Balamir (Balamber)




Balamir (Balamber)

Balamir (Balamber), adı bilinen ilk Batı Hun Türk hükümdarıdır (IV. yüzyılın ikinci yarısı).[1] Balamir, Oğuzlar'ın atasıdır. İsmi, "Balam-ber" yani oğul veren ya da çocuk veren anlamına gelir. Çiçi Yabgu'nun dokuzuncu, Mete Han'ın 15. göbekten torunu, Hun hakanı Haylundur kabilesinin de reisiydi.[2]

Kuzey Hun Devleti'nin yıkılmasının ardından dağılan ve batıya çekilen Hunlar, Ural Nehri ve İdil Nehri arasına yerleşmişlerdir. Ardından Hunlar, bu bölgedeki Türk boylarını egemenlikleri altına almıştır. 4. yüzyılın ortalarında Aral Gölü ile Hazar Denizi'nin kuzeyindeki Alan ülkesini ele geçirdikten sonra, 374 yılında Balamir komutasında İdil Nehri kıyılarında görünmüşler, Karadeniz'in kuzeyindeki düzlüklerde yaşayan Ostrogotları ve Vizigotları yenilgiye uğratmışlardır. 375 yılında Ostrogotlar ve Vizigotlar, Hunların saldırılarından dolayı batıya doğru yönelmişlerdir. Böylece Kavimler Göçü başlamıştır.[3]

Balamir, Acımasız bir hükümdardı. 10 tümen askeri vardı. (Bugünkü 100 bin asker civarı). Hun başbuğu Balamir idaresindeki büyük taarruz, önce Doğu Gotlarına çarptı ve bu devleti yıktı (374) Doğu ve Batı Gotları ortadan kaldırdı. Hun topraklarını genişletti. Kafkasların kuzeyinde yaşayan Alanları, Volga-Don bölgesindeki Sarmat ve İskitleri buyruğu altına aldı. Daha sonra Doğu Got İmparatorluğuyla savaştı ve onları yendi (373-374 arası). Kafkasların kuzeyinde yaşayan Alanları, Volga-Don bölgesindeki Sarmat ve İskitleri buyruğu altına aldı. Hun topraklarını genişletti. Dayanacak gücü kalmayan Got kralı Ermanarik, intihar etti.

Balamir, düşmana çok iyi davrandı. Memleketlerinde kalmalarına izin verdi. Kendilerine kral seçmelerini istedi. Yeni kral Vithimir, Doğu Got İmparatorluğunu eski haline getirmek için çalıştı. Komşu kavimlere saldırdı. Balamir, buna engel oldu. Vithimir öldürüldü. Halkı ise Batı Gotlara sığındı. Fakat bir gece ay ışığında nehri geçen Balamir, Gotları bastı ve bozguna uğrattı. Volga'dan, Aşağı Tuna'ya uzanan bir Hun İmparatorluğu kurdu.[1][2]

Balamir'den sonra 378 yılında Alypbi, Hun İmparatoru olmuştur. 378 yılında Hunlar, Tuna Nehri'ni geçmişler ve Trakya'ya kadar ilerlemişlerdir. Hunlar, Trakya'ya kadar ilerlemelerine rağmen Roma İmparatorluğu'ndan bir direniş görmemişlerdir. Hunlar'ın baskısı altındaki Barbar Kavimler, Roma İmparatorluğu'nu zorlamaya başlamışlardır. Roma İmparatoru I. Theodosius'un 17 Ocak 395 tarihinde ölmesi üzerine Hunlar tekrar harekete geçmişleridr. 395 yılında Hun orduları Balkanlar üzerinden Trakya'ya akın yapmışlardır. Yine aynı yıl Kafkasya'dan gelen Hunlar, bugün Lübnan'da bulunan Sur şehrinde, Şanlıurfa'da ve Antakya'da bir süre kalmışlar sonra tekrar Karadeniz'in kuzeyindeki topraklara dönmüşlerdir. Bu olay ile Türkler ilk defa Anadolu'ya gelmişlerdir.[3]

390 yılında Alypbi'den sonra başa geçen Balamir'in oğlu yada torunu olduğu sanılan Uldız döneminde ise Karpat dağlarını aşıp Macaristan'a girerek burada Avrupa Hun Devleti'ni kurdular. Avrupa Hun Devleti'nin dış politikası Uldız döneminde belirlenmiştir.Bu politikaya göre Bizans baskı altında tutulacak ve Germen kavimlerine karşı Batı Roma İmparatorluğu ile iş birliği yapılacaktır.[4]

Haylundurlar, Macaristan'dan Anadolu'ya gelip Karaman, Sivas ve Konya'ya yerleştiler. Tanrıya inanan bir kavimdi. Bu göç, MS. 560-600 yılları arasında gerçekleşti. Balamir'in bir hanımı, Gotlardan idi. Çocukları Almanya'da kaldı ve Baltıklar'a gitti.[2]

119
Günümüz / Azerbaycan'da Ermenilerin Yaptığı Katliamlar
« : Haziran 08, 2012, 12:27:43 ÖS »
Azerbaycan'da Ermenilerin Yaptığı Katliamlar

Belgeseli izlemekl için buraya tıkla.

