Sümer Kraliçesi Puabi



Sümer Kraliçesi Puabi

Eng. Sumerian queen Pu-abi

Puabi, Birinci Ur Hanedanı döneminde yaşayan ve hükümdarlar arasında önemli statüye sahip olan Sümer kadın. İngiliz arkeolog Leonard Woolley'in keşfettiği 16 kraliyet mezarının en mükemmeli Puabi'ye aittir.[1][2]

[Çevrilmeyi bekleyen metin:] Pu-Abi (Akkadian lit. "Word of my father") was an important personage in the Sumerian city of Ur who lived about 2600-2500 BCE, during the First Dynasty of Ur. While she is normally labeled as a "queen", that title is somewhat in dispute.

Puabi, known in Sumerian as Shubad, was identified by several cylinder seals in her tomb. These seals indicate that she was a "nin" – a Sumerian word which can denote a queen or a priestess.

What is known about Puabi is that, although she was an important figure among the non-Semitic Sumerians, she was in fact an Akkadian. This indicates a very high degree of cultural exchange and influence between the ancient Sumerians and their Semitic neighbors.[3]

Kraliçe Puabi için yapılan cenaze töreni oldukça dikkat çekicidir. Çeşitli kaynaklarda bu törenle ilgili bilgiler aktarılmıştır. Kraliçenin ölü bedeninin eşsiz bir ihtişamla süslendiği vücudunun üst kısmının altın ve gümüşten boncuklarla ve lacivert taşı kırmızı akik Kadıköy taşı babakoru gibi kıymetli taşlardan incilerle bezenmiş bir örtüyle örtüldüğü; örtünün aşağısındaki püsküllerin yine aynı taşlardan yontulmuş incilerden yapıldığı aktarılmıştır. Ayrıca kraliçenin başına ağır bir peruk onun üstüne de taç yaprakları mavi ve beyaz ağır kakmalarla bezenmiş som altın çiçeklerden gürgen ve söğüt yapraklarından bir başlık takıldığı da görülmüştür. Kulaklarını süsleyen küpelerde ölünün yanı başına konulmuş mücevherlerde iğnelerde ve ihtişamlı başlıklarda altının 1 parıldadığı söylenmiştir.[4]



Kraliçenin Cenaze Töreni

Kraliçe Puabi'nin öbür dünya yolculuğunda, yani korkunç Tanrıça Ereşkigal'ın hükmettiği yeraltı dünyasına göçerken, beraberinde gelenlerin hepsi onun mezarına kapatılmışlar. Tüten kandiller, olay yerine ışık veriyor ve ölüyle hizmetçilerinin başlıklarını pırıldatıyor. Arka ayakları üzerine dikilmiş iki keçi, efsane kahramanı Gılgamış'ın boş yere aradığı sonsuz hayatı veren simgesel ağaca dayanıyorlar. İki hayvanın vücutlarının mavi kısımları, lacivert taşından yapılmış. Sümerler bu taşı aramak için Orta Asya'ya veya Sina'ya giderlerdi.

Ur şehrinin beyaz evleriyle kırmızı tuğlalı surlarının ötesinde, güneş, boz renkli kumun hareketleriyle alçalıp yükselen ufka iniyor. Sarıya çalan dalgalarını şehrin duvarlarına çarpan Fırat üzerinde, siteyi çepçevre saran kanallarda ulaşım durmuş. Sadece açıktan, kuzeydeki efsanevî Uruk'tan ya da kudretli Larsa'dan gelip, Sümer krallığının en eski kentlerinden biri olan Eridu'nun yer aldığı denizkulaklarına giden birkaç yuvarlak kayık geçiyor. Diğer bazı kayıklar da,- Aşağı denize, bugünkü Basra körfezine açılarak, şehirlerdeki soyluların gösterişli hayatı için zorunlu altın, fildişi ve nadir ürünler diyarı Magan'ın ve Melukka'nın esrarlı bölgelerine ulaşacaklar. Öğle sonrasının bu saatinde, başka zamanlar cıvıl cıvıl olan daracık sokaklardan, ara sıra, uzun etekli, başında bir testiyle hızlı hızlı ilerleyen bir kadının silueti, gölge gibi süzülüp geçiyor. Şehrin bu kadar cansız görünmesinin nedeni, halkın kutsal avluda, kral mezarlığının yanında toplanmış olmasıydı: genç Kraliçe Puabi, evvelki gün öldü. Onu kocasının mezarı yanında hazırlanan kabre gömecekler. Cenaze alayı, nöbetçilerin engellediği kalabalık sıraların arasından ağır ağır ilerliyor. Nöbetçiler başlarına deriden yapılma ve bir kayışla çeneye tutturulan sivri başlıklar giymişler. Göğsü kopçalı, ön tarafı yarı açık uzun harmanilerinin altından, sivri püskülleri dizlere kadar dökülen etekleri görünüyor; sağ ellerinde, eğik vaziyette bir mızrak tutuyorlar. Alayın başında müzisyenler yürüyor; kimi kitarasının tellerine vuruyor, kimi gerilmiş deriden yapılmış ve düşey vaziyette tuttuğu kocaman davulunu dövüyor. Arkalarından gelen rahibelerin yaslı şarkılarını vurguluyorlar. Keçi postundan yapılma ve dizlerin altına kadar inen uzun etekler (kaunakesler) giymiş tapınak hizmetçileri, Tanrıya sunulacak bağışları, şarap kaplarını ve kutsal sürülerin çobanları tarafından güdülen boğa ve keçileri kurban etmekte kullanılacak bakır nacakları taşıyorlar.

