Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri
Kral Arthur´u oluşturan sayısız ve sınırsız öykünün yarattığı bulmaca, yüzyıllardan beri nesilleri büyülüyor. Bu kez bir gizem araştırmacısı değil, aksine bir edebiyat uzmanı olan Grueme Fife, gerçek ötesi öykü ve romancılık çizgisinde, Kral Arthur´u ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri´ni izledi
Birçok insan, Kral Arthur´u soruyor. Gerçekten yaşadı mı? Nerede öldü ve yakıldı? Kutsal Kase neydi? Cevaplar, gerçeklerle tahminler arasında bir yerde. Tarihsel bir tanık var. Adı Artrus, Britanya Adası´nda görevli Romalı bir süvari subayı, Artrus 6. Yüzyıl´ın başlarında Saksonların saldırılarına karşı yapılan başarılı bir seferin başındaydı ama lejyonerlerin başarısı geçiciydi, Roma İmparatorluğu sonunda Britanya´dan çekildi. 410 yılında ise Alaric´in Vizigotları Roma´yı ele geçirecek ve Avrupa, putperest barbarlığa yenilecekti. Roma askerleri çekilirken, Artrus orada kalıyor ve diktatör taşralı yöneticilerden birisi olurken büyük ün kazanıyor ve bir halk kahramanı olarak söylencelerle bütünleşiyordu. Artrus´u çağdaş tarihçilerden Gildas, bu şekilde anlatıyordu.
Kollektif bir idealin yansıması
Saksonlar, Britanya´nın bir kısmını fethettikten sonra halkla bütünleştiler ve bölgeye "Angle Diyarı" adı verildi. Adanın bazı bölümlerini ve oralarda yaşayanları baskı altında tuttular. Bu bölgeler, Strathclyde, Cumberland, Galler ve Cornwall yaylalarıydı. Kelt topraklarında yaşayanlar ise Kanal bağımsızlıklarını korudular ve Saksonlar´la anlaşmayı reddettiler Özgürlüklerinin simgesi Kral Arthur´du ve onun anısını ebedileştirdiler ama bu anılar dağınık ve çok çeşitliydi. Masalcılar, genelde aynı tema çevresinde birleşen Arthur hakkındaki hikayeleri topladılar. Kısacası, Kelt-Roma karışımı bir kişilikten doğan Arthur doğuyordu. Manş Kanalı´nn her iki tarafında da güçlü bir adamın şatosuyla, canavarlarla ve devlerle çarpışan savaşçılarla ilgili hikayeler anlatılıyordu. Arthur adı, liderlik ve kahramanlıkla bütünleştirilmişti, kısacası o kaçınılmaz ve ideal bir kraldı.
Tarihle, miti karıştırdı
İlk önemli edebi yaklaşım, aşağı yukarı 1135 yıllarında Geoffrey Monmouth´un "Britanya Krallarının Tarihi" adlı kitabında dikkat çeker. Geoffrey´in kitabı tarihsel olmaktan öte bir masaldır. Kitap, Roma´dan sürgün edilen Truva soyundan gelen adaya kendi ismini veren Kral Brutus ile başlar ve bu kez Roma´ya sürgün edilen son Kelt Kralı Cadwalleder ile son bulur. Öykünün içinde Arthur´un saltanatı anlatılır. Aynı zamanda da, ünlü büyücü Merlin ve diğer şövalye karakterleri de görülür. Kitap, Normandiyalılar´ın konuştuğu Fransız lehçesine çevrilmişti, başka yazarlar bu kitabı taklit ettiler ve daha da geliştirdiler. Bugün, Britanya´nın özü olarak kabul edilen Orta Çağ edebiyatının temeli oluşmuştu: yani Kral Arthur ve onun Yuvarlak Masasının şövalyelerinin hikayesi... Geoffrey´in kitabının neden Normandiya lehçesine çevrildiği ilginçtir. 1066 yılında Normandiyalılar, İngiltere´yi işgal ettiler ve bir hanedan kurdular. Norman-Fransızcası konuşan bu krallar İngiltere tahtına oturarak, evlilik ve miras yoluyla Batı Fransa boyunca İskoçya´dan Pireneler´e kadar uzanan bir krallığa hükmettiler. Roma Kilisesi´ni destekleyen bu krallağın mitolojik temelinde Altın Çağ´ın ve Hristiyanlığın koruyucusu olarak söylencelerde yer alan Şövalye Arthur kişiliği vardı ve bu temel Geoffrey´in Arthur´u ile birleştirilince Kral Arthur miti Avrupa´laştırılmış oldu.
Orient etkilerin nedeni neydi?
