politikalar üretmesine yönelik tarihin statik bir yorumuyla kalakalma tehlikesi de var.
Erdoğan ve Mursi’nin hem selefleri hem de ideolojik karşıtları olan Atatürk ve Nasır gibi hareket etmeye meyletmelerinin bir tesadüf olmadığı, uzun zamandır sistemleşmiş siyasî kültürlerin sonucu olduğu konusunda Dağlı, Cook ve arkadaşımla hemfikirim. Aynı zamanda toplumların gelişebileceğine, geçmiş hatalarından ders çıkarabileceğine ve derinlere kök salmış uygulamaları değiştirebileceğine inanıyorum.
Pek çok Türk’ün artık oturmuş, kemikleşmiş Kemalist refleksleri var kesinlikle. Bu kötü alışkanlıklardan kurtulmak için en az bir neslin geçmesi gerekecek. Mısır’da muhtemelen iki neslin…

0Awesome Comments!