Yörünge

Yörünge
Akhenaton

Yakalanmışım gece koyusu gözlerine kaçamıyorum yâr. Yörüngene giymiş ay gibi senden uzak duramıyorum. Korkmuyorum hiçbir şeyden aklımı kaybetmekten korktuğum kadar. Gözlerin diyor ki, “Yaklaşma, ben bir ateşim.” Ama o ateşe ellerimi uzatmadan duramıyorum.

Sevdâ mı bu karabüyü mü seçemiyorum yâr. Bin mecâz savuruyor gözlerin, ben hece mi ârûz mu ölçemiyorum. İstemiyorum hiçbir şeyi o gözlerde ölmek istediğim kadar. Ama ben sana bunları söyleyemiyorum.

Girmiyor aklıma ne Osmanlıca ne de Farsça. Duymuyorum hoca ne anlatıyor, “İkinci Yeni”yi, “Garipçiler”i, “Hisarcılar”ı da. Senden başka bir şiir duyamıyorum. Sana sen benim Mona Roza’msın diyemiyorum.

Saklamıyor beni kapı aralıkları seni gizlice seyrederken yâr… Ha bre bir arkadaşına yakalanıp esaslı bir bahane uyduramıyorum. Aynalı minibüs koltuklarını sen önümdeyken seviyor, gözlerinin yokluğunda nefes alamıyor, alamıyorum…

ÖZLEM, DAĞ dağ olmuşken önümde yâr, gözlerimin önündeki Ahır Dağı’nı göremiyorum. Trabzon Caddesi’nde hep ardından yürüyor, ama girdiğin evinin kapısından öteye geçemiyorum.

Cehennem’de miyim Cennet’te miyim kestiremiyorum yâr. Kâh Araf Vadisi’nde meczup gibi serâbının peşinden koşuyor, kâh hâlim kalmıyor yürüyemiyorum.

Ey beni nefessiz bırakan, gülümsemesi bülbüle hayat veren gül bahçesi, kaş çatışı rûha depremler salan sevgilim. Boyun vuruşun da şefkât edişin de kabûlümdür. Çünkü uzattığın kâseyi tutan o bembeyaz ellerinken, şarâbın cân mı aldığının ya da hayat mı verdiğinin hiçbir önemi yoktur. Çünkü sen, Hâfız’ın şiirlerinde söylediği o Mesih kokulu sevgilisin. Çünkü sen, Esrâr Dede’nin “Döner döner bakarım kûy-i yâre âh ederim.” mısraı ile rûyetini dahi taçlandırdığı yörüngem, âhirim ve evvelimsin. Ulvî’nin “Hâlimi arz etmeye yâri tek başına bulamam. Yâri tek başına bulsam, bu kez kendimde ona açılacak cesâreti bulamam.” diye söz ettiği saflık elbisesisin. Bu yüzden sana söyleyemediklerimi birgün yüzüme vurma. Çünkü hâli ebleh olanın melâli sorulmaz sevgilim…