Elbette ki bölgesel birleşme, kültürel değişimi de geliştirdi. Fransız şair Chretien de Troyes, 1170 yıllarında Arthur ile ilgili hikayeler yazmaya başladığında hem İrlanda hem de Gal dilindeki Kelt efsanelerinden, kahramanlık hikayelerinden, destansı Fransızca savaş türkülerinden söz ediyor ve gezerek anlatıyordu. Normandiyalılar, Fransa´nın geri kalan bölümüne hükmeden Viking asıllı İskandinav yağmacılarıdırlar ve Franklar olarak tanınırlar. 19. Yüzyıl Amerika´sının maceraperestleri onlar toplumsal değerlere saygı gösteriyorlardı. Meşrutiyete ve sosyal sınıflara ihtiyaçları vardı. Geoffrey´in kitabı eski Troya örneği bir soy yaratarak, Normandiyalı derebeylerini zorladı. Arthur, soylu Roma´dan gelen bir prensti ve tüm Keltik kahramanların cazibesine ve canlılığına sahipti. Normandiyalılar Arthur´u, hikaye anlatan kişilerden dinlemişlerdi. Ve Arthur da onlar gibi Saksonlardan nefret ediyordu. Arthur katı bir Hıristiyandı ve Kilise´ye hizmet ediyordu. Normandiyalılar ve Franklar yaklaşık iki yüzyıldan beri Haçlı Seferleri´ni başlatmışlardı. Haçlı Seferleri´ne katılan askerler Kutsal Topraklar´da gördükleri harikaların inanılmaz hikayelerini anlattılar. Kudüs, değerli taşlardan ve altından yapılmıştı. Aziz John´da Kutsal Kitap´ta böyle yazıyordu. Hazineler sonsuzdu, hikayelerin havasındaki parfüm kokuları, yerel manzaralar ve sesler şiirseldi. İşte Arthur´la ilgili hikayenin egzotik temeli şüphesiz Orta Doğu´ydu.
Ölümsüzlüğün simgesi
Tüm nesiller, geçmişin ve kaybolmuşluğun özlemini çekerler. Arthur´un sarayı olan Camelot Şatosu (ilk kez Chretien tarafından adlandırıldı) soylu ve ilahi bir kralın ve onun tarafından yönetilen mükemmel bir dünyevi krallığın rüyasıdır yani Orta Çağ yaşamının ütopyası veya özlemlenen yaşam biçimidir. Orta Çağ krallarından Aslan Yürekli Richard şöyle derdi "Üstün olmadığımı kabul eden bir sıradan biriyim, üstün olan Tanrı´dır" diyordu. Arthur kişiliği simgesel olarak dünyadaki en değerli Hristiyan kralıydı. Yaşayan tüm gerçek krallar onu taklit etmeye çalıştılar. Ayrıca Arthur seçkin bir savaşçı sınıfı temsil ediyordu. Arthur´la ilgili hikayelerin çok dinleyici toplamasının bir diğer nedeni entrika, seks ve aşktı, savaş alanlarının ve turnuvaların yanısıra, tül perdelerle örtülü yatak odaları ya da etrafına duvar örülmüş gizli bahçelerde yaşanan aşk ilişkileri anlatıları daha çekici bir hale getiriyordu. Burada, hayal kurma tekniği görülür ve temelde nostaljik bir efsane vardır. Ve dönüm noktası Arthur´un ölümsüzlüğüdür. Efsanelerde adı geçen Avalon ülkesinde yaralanır ve kendisini iyileştirir.
Kutsal Kaselerin dayanılmaz artışı
Orta Çağ´ın Katolik kilisesi, Arthur´un ölümsüzlüğünün putperestlik olarak tanımlamıştı. 1191 yılında Glastonbury Abbey´li keşişler. kazılar yaparak Arthur´la Kraliçesi Guinevre´ye ait olduğunu iddia ettikleri bazı kemikler çıkardılar (Bunlar keşfedilmiş birçok Arthur mezarlarının ilkiydi). Kutsal ve antik kalıntılar ticaret anlamına gelirdi. Benediktin tarikatının papaz üyeleri bu ünlü iskeletleri görmeye gelen turistlerden sağladıkları gelirden memnundular. Yanısıra, İsa´nın gerildiği kutsal haçın ve işkence edilirken kullanılan kamçının parçaları vardı. Öylesine inanılmaz parçalar ortaya çıkarılıyordu ki; örneğin son akşam yemeğinde Hz. İsa´nın kullandığı kase vardı. Buna karşın Kayseri Katedrali´ndeki din görevlileri Hz. İsa´nın kullandığı Kutsal Kase´ye daha sonra Hz. Muhammed´in kanının doldurulduğunu ve kasenin daha sonra bir asker tarafından çalınarak kendi kiliselerine bağışlandığı iddiasındaydılar. Başkaları kaseyi sihirli bir taş olarak tanımlıyordu. Glastonbury keşişleri kendilerinde olduğunu söyledikleri Kutsal Kase´yi asla göstermediler. Çünkü onlara göre Kase, manevi aydınlatmanın simgesiydi, eğer onu gizli tutarlarsa daha fazla para sağlayacaklarını biliyorlardı. Kısacası sırlar gizemi büyütüyor ve kazanç getiriyordu.
Modern Arthur´lar Hollywood´dan doğdu
Arthur, her nesil tarafından tekrar keşfedilmiştir. Modern macera romanı yazarları, Kelt kökenli Romalı-Britanyalı Arthur´u tercih ederler. Hitler kendisinin, bir Grail şövalyesi olarak resmini yaptırmıştı. Hollywood, Arthur´a daha da modern örnekler oluşturur, onun insanüstü gücünü fütüristik bir çizgide sunar. Star Wars´un ateşli Luke Skywalker´ı tamamen delikanlı Arthur´dur. Pelerinli asker Batman, Süpermen veya Maskeli Süvari, Yuvarlak Masa Şövalyeleri´nin assolistleri olan Gawan ve Lancelot gibidirler. Aslında bu yaklaşım belki de Yuvarlak Masa şövalyelerinin ruh sıçramasıdır. 19. Yüzyıl´da yaşamış bir Gal şairinin dediği gibi "Arthur´un mezarı, dünyanın bilmecesidir"
0Awesome Comments!