120
Türkiye / Ayasofya'nın Hiç Bilinmeyen Adı
« : Haziran 08, 2012, 12:24:16 ÖS »


Ayasofya'nın Hiç Bilinmeyen Adı

Ayasofya'nın Osmanlı'nın kullandığı farklı bir adı olduğu, Fatih'in 66 metreyi bulan vakıfname yazdırdığı ortaya çıktı. İşte Prof. Akgündüz'ün 20 bin belgeyi inceleyerek ulaştığı bilgiler:

Ayasofya'yı ilk kez ayrıntılı olarak anlatan Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, yapının gerçek adınınsa İstanbul'un fethini simgeleyen Fethiye Camii olduğunu söyledi. Başta Fener Rum Patriği olmak üzere dünya Ortodokslarının birgün âyin yapabilme hayaliyle yaşadığı ve halen müze olarak hizmet halen Ayasofya'nın Osmanlı'daki adının Fethiye Camii olduğu ortaya çıktı. Son günlerde ibadete açıldığı haberiyle gündeme gelen Ayasofya Camii'nin yüzlerce yıllık tarihini ilk kez ayrıntılı olarak kitap haline getiren Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü ve Hukuk Tarihçisi Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, camiye bu ismin İstanbul'un fethinin bir simgesi olması için verildiğini söyledi. Akgündüz,“Böylece Ayasofya Müslümanlaştırılmış, Türkleştirilmiştir. Bu, sonsuza kadar böyle gidecektir.” dedi.

Bazı tarihçilerin Osmanlı'da Ayasofya ile ilgili olarak 3, 4 belgeden başka bir şeyin olmadığını söylediklerini dile getiren Akgündüz, kitabı hazırlarken 20 binden fazla belgeye rastladıklarını belirtti. Bu belgelerden en önemlisinin ise İstanbul'u fetheden Fatih Sultan Mehmed'in Ayasofya'nın hizmetini düzenleyen ve uzunluğu 66 metreyi bulan vakıfname olduğunu söyledi. Fatih'in ceylan derisine yazdırdığı vakıfnamenin 5 metrelik bölümünün 1950'li yıllarda yurt dışına sergi için götürüldüğünü ve bir daha dönmediğini dile getiren Akgündüz, kalanının ise Tapu-Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyud-ı Kadime Arşivi'nde bulunduğunu söyledi.

%70'i Türk Ayasofya'nın 1850'den beri özellikle Rusya ile paylaşılamayan bir yapı olduğunu dile getiren Akgündüz, “Batı bu konuda ısrarcı ve arzuludur. Yunanistan'da Ayasofya ile ilgili bilimsel çalışmalara çok büyük maddi yardımlar yapılıyor. Amerika'da ise Bizans Enstitüsü bu konuda yoğun bir çalışma içerisinde. Bizde ise bu tip çalışmalar yurtdışında yapılanları çevirmekten öteye gitmiyor.” dedi. Çalışmalarını Doç. Dr. Said Öztürk ve Yaşar Baş ile “Kiliseden Müzeye Ayasofya” adıyla kitap haline getiren Akgündüz, Ayasofya Camii'nin %70'inin de Türkler tarafından yapıldığını veya elden geçirildiğine dikkat çekti.
Vakıf Yasası'na dikkat

Yeni Vakıflar Yasası'nın, cemaat vakıflarına mülk edinme imkânı veren, geçici 9. maddesinin çok tehlikeli olduğunu dile getiren Akgündüz, “Çünkü Osmanlı da dahil olmak üzere 600 sene boyunca hiçbir kilise veya sinagog üzerine mal verilmemiştir. Verildi diyenler yalan söylerler. Ancak fakir bir papaz veya haham üzerinden vakıf olabilirlerdi.” dedi.

Vakıfların minare oyunu

“Aslı kilisedir. Öyle kalmalıdır” demenin daha önce Bizans'a ait olan İstanbul'u Hıristiyanlara vermekten hiçbir farkı olmadığına dikkat çeken ve yurtdışındaki vakıfların “Ayasofya'ya özgürlük” diye bir internet sitesi yaptıklarını belirten Akgündüz, “Bakıyorsunuz fotoğraflarda Ayasofya'nın bütün minarelerini kesmişler, minyatürlerini kullanmışlar. Niyet orayı geri almak” dedi.

Atatürk imzaladı

Akgündüz, “Ayasofya'nın 1934'te müze olması için verilen Bakanlar Kurulu Kararı'nın altında Atatürk'e ait olan imzanın sahte olduğu söyleniyor. Araştırmalar sırasında gördük ki Atatürk, Ayasofya müze olduktan sonra ziyaret etmiş ve şeref defterini de imzalamış.” dedi.

Osmanlı Araştırma Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Ahmed Akgündüz'ün kitabı, OSMANLI ARAŞTIRMALARI VAKFI tarafından yayınlandı.

KAYNAK BELİRTİLMELİ