Kraliçenin cenazesi, iki eşeğin çektiği bir arabaya yatırılmış. Ölü, kraliçelik mevkiinin gerektirdiği eşsiz bir ihtişamla süslenmiş: vücudunun üst kısmını altın ve gümüşten boncuklarla ve lâcivert taşı, kırmızı akik, Kadıköy taşı, babakoru gibi kıymetli taşlardan incilerle bezenmiş bir örtüyle örtmüşler; örtünün aşağısındaki püsküller, yine aynı taşlardan yontulmuş incilerden yapılma. Başına ağır bir peruk, onun üstüne de taç yaprakları mavi ve beyaz kakmalarla bezenmiş som altın çiçeklerden, gürgen ve söğüt yapraklarından bir başlık takılmış. Alnının üzerine altın çemberler sarkıyor; perukasının lülelerine de ağır burma halkalar dolanmış. Her yerde altın pırıldıyor: kulaklarını süsleyen küpelerde, ölünün yanı başına konulmuş mücevherlerde, iğnelerde ve ihtişamlı başlıklarda...[5]



Puabi'nin Son Yolculuğu

Arabanın hemen arkasında, göz kamaştırıcı elbiseler giymiş iki nedime yürüyor; onları da yine saraydan on kadın izliyor. Silâhlı muhafızlar ve uşaklar, mezarında ölüyle birlikte kalacak hazineleri taşıyorlar. Alay, göğsünü bağrını parçalayan, çığlık çığlığa bağırıp ağlayan ağıtçılarla son buluyor. Mezarın girişine yakın bir yerde, cenaze alayı duruyor. Âyinler tamamlandıktan ve öküzlerle keçiler, rahiplerin nacakları altında can verdikten sonra, mezara, Sümerlerin inancına göre, ölülerin yedi kapıdan girdiği öbür dünyanın ön odasına iniş başlıyor.Güçlü kuvvetli iki adam, arabanın üzerine yerleştirilmiş ve kraliçenin yatmakta olduğu kereveti kavradılar; cenaze şarkılarının eşliğinde, yeraltına giden yokuşu iniyorlar. Uzun bir dehlizi geçerek, küçük boyutlu kral odasına ulaşıyorlar. Buraya daha önce çeşitli eşyalar ve özellikle, ölünün giysileriyle dolu ağır bir sandık getirilmişti: zira ölüler, öbür dünyada da giyinir ve yiyip içerler. Kerevet, yere; altın, gümüş, bakır ve taştan yapılmış kap kaçağın, gümüş tablaların ve lambaların, nadir kavkıların ve kozmetik olarak kullanılacak yeşil, beyaz, kırmızı ve siyah boyalarla dolu altın ve gümüş çanakların ortasına bırakıldı. İki nedime de yeraltı mezarına girdiler; saltanatlı bir şekilde süslenmiş araba ile kurban edilen eşeklerin Ölüleri ve kıymetli kap kaçak da dehlize indirildi. On nedime dehlizde durdular. Diz çöküp ilâhi okuyorlar. İçlerinden biri onlara harpla eşlik ediyor. Eşeklerden sorumlu seyisler oturmuş, kraliçenin kerevetini taşıyan adamların çıkışını seyrediyorlar. Şu anda beş asker, salonun girişini tutuyor ve çıkışa engel oluyor. Kandiller yakıldı; herkes susmuş, dışardaki uğultulara karışan ilâhileri dinliyor.

