Şeyh Galib'in Şiir Anlayışı
Prof. Dr. Mahmut Kaplan
Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
Divan şairleri genellikle kasidelerinin fahriyelerinde ilgi düşürerek şairlik yetenekleriyle övünürler. Bu şairane övünmenin yanında şiirle ilgili düşüncelerini de açıklama fırsatı bulurlar. Zaman zaman gazellerde de şiir anlayışlarını sergilediklerini görmek mümkündür. Bunlara divan dibacelerini de ekleyebiliriz. Divan şiirinin kendini tekrarlamaya, tıkanmaya başladığı bir dönemde Sebk-i Hindî, şairlerimiz için yeni bir teneffüs imkânı sağlamıştır. Divan şiirinin son büyük ustası Şeyh Galib, hem Divan’ında [1] hem de Hüsn ü Aşk [2] adlı mesnevisinde şiir ve şair hususundaki düşüncelerini açıklamış, hangi şairlerden etkilendiğini, hangilerini beğendiğini söyleyerek kimleri aşma amacında olduğunu değişik vesilelerle ifade etmiştir. Bu tercihler, Galib’in şiir anlayışını vermesi bakımından dikkate değerdir. Kasidelerinin fahriyelerinde ve gazellerinde şairliği ile övünmüş, şiirden ne anlaşılması gerektiğini, şiirde ne gibi özellikler bulunmasını istediğini açıkça belirtmiştir. Galib, divan şiirinin bütün imkânlarını tükettiği bir çağda adeta bir yeniden dirilişi gerçekleştiren şairdir. Talat Sait Halman, “Bir de hep diyoruz ki, divan edebiyatının son büyük şairidir Şeyh Galib, ama onu söylerken unuttuğumuz bir nokta var. Belki de modern Türk şiirinin ilk büyük şairidir. Bence Türk modernizmi, Osmanlı modernizmi, edebiyatta Şeyh Galib’le başlar.” [3] diyerek bu şairin edebiyatımızdaki önemine vurgu yapar.Bu yazımızda Galib’in şairi nasıl tanımladığını, şiirden ne anladığını, şiirde ne gibi hususiyetler aradığını eserlerinden yola çıkarak tespit etmeye çalışacağız.
Şair Kimdir? Şeyh Galib [4] bu soruya şöyle cevap vermektedir: [5] Şair, nükte-senc(nükte tartıcı) [6], suhan-senc (hesaplı, ölçülü konuşan) [7], ehl-i dil, güzel meşrepli ve mutedildir. Şair olacak kişide dert ve üzüntü bulunmalıdır; onun bir çok belalara uğraması kaçınılmazdır. Galib’in bu genel tariften sonra şair için öngördüğü husus şudur: Yanağa ve dudağa tenezzül etmeyip görülmedik gül açmalıdır. Şiirin çıktığı bütün yollarda koşturduktan sonra “hayâl şahini” şiir ceylanını avlamalıdır. Şair dedikodularla uğraşmamalı, fikir şarabının denizine dalarak inci çıkarabilmelidir. Aksi halde kaş göz kelimelerini bir araya getirerek, yerli yersiz Arapça kelimeler kullanmak şairlik değildir. Galib, böyle şairleri bir yumurta yumurtlayıp gıdaklayarak bütün köyü ayağa kaldıran tavuğa benzetir:
Mânende-i mâkiyân-ı garrâ
Yek beyzâ hezâr fahr ü da’vâ [8]
Şair, ağızlarda sakız gibi çiğnenen (hayide) sözlerle uğraşmak yerine “taze eda”ya el atıp [9] “yeni bir yol” açarak, denenmemiş ve denilmemiş olanı bulup söylemeye çalışmalıdır:
Merd ana denir ki aça nev-râh
Erbâb-ı vukûfu ede agâh HA.s.43
Şairlerin sözleri gönül ve aşkla ilgilidir:
Şâirleriz alaka-i dildir kelâmımız
Yek rişte üzredir güher-i intizâmımız D.g.110, s. 312
Şairin aşktan başka bir şeye söz cevherini harcaması uygun değildir:
Hiç aşktan özge şey revâ mı
Sarf etmege gevher-i kelâmı HA.s.44
Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi Galib , şairi şiirleri ve mazmunları yeni bir eda ile söyleyen kişi olarak tanımlamaktadır.
