Napolyon ve Voltaire ile İlgili Tarihi Yalanlar ve Yanlışlıklar
Yunis Halilov
Nahçıvan Devlet Universitesi
Sosyal-İdareetme ve Hukuk fakültesinin hukuk hocası
Bazen bir hukukçu olarak işimi-gücümü bırakıp da “tarihi hakikatleri yeniden araştırıp yazsam mı acaba?” diye düşünüyorum. Doğru, tarihçi değilim! Ama inanın bana elimi hangi tarihî bilgiye atsam (eğer buna bilgi demek mümkünse), hep tarihçilerin sıktıkları palavra ve yanlışlıklarla karşılaşıyorum. Yahu kardeşlerim, nedir bu tarihçilerden çektiğimiz!!! Bunların hiç mi vicdanı kalmamış! Tabi bu dediklerim bütün tarihçilere de ait edilmemeli. Düşünüyorum, düşünüyorum, “bazı tarihçiler mi aptal, yoksa insanları mı aptal yerine koyuyorlar?” sorusuna cevap bulamıyorum. Kusura bakmayın kızdığım için. Bu yakınlarda Türkiye'nin en çok ilgi çeken ve bunu hak eden Gizliilimler.tr.gg sitesinin ADMİNİ BÜYÜK İNSAN HOCAM Mehmet Akif beye “Tarihdeki yalanlar ve yanlışlıklar” isimli bir yazımı yolladım. Sağ olsun Mehmet Akif hocam, o yazıyı sitede yayınlamaktadır. O yazıyı okuyanlar arasında bana hak verenler olmuştur mutlaka..
Şimdi sizlerle Napolyon'la ilgili gerçek gibi yutturulan yalanlar ve yanlışlıklar hakkındaki görüşlerimi paylaşayım:
Napolyon'la İlgili Tarihi Yalanlar ve Yanlışlıklar
- Otopsi yapıldıktan sonra Napolyon'un boyunun bir metre elli beş santim olduğu ortaya çıktı ve buna esaslanan tüm tarihçiler, birbirinden kopyalayarak Napolyon'un kısa boylu olmasını her yerde boy-boy yazdılar. Tamam, Napolyon'un bir metre elli beş santim olmasına bir sözüm yok. Ama “hangi ölçüye göre?” diye bir durup düşünen oldu mu? Evet oldu! Ben Bu ölçü, o zamanların pieds de roi (kral ayağı) denilen bir ölçü sistemine göredir. Bu da günümüz ölçüsünde bir altmış beşin biraz üstünde.. Bak, gördünüz mü, Napolyon'un boyunu nasıl 10 santim büyütdük!
- Napolyon'un elini ceketinin içine soktuğu o meşhur pozu düşünün. Bu, insanları büyülemiş ve tabi tarihçi arkadaşlar tarafından hemen bu hareketin ilginç psikolojik teşhislerinin kitap sayfalarına aktarılmasına neden olmuştur. Bu, yanlış bir görüştür. Napolyon'un bu pozunun nedeni psikolojik değil, bedensel olmuştur. Malumdur ki, o, tüm hayatı boyunca çok sert mide ağrıları çekmiştir ve babası gibi mide hastalığından vefat etmiştir. Napolyon elini midesine bastırarak bu ağrını bir ölçüde azalttığını düşünüyordu.
