Şehzade Mustafa'nın Katli



Şehzade Mustafa'nın Katli
Mustafa Müftüoğlu

«Baba, Bak Evlâdına Neyi Revâ Görürler!..»

Yazımıza başlık yaptığımız "Baba, bak evlâdına neyi revâ görürler!.." feryadı, Kanuni'nin yiğit evlâdı Şehzâde Mustafa'ya aittir ve bu feryad, o yiğit şehzâdenin katli esnasında duyulmuştur. Şehzâde Mustafa'nın katli, Kanuni'nin "Nahcuvân Seferi" diye anılan 12. Sefer-i Hümayûbu esnâsında Konya Ereğlisi civârındaki Aktepe/Ak-öyük'te cereyan etmiş ve bu müthiş cinayet, millî bir facia olarak nesilden nesile bütün dehşetiyle söylenegelip unutulmamıştır.

Kanuni Sultan Süleyman'ın sekiz oğlundan Murad, Mahmud ve Abdullah, küçük yaşta ölmüş, sağ kalan beş oğlundan Şehzâde Mehmed ise 1543 yılında eceliyle vefât etmiştir. Diğer oğulları Mustafa, Selim, Bâyezid ve Cihangir'Le yegâne kızı Mihrimah Sultan arasında Şehzâde Mustafa, "veliahd"dır ve Şehzâde Mustafa, her hâliyle temayüz edip kendisini muhitine ve bilhassa askere pek sevdirmiştir. Ancak bu şehzâdelerin cümlesi Hürrem Sultan'dan doğduğu halde, Veliaht olan Şehzâde Mustafa, başka bir anadan, Gülbahar Hatun'dan dünyaya gelmiş ve işte bu hâl, o kıymetli şehzâdenin başını yemiştir.

Melanetleri başlı başına bir tetkik mevzuu olan Hürrem Sultan, Osmanlı sarayındaki "Kadınlar Saltanatı"nın kurucusudur. Batılı kaynakların "Roxelane" diye andığı bu kadın, Yavuz Sultan Selim Han'ın muhterem eşi Hafsa Hatun'un vefatından sonra kınalı parmaklarını devlet işlerine sokmaya başlamış, bu arada oğulları içinde en sevdiği Bâyezid'e taht yolu açabilmek için türlü karanlık işler peşine düşüp mel'anetinde muvaffak olarak Kanuni'nin en değerli evlâdı Şehzâde Mustafa'yı yok edebilmesini becermiştir. Şehzâde Mustafa'nın katlinde Hürrem Sultan'a, kızı Mihrimah Sultan'la Hırvat Rüstem Paşa âlet olmuş ve bunların çeşitli tertipleriyle Kanuni iğtal edilerek mâsum ve değerli bir şehzâdenin imhası temin olunmuştur.

Hürrem Sultan'a alet olan bu Hırvat Rüstem Paşa'nın nice ihanetlerine muhtelif vesilelerle temas ettik. Bilindiği gibi Kanuni, Hürrem Sutan'ın arzusu ile Mihrimah Sultan'ı bu Rüstem Paşa'ya vererek onu kendisine dâmâd edinmiş ve sonra da, tıpkı şu "Makbûl" ünvanlı Pargalı serserinin Vezir-i Azam olması gibi, mevcut usul ve ananeyi bir tarafa fırlatıp atarak Rüstem Paşa'yı Vezâtet-i uzma makâmına getirmekten çekinmemiş, böylece Hürrem Sultan'la tek kızı olan Mihrimah Sultan'ın arzularına yerine getirivermiştir. 8 sene, 11 ay, 8 gün sadâret makamında kalan Hırvat Rüstem Paşa, bu uzun müddet içinde tamamen Hürrem Sultan'la karısının arzuları istikametinde hareket etmiş ve bu hâliyle de ihanet bataklığı içinde yuvarlanıp durmuştur.