Ve işte, boğuk gürültüler geliyor; bu, atılan toprak ve taş yığınının sesi: yukarıda, mezarı örtüyorlar. Ve bütün bu kadınlar, eşek seyisleri, askerler, kraliçenin son yolculuğunda, onunla birlikte olacaklar. Bu pek yakın ölüme karşı hiçbiri isyan etmiyor; hepsi de karanlıklar dünyasında kraliçenin ölümsüzlüğünü paylaşmaktan belki de mutluluk duyarak, vakarını koruyor. Az sonra, kandillerin titrek ışıklarını saçtığı salonlara, gün ışığı artık ulaşmaz oluyor. Bunun üzerine herkes sırayla dehlizin ortasındaki büyük leğene yaklaşarak, bir maşrapayı daldırıyor ve bir dikişte içiyor. Sonra her biri sessizce tekrar yerine dönüyor. Nedimeler diz çökmüşler, harp sesinin eşliğinde ilâhiler okumaya devam ediyorlar. Krallık odasında da diğer iki nedime, biri kraliçenin başucunda, öbürü de ayak-ucunda olmak üzere diz çökmüşler. Onlar da kendilerini acı çekmeden ölüme götürecek olan içkiyi altın kupalardan içtiler. İki kadın, başlarını kerevete eğmişler, kandillerin ölgün alevleriyle tuğla duvarlara yansıttığı garip gölgeleri seyrediyorlar. Askerler, görevlerinin gururu içinde dimdik duruyorlar. Onlar da kendilerini kadınların tekdüzeli ilâhilerine kaptırmışlar. Nihayet, yavaş yavaş, sesler zayıflıyor, harpın telleri üzerindeki parmaklar sürçüyor ve çalmayı bırakıyor. Harp çalan kadın, sesi hâlâ kubbede yankılanan sazıyla birlikte yere düşüyor. Son sesler, bir iç çekmeyle tükeniyor. Kandillerin solgun ışıkları, sonsuzluğa dek sönmeden önce, kısa bir süre daha, hafiften cızırdayarak oynaşmaya devam edecek.[6]



Puabi'nin Mezarı

Puabi'nin taştan yapılı mezar hücresi, derin bir şaftın tabanında inşa edilip, yine taştan yapılmış mezarı ile kapatılmıştır. Puabi'nin bedeni, lacivert lazuli taşlı, altın ve kırmızımsı akik boncuklarla süslü pelerinine sarıldıktan sonra, mezarın içinde bulunan tahta tabuta serilmiştir. Kafasında bulunan altın taçlı peruktan yanı sıra 3 kadın hizmetçisi de Puabi'ye eşlik edenler arasındadır. Bu hücrenin bitişiğinde bulunan "ölüm" çukuruna merhumun daha çok yer kaplayan eşyaları yerleştirilmiştir.[1][2]







Ölüm Çukurunda Bulunanlar

 1. Büyük kıyafet sandığı
 2. Kırmızı, beyaz ve mavi mozaiklerle donatılmış ve bir çift öküzün ardına bağlanmış, kızaklı savaş arabası
 3. Oyun tahtası
 4. İki adet süs lir
 5. Çukurun rampalı girişinde, bellerinde bakır hançerleri olan 5 erkek nöbetçi
 6. Savaş arabasının yakınında öküzlerin bakımı ile sorumlu 4 seyis
 7. Puabi'ye öteki dünyada eşlik edecek olan, iki sıraya serili 13 kadın hizmetçi
 8. Altın ve gümüş alaşımı su bardağı

İskeletlerin üzerinde yapılan incelemelerde şiddete maruz kaldıklarına dair hiçbir kanıta rastlanmamasına rağmen, uşakların isteyerek mi yoksa zehirlenerek veya boğularak mı öldürüldükleri henüz bilinmemektedir.[1][2]

Kaynaklar

[1] Scarre C, Fagan B M, Ancient Civilisations (Prentice Hall, 2003) 89. sayfa
[2] http://tr.wikipedia.org/wiki/Puabi
[3] http://en.wikipedia.org/wiki/Puabi
[4] www.fatihdernegi.org/simdiki-gunumuzde-hangi-uygarliklar-vardir-3593.html
[5] www.geocities.com/belgarathus999/sumer/sumer2.htm
[6] www.geocities.com/belgarathus999/sumer/sumer3.htm