- Napolyon'un Josephine'yle evliliği, “dünyanın en büyük aşk hikayesi” olarak tanıtılıyor. Halbuki Napolyon, Josephin'le siyâsî nedenlerden dolayı evlenmiştir. Kendisi ikinci sınıf bir Korsikalı olarak, yönetici seçkinlerin çevrelerine girebilmek için kadının yardımına ihtiyacı vardı. Hepsi bu! Doğru, zamanla ona aşık olmuştur, ama Josephine kendisine bir varis veremeyince, onu boşayıp başkasıyla evlenmesi de bir gerçek! Al sana dünyanın en büyük aşk hikayesi Ayrıca Napolyon, Josephine'ye güvenmezdi ve bazıları, bunda haklı olduğunu düşünüyorlar. Örneğin Napolyon Mısır seferine gittiğinde, Josephine'nin en azı iki erkekle ilişkisi olmuştur. Al sana sadakat! Ancak Napolyon gizlice boynuzlandığını fark ettirmezdi
- Rus kışlarının acımasızlığı öylesine iyi bilinir ki (Hitler'in Stalingrat yenilgisini hatırlayınız), Napolyon'un 1812 yılının kışındaki yenilgisi aksi kabul edilmeyecek bir şeymiş gibi gösteriliyor tarihçi efendiler tarafından. İnsanlar onun neden yenildiğini değil, neden böyle bir istilaya giriştiğini, askeri vahşi soğuk kışın çarpışma zorunda bırakacak kadar neden yola geç çıktığını sorar dururlar...
Aslında 1812 senesinin kışı Rusya'da epey yumuşak geçmiştir. İnanmayanlar internette kısa bir araştırma yapsınlar. O tarihe ışınlanalım bir anlık. Ordu, Moskova'yı 19 Ekim'de terk etmişti. İlk don, 30 ekimden sonra başlamıştır. Ayrıca ısının çok düşük olduğu tarih, ancak 12 Kasımdır ve bu o zaman bile geçici olmuştur. Kasım sonlarında nehirlerde bir erime de görülmüştür. Demek ki, 26 Kasım'daki ünlü Beresina geçişinin o kadar öldürücü olmasının nedeni buzların çözülmüş olmasıydı. Napolyon, kaçmaları için bir köprü inşa edene kadar Fransız askerleri bir kıyıda sıkışıp kalmışlardı. Kış ısısının sıfırın altına düşmesi, ancak 4 Aralık'ta olmuştu.
Şimdi tarihçilerin Napolyon'un yenilgisini Rus kışına bağlamasının nedeni, Napolyon'un başarısızlıktaki sorumluluğunu azaltmak için bunu yapmış olmasındadır. Al sana Napolyon'u seven tarihçilerin tarihi hakikatleri sahteleştirmesi olayı! Neyse. Ordu, kış soğukları başlamadan çok önce çözülmüştü. Napolyon, Moskova'yı 100 bine yakın askerle terk etmişti. 12 Kasım'da ısının iyice düşmeye başladığı zaman, koskoca ordudan sadece 41 bin kişi kalmıştı. 59 bin asker, neden eriyip yok olmuştu? Tarihçilerin yutturduğu gibi askerleri kırıp geçiren kış soğuğu değil, hastalıktı. Doğru, kış askerleri zayıf salmıştı, ama abartmayalım arkadaşlar, soğuk öldürücü olmamıştır. Örnek vermek gerekirse, bir kaç on yıl önce George Washington'un askerleri çok daha soğuk havadan sağ çıkabilmişlerdir.
Napolyon'un Moskova'dan ille de ayrılacaksa, bunu soğuk havaların başlamasından önce yapması gerekirdi. Ancak asıl hatası, yola geç çıkmak değil, Moskova'yı terk etmeye karar vermek olmuştur. Biyografi yazarı Vincent Cronin, Napolyon'un Moskova'da kalabileceği fikrindedir. Rusların çoğunun boşalttığı Moskova, güvenliydi, bol miktarda yiyecek stoku vardı ve ilkbaharda Çarın ordularını kesin olarak yenebilirdi. Onu büyük bir lider yapan iş bitirmekteki aceleciliği herhalde Rusya'da en büyük yanılgısına neden olmuştur.
Tarihçilerin keşiflerinin en garibi de ordusunun soğuktan olduğu kadar, sıcaktan da zarar gördüğüdür. 1812 yılında Rusya'da yaz öyle sıcak geçmişti ki, on binlerce Fransız askeri, sıcaktan ve güneş çarpmasından ölmüştü. Ancak büyük orduyu sonunda yenilgiye uğratan ne sıcak, ne de ki soğuk olmuştur. Tarihçi David Chandler bu konuda en büyük etkenin ordunun sayısı olduğunu söylemektedir. Başlangıçta 650 bin kişilik olan ordu düşman toprağına sokulmayacak kadar büyüktü ve Napolyon'un askerlerini gerektiği gibi doyuramamasına ve ikmal yapamamasına neden olmuştur.
Napolyon'la ilgili tarihi yalanlar ve yanlışlıklar hakta çok şeyler yazabilirim. Ama sanırım bu kadarı bile yeterli ki, bir çok tarihi olayların bize yanlış anlatılmasını gözler önüne serim.
Yorumlar yapabilirsiniz. Ama tarihçi arkadaşlar, yanlış anlamasınlar. Bütün tarihçileri buraya katmadığımı bir daha beyan ediyorum. Bu arada Türkçe'mi de baya ilerlettiğimin farkındayım
Voltaire'yle ilgili tarihi yalanlar ve yanlışlıklar
Artık tarihçilerin palavra, yalan ve yanlışlıklarından bıktım! Boğazıma kadar geldi! Yeter be! Artık kendime bile inanmayacağım. Yahu, bilseydim tarihçi olurdum ve hakikatleri yüzeye çıkarmakla ömrümü başa vururdum. Bir kaç gün önce gizliilimler.tr.gg sitesine Voltaire'den bir ifade yazmıştım. Şimdi araştırıyorum da onun değilmiş! Neyse, Voltaire'yle ilgili tarih yalanlarından bir kaçına göz atalım:
İlk olarak bu yakınlarda gizliilimler.tr.gg sitesine yazdığım ve Voltaire tarafından söylendiğine masumca inandığım, aslında ise ona ait olmayan bir ifadeyle başlayalım: Hani Voltaire'nin şu meşhur sözü vardı ya: “Söylediğinizi onaylamıyorum, ama bunu söyleme hakkınızı ölene kadar savunacağım”. İşte bu ifade, Voltaire'nin değilmiş. Bu ifade, XX yüzyıl uydurmasıymış. Uyduran da 1907'de basılan bir kitabında bunu yazan Beatrice Hall'dır. Takma adı ise S.G.Tallentyre'dir. Hall, bu sözleri Voltaire'nin söylediğini değil, böyle bir şey söyleyebileceğini yazmıştır. Ama kuşkusuz olarak bu ayrıntının farkına varmak istenilmemiş mi ne. Ondan sonradır ki; Voltaire, hep bu ifadeyle anılır olmuştur. Var mı böyle bir şey!
Son zamanlarda Voltaire'nin bu sözü gerçekten söylemiş olduğu iddia edilmiştir. Ashley Montagu, bunu Leo Rosten'den duyduğunu söylüyor. Rosten ise Norbert Guterman'ın bir kitabında okumuş olduğunu söylemişti. Guterman, bu ifadeyi Voltaire'nin 6 Şubat 1770'de Louis Henri Leriche'ye gönderdiği bir mektupta gördüğünü yazmıştır. Ancak söz konusu mektupta bu ünlü ifade yer almamıştır. Nerden mi biliyoruz? Mektubun kopyasını elde edip öğrendik de ondan! Hani Voltaire'nin diğer meşhur ifadesi olan “Tanrı, her zaman kalabalık olan ordudan yanadır” deyişi vardı ya, işte o ifade de öyle söylenmemiş. Aslında mektupta Voltaire şöyle yazmakta: “Tanrının her zaman kalabalık ordudan yana olduğu söylenir”.
Düşünüyorum da, yeniden tarihçi mi olayım, yoksa tercüman olarak bir ikinci yüksek tahsil mi alayım yeniden?! Neyse.. Artık tarih okumayacağıma söz veriyorum!!!!!!!
0Awesome Comments!