Şiir Nedir? [10] Galib , eserlerinde şiirin tanımını bir kilim gibi ilmik ilmik dokur. Bir resmi tamamlar gibi bu tarifi parça parça verir. Her şeyden önce söz Allah’ın armağanıdır; insan bu hediyeye lâyıktır.[11] Şiir bir mu’cize, dil kılıç, kâğıt ise peygamberdir; güzellik ülkesi bu araçlarla fethedilir:
Feth ü teshîre yeter kişver-i hüsnü Galib
Mu’cize şi’r ü zebân tîğ ü peyember kâğıd D.g.39,s.270
Şiir, kalpten doğan bir gönül çocuğudur. Şiirde ilham ve şairlik yeteneği her şeyden önemlidir:
Veled-i kalb yeter zâde-i tab’ım Galib
Pîr-i endîşeme etfâl-i gam olmasa mürîd D.g.41,s.171
Galib, “lafız”larının şişesinde hayal perisinin kanat çırptığını söyler. Onun sözleri, hayal gücünün ulaşabileceği en uç noktaya, sihir derecesine ulaşmıştır: Kelimeler şişe, hayaller ise peri çocukları. O, kelimelere yüklediği yeni anlamlarla onları büyüleyici bir söyleyişe ulaştırır:
Şîşe-i elfâzımız sahbâ-yı tahkîk istemez
Bir perîzâd-ı hayâle cilvegehdir her biri D.g.325,s.427
Şair için sihir kadar etkili bir şiire ulaşmak kolay olmamıştır. O, ateşler içinde yanarak sözü inci haline getirmiştir:
Yah-pâre kadar kıymeti yokdur bilir ammâ
Galib düşüp ateşlere nazmı güher etti D.g.322,s.425
Galip şiiri, dilediği mecrada akıtma gücüne sahip olduğunu ve kimseye geçit vermediğini söyler . Bu yüzden o, devrinde ferd-i yegâne olarak kalmıştır:
Vermedi bir kimseye Galib geçit
Kande çevirdiyse söz ırmağını D.g.312,s.420
Şiir yüce bir saraydır.[12] Gazel nazım şeklini sık sık anan şair onu, güzel tasviri yapan şiir olarak niteler. Gazelin ödevi güzeli övmektir:
Galib ma’ârifin de safâsı değer velî
Cânân vasfıdır hele aslı tegazzülün D.g.180,s.350
O kendisini, kalem gibi , şiir zemininde kökleri ve saçakları kıvrılıp bükülmüş mısralarla beslenen bir ağaca benzetir:
Hâme-veş perverdeyiz Gâlib zemîn-i şi’rde
Mısra-ı pîçîdedir gûyâ ki bîh u rîşemiz D.g.113,s.314
Şiirlerinde binlerce sır incisini gizlemek için kimsenin istif edemeyeceği beyitler söylemiştir.[13] Kalemi süratli bir at gibi aşka gelerek zemini, zamanı ve bütün nakış ve resimleri ateş haline getirmiştir. Galib, şiirlerinin yakıcılığını şu beyitlerle söyler:
Meğer kilk-i sebük-cevlânın olmuş germ-rev Gâlib
Zemîn âteş zamân âteş bütün nakş u nigâr âteş D.g.139,s.328
Galib sözüm âteşîndir hep
Hâmem bana hem-zebân-ı dildir D.g.101,s.307
Yakıcı olmayan şiirlere mana kuşları konmaz; hiç gül bahçesi semenderlere mekân olur mu?