Sadâreti boyunca böyle ihanet bataklığı içinde yuvarlanıp duran Hırvat Rüstem Paşa, Veliah - Şehzâde Mustafa'nın yok edilerek taht yolunun Hürrem Sultan'ın oğullarından birine -bilhassa Bâyezid'e- açabilmesi için, kayınvalidesi ve karısı ile işbirliği etmiş ve böylece kurulan Hürrem Sultan - Mihrimah Sultan - Hırvat Rüstem Paşa üçlüsü, günün birinde Şehzâde Mustafa aleyhine tertiplenen oyunu sahneye koyarak Kanunî'ye arz etmiştir. Güya Şehzâde Mustafa'nın İran Şâhı Tahmasb'la gizli muhaberede bulunduğu, Şehzâde'nin Şâh'ın kızını akacağı ve Şah'a dâmâd olup Kanunî'yi devireceği, Veliah - Şehzâde Mustafa'ya bu hareketinde Tahmasb'ın yardım edeceği yolunda hazırlanan sahte muhabere evrâkı Kanunî'ye sunulduğunda, Pâdişah;

«Hâşâ ki, Mustafa Hân'um, bu küstahlığa cüret ide ve benüm hayâtumda böyle bir vaz'ı nâ-mâkûl istikâb ide! Bâzı müfsidler, kendüler mâil olduğu şehzâdeye mülk münhasır olsun diyü bühtân (iftira) iderler. Zinhâr, bu sözü bir dahi lisâna getürmeyün ve bu makûle mesâviye vücud virmeyün!..»

diyerek evvelâ bu oyuna gelmemiş; fakat sonraları Hürrem Sultan'la pek sevgili kızı Mihrimah Sultan'ın devamlı tahrikleri neticesinde yavaş yavaş fikrini değiştirmiş ve nihayet o günlerde cereyan eden İran'la alakalı bazı siyâsî olayların da tesiriyle oğlu Mustafa'nın ihanetine (!) inanıvermiştir.

Rüstem Paşa denilen hain, Şehzâde Mustafa aleyhine tertiplenen bu oyunu o derece ustalıkla sahneye koymuş ve bu yolda öylesine gayret sarfetmiştir ki, Kanunî'nin dört seneye yakın bir zamandan beri sefere çıkmayışını dahi istismar etmesini bilmiş ve (tarihçi) Hammer'in iddiasına göre, Kanunî'ye müracaatla, Yeniçerilerin Şehzâde Mustafa'ya karşı duydukları aşırı muhabbetten ve asker arasında;

«Pâdişah, ziyade ihtiyarlığı cihetiyle bizzat düşman üstüne gidemiyor, Şehzâdenin (Veliaht Mustafa'nın) pâdişahlığına Vezir-i Azam Rüstem Paşa'dan gayri ibir mâni yoktur. Rüstem'in başını kesmek ve ihtiyâr pâdişahı (Kanunî'yi) Dimetoka'ya göndermek ise kolaydır.»

tarzında konuşmaların alıp yürüdüğünü (!) bildirip, Kanunî'yi öz evlâdı aleyhine bu yolda da tahrik etmesini başarmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman'ı "Nahcuvân Seferi" diye anılan 12. Sefer-i Hümâyûn'a çıkaran sebeplerden biri, iste bu Hırvat Rüstem Paşa ile Hürrem Sultan'ın ve kızı Mihrimah Sultan'ın işbirliği edip Veliahd-Şehzâde Mustafa aleyhine hazırladıkları bir oyundur.

Kanunî, evvelâ ihânetine (!) inandığı oğlunu imhâ etmek, sonra da Şah Tahmasb'a haddini bildirmek üzere 28 AAğustos 1553 Pazartesi gecesi İstanbul'dan hareketle 8 Eylül'de Bursa Yenişehiri'ne varmış ve burada Orduy-ı Hümâyûna katılan Karaman Sancakbeyi Şehzâde Bâyazid'i "Saltanat Muhafızı" olarak Edirne'ye göndermiştir. 21 Eylül günü Bolvadin'e ulaşan ve eyalet askeri ile buraya gelen Manisa Valisi Şehzâde Selim'i yanına alıp 5 Ekim Perşembe günü, Konya Ereğlisi civarındaki Aktepe/Ak-öyük'te konaklamıştır.

O yıllarda Amasya Valisi olan Veliahd-Şehzâde Mustafa, Anadolu tımarlı sipahilerinden kurulu ordusu başında 6 Kasım 1553 günü Ak-öyük'e gelmiş ve büyük tezahüratla karşılanmıştır. İşte, ne olduysa o gün olmuş ve güzergâh boyunca toplanan askerlerin; "Maaşallah", "Allah seni korusun" duları ve coşkun sevgi tezahürleri arasında ilerleyip babasına yakın bir mahalle otağını kurduran Şehzâde Mustafa, Vezrlerle Beylerbeylerinin ziyaretlerini kabülden sonra babasının elini öpmek üzere Kanunî'nin otağına gitmiş; fakat çadırı boş bulan talihsiz Şehzâde, şaşkın şaşkın etrafına bakınırken üzerine atılan yedi dilsiz tarafından şehîd edilmiştir.

Derler ki; Şehzâde Mustafa'yı boğan bu yedi dilsiz, şu "Makbûl" ünvanlı Pargalı serseriyi Topkapı Sarayı'nda boğan dilsizlerdir. Ancak Şehzâde Mustafa'nın imhâsı, pek kolay olmamış, güçlü-kuvvetli olan Şehzâde, dilsizlerle uzun müddet mücâdele etmiş ve zavallı Şehzâde, bu arada;

«Baba! Bak, evlâdına neyi revâ görürler!»

diyerek babasını imdâda dahi çağırmıştır. Şehzâde ile dilsizler arasındaki müthiş mücâdelenin uzadığı anda ortaya çıkan "Zâl Mahmud" denilen bir alçak, mâsum Şehzâdenin kollarını tutmak sûretiyle boğulmasına yardım etmiş ve Veliahd-Şehzâde Mustafa, böylece babasının emriyle 38 yaşında şehîd edilmiştir.

Başta da kaydettiğimiz gibi, herkes tarafından sevilen ve bilhassa asker arasında itibârı pek büyük olan Şehzâde Mustafa'nın şehâdeti duyulur duyulmaz ordu safları birden karışmış;

«Zâlimler, cezâlarını görmelidirler!»

«Böyle bir Şehzâdeye kıyan kâtiller nerde?»

«Ah bu Hırvat, âh bu hâin vezir!»

«Rüstem Paşa, zâlimlerin başıdır!»


feryadları arasında Hırvat Rüstem Paşa'ya gâliz küfürler savrulmuş ve matem alameti olarak öğle yemeğini yemeyen asker, Rüstem Paşa'yı öldürmek üzere çadırına hücûm etmişse de, hâin vezir-i âzâmı bulamamış, çadırı yakılıp tahrip edilen o hâin, yine Kanunî'nin himayesiyle ölümden kurtulmuş ve hemen Mühr-i Hümâyûn, Hırvat Rüstem Paşa'dan alınarak Tımışvâr Fâtihi Kara Ahmed Paşa'ya verilmiştir.

O devirde Hürrem Sultan'la Rüstem Paşa'nın ve karısı Mihrimah Sultan'ın hakimiyyet derecesine bakınız ki, Vezâret-i uzmâ makâmına getirilen Kara Ahmed Paşa, Rüstem Paşa'nın yerine Vezir-i Azam olmakla, onun dayandığı "Kadınlar Partisi"nin şerrine uğramaktan çekinmiş ve bu sebeple Tımışvâr Fâtihi Kara Ahmed Paşa gibi bir zât, sadâreti kabûl etmemiş, bilâhare Kanunî'nin kendisini azletmeyeceğine dair söz vermesi üzerine kabûle mecbûr olmuştur.

Ordu tarafından pek sevilen Tımışvar Fatihi Kara Ahmed Paşa'nın bütün nüfûzunu kullanarak askeri yatıştırmasına rağmen, müthiş cinayet sona ermemiş; Şehzâde Mustafa'nın şehâdetinden sonra Amasya'da bulunan oğlu Mehmed de dedesinin emriyle anasının kucağından alınıp idâm olunmuş ve böylece Şehzâde Mustafa meselesi halledilip (!) ileride doğacak bir kan davası da önlenmiştir.



Böylesine müthiş bir oyunla şehîd edilen mâsûm Şehzâde Mustafa'nın cenaze namazı, Ordugâhta bulunan Kazaskerlerin de iştirâkiyle Ereğli'de kılınmış ve Kanunî'nin emriyle tabutu Bursa'ya naklolunup Muradiye'deki İkinci Murad Türbesi civarına defnedimiştir.

Şehzâde Mustafa'nın şehâdeti, yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da büyük akisler uyandırmış ve Kanunî'nin Nahcuvân Seferine katılan Taşlıcalı Yahya Bey merhum, yazdığı meşhûr mersiye ile o millî fâciâyı edebiyat tarihimize mal etmiştir. Okuyalım bu mersiyeden birkaç mısra;

«Meded meded bu cihânın yıkıldı bir yânı
Ecel celâlileri aldı Mustafa Hân-ı
Dolundu mihr-i cemâli bozuldu erkânı
Vebâle koydular âl ile Al-i Osman'ı

Yalancının o kuru bühtânı, buğz-ı pinhânı
Akıtdı yaşımızı yakdı nâr-ı hicrânı

N'olaydı görmeye idi bu mâcerâyı
Yazıklar âne ki revâ gördü bu re'yi gözüm
Nesim-i subh gibi yerde koyma âhımızı
Hakaret eylediler nesl-i pâdişâhımızı

Bunun gibi işi kim gördü kim işitdi aceb
Ki oğluna kıya bir server-i Ömer-meşreb?
İlâhî cennet-i firdevs âna durağ olsun
Nizâm-ı âlem olan padişah sağ olsun»


Şehzâde Mustafa'nın şahâdetini mteâkip Kanunî, Halep'e hareketle o yılın kış mevsimini bu şehirde geçirmiş, Pâdişahın en küçük oğlu Şehzâde Cihangir, ağabeyinin katline dayanamayıp 23 yaşında Halep'te vefât etmiş ve İstanbul'a getirilerek Şehzâde Mehmed'in türbesine gömülmüştür. Hırvat Rüstem Paşa denilen bu melûn ise Şehzâde Mustafa'nın katlinin kendi eseri olduğunu Venedik Büyükelçisi Domenico Trevisano'ya itiraf etmesine rağmen, o müthiş cinayetten iki yıl sonra tekrar Vezir-i Azam olabilmiş ve bu kâtil, bu defaki ikinci sadâretinde yukarıdaki meşhûr mersiyenin sahibi Taşlıcalı Yahya Bey'i "nizam-ı â'lem için" idâm ettirmenin çarelerini aramasına rağmen, melânetinde muvaffak olamamıştır. Hırvat Rüstem Paşa'Nın ikinci sadâreti, 5 yıl, 9 ay, 11 gün devam etmiş ve Devlet-i Aliyye'nin işleri, bu misüllü bir alçağın elinde kalmıştır.

Kanunî devri, yukarıda izahına çalıştığımız müdhiş cinayete benzer türlü karanlık işlerle doludur. İmparatorluğumuzda ilk çöküntü alametinin başladığı bu devir, herhalde hakkıyla tetkik edilmeli, devrin ihtişamiyle büyük fütûhata aldanıp alelâcele hüküm verilmemeli, bilhassa Pîrî Mehmed Paşa gibi muhterem bir zâtın işbaşından uzaklaştırılmasından sonra devlet idâresine hâkim olan gürûhun mel'ânetleri unutulmamalıdır! [1]
Kaynaklar

[1] Mustafa Müftüoğlu, "Yalan Söyleyen Tarih Utansın", Çile Yayınları, 3. baskı, İstanbul 1978, c.3, s.49-54.