Nazm-ı bî-sûzişe mürgân-ı ma’ânî konmaz
Gülşen olsun mu semenderlere bâğ-ı yâkût D.g.25, s.262
Galib’in ateş , kırmızı ve yeşil dışında şiirde önemsediği renkler siyah ve beyazdır. Siyahın, “... göz kamaştırıcı olanın rengi olduğu açıkça anlaşılıyor. Işığın fazlalığıdır. Gündüz ışığını örtüp mahremiyete, samimiyete, saflığa davet eder. Dışsal dünyaya ve dışsal algı organlarına göre mani olup iç dünyaya ve içsel duyuların açılmasına imkân verir. Var olan, ama gözle görülemeyen, maddî olmayan, anlayış gibi, sevgi gibi, muhayyile gibi zihinsel, imgesel, duyusal şeylerin alanına götürür. Maneviyat dünyasına, gayba, ve hayale götürür hayal, fantezi olarak değil de Galib’in bağlı olduğu düşünce geleneğindeki gibi bir yeti ve o yetinin tecrübe alanı (Âlem-i hayal, Âlem-i misâl) olarak anlaşılırsa. Böyle şeyler görülür olmadıklarından karanlıkta gibidirler, ama aydınlatıcı olurlar.” [14] Siyah renk Hüsn ü Aşk’ta genellikle olumlu kullanılmıştır: “Hüsn ü Aşk’ta siyahın sadece olumsuz olduğu, saf olumsuz olduğu bir tek mazmunu bile yok. Olumsuzluğu ya hafife alınır, ya da önce engel gibi görünen karanlık, aydınlığa çıkar bir geçit olur, hatta aydınlığın kendisine, aydınlatıcılığa dönüşür.” [15] Holbrook, Hüsn ü Aşk’ta geçen “nûr-ı siyah”la ilgili olarak şu alıntıyı verir: “nûr-ı siyahı şöyle anlatır İzutsu: İnanın olgunlaşma evrimine, yaşantının doruk aşamasına, aklın ve dolayısıyla dilin ötesinde birdenbire aydınlanma seviyesine ait bir tecrübenin adı.” [16] Kudret Altun da bu konuda Holbrook’un görüşlerini paylaşır, kalbin içinde bulunan ve eskilerce anlayış ve duygunun merkezi sayılan siyah ben, tanımını verdikten sonra Kaya Bilgegil’in nokta-i süveydayı “Nûr-ı Muhammedî” ile ilişkilendirdiğini söyler.[17] Bu renklerden ateş, kırmızı rengi ve ıstırabı; yeşil yeniliği ve tazeliği; beyaz kâğıdı, temizliği ve berraklığı ifade eder. Bu renklerin bir araya gelişi Galib’in şiirlerindeki çeşitliliği, büyüleyici renk cümbüşünü ve estetik baharını ifade eder: [18]
Feyz-i midâd-ı hâme-i yâkûtum [19] eyledi
Evrâkı pür-nigâr sefîd ü siyâh u sürh
Gâlib gül-i mezâmin ü elfâz-ı sâdeden
Kâğıd siyeh-bahâr-ı sefîd ü siyâh u sürh D.g.35
Şiir, kendisinden mecazlı anlatım beklenen güzel kokulu bir “gül-i ra’nâ” dır, [20] ifadesi şairin imaja verdiği değeri ifade eder. Ona göre şiirden anlayan bir kimsenin beğendiği, renkli hayallerle dolu bir beyit dünyalara değer:
Bir ehl-i sühân ki ide tahsîn
Bin çarha değer o beyt-i rengîn HA.s.43
Galib’e göre şiirde, herkes tarafından bilinmeyen, herkesin kullanmadığı (garip) kelimelere yer verilmemelidir. Çünkü gazelde manaların hareketi aşina sözlerle olur. İnsanların bildiği, yerleşmiş kelimelerin çevresinde zengin bir çağrışım atmosferi meydana gelmiştir. Galib, şiir dili konusunda Nabî’yi eleştirirken kendisi de çok terkipli mısralar yazmaktan kurtulamaz:“Bir defa Galib’in şiiri, derin hayal örgüsüyle yoğrulmuş olup fazla terkiplidir (sebk-i Hindî). Oysa kendisi fikir olarak Nabî’yi bile, dilinin külfetli olmasından dolayı muahaze etmektedir.” [21]
Okuyucu, aşina olduğu kelimelerle söylenmiş bir şiirden daha çok haz alır. İrem bahçesine yabani ot yakışmadığı gibi şiire de garip kelimeler yakışmaz:
Aşinâ lafz iledir cünbüş-i ma’nâ-yı latîf
Gülsitân-ı İrem’e sebze-i bîgâne abes D.g.29,s.264
Şiirde “vuzuh”a iltifat etmeyen Galib, sözün fazla açık olmasının şiirden uzaklaştıracağına inanır. Şair bunu yakalayıncaya kadar pek çok tecrübe geçirmelidir:
Olmaya sözü bedîhî-i tâm
Ede nice tecrübeyle itmâm HA.s.43
Gazelin güzelliği, bir gelin gibi edebî sanatlar ve mazmunlarla süslü [22]; mısralarının da birbirine uygun olması ile mümkündür. Kısacası beytin her iki mısraı uyum içinde buluşmalıdır:
Pîrâne düştü ol kadar Es’ad ki bu gazel
Mısra’larının birbirine iltikâsı var D.g.95,s.303
O’nun şiirdeki hedefi çok daha ötededir. Galib, şiirinin sadece yer yüzünde değil, gökte de melekler tarafından beğenilmesini sağlamak için çok uğraşmış, yeni zeminler yoklamış ve başarılı da olmuştur:
Ne tâze zemînler bulurdu Galib-i zâr
Sözün felekde melekler pesend edinceye dek D.g.175,s.34
Galib’in istediği şiirin tanımına ulaşabilmek için onun şiirde aradığı özellikleri tespit etmemiz gerekir. O, şiir (özellikle gazel) bir çırpıda söylenmişçesine güzel olmalıdır, diyerek böyle şiirler yazdığı için övünür:
Meclis-i ehl-i sühanda yek kalemdir bu gazel
Es’adâ söz var mı hüsn-i tab’ u isti’dâdıma D.g.287,s.407.
Şiirde İ’câz: Şiir, mucize derecesinde benzersiz olmalıdır. Bu bütün divan şairlerinin de biricik hedefidir. “İ’câz” her şair için bir “kızıl elma”dır; bütün çabalar ona ulaşabilme yolunda harcanır. Şairin bu hususu işleyen bazı beyitlerini örnek olarak sunuyoruz:
Es’ada kâdir iken mu’cize Hârût-ı kalem
Râh-ı eş’ârda sihr etme büyük câhımdır D.g.70,s.290
Edip nazm-ı bülendim silm-i ma’nî-i Hanîf Es’ad
Mesîh-i kilk-i pâki târem-i i’câza yol bulmuş D.g.137,s.327
Sen hemân Galib hamûş ol da’vi-i i’câzdan
Bu gazel çok şa’ir-i meşhûra eyler i’tirâz D.g.145,s.331
Ser-hadd-i nazmı bulmadı tab’-ı sühanveri
İ’câza vardı Galib’in eş’ârı neyleyim D.g.224,s.375
Şiirde Mana yeni, örijinal ve kimse tarafından söylenmemiş olmalıdır. Diğer şairler gibi Galib de “bikr-i mana” ardından koşarken şiiri, “bikr-i mana”yı arama yolunda Leyla’nın düğününde feryat eden Mecnun’un mersiyyesi gibi olur:
Bikr-i ma’nâya tahassürle nevâ-yı suhanım
Sûr-ı Leylâdaki mersiyye-i Mecnûn gibidir D.g.72,s.290
Şiiri şiiri yapan elbette yeni, yeni olduğu kadar da renkli manalardır. Çünkü bu, gazel yazmada kalemin ödediği kan bahası sayılıp aynı zamanda şiirin hüzün verici olması gerektiğini de ima etmektedir. Şiir, güzeli tasvir ederken düşünce gücü ünlü ressam Mani titizliğiyle çalışır:
Es’adâ ma’nî-i nev tıfl-ı nev-âmûz bize
Fenn-i endîşede üstâd derler o biziz D.g.122,s.319
Eylemiş ol sanemi Mânî-i fikrim tasvîr
Eser-i hâme-i pergârına mâşa’allâh D.g.295,s.410
Şiirde söz “lafız”, mana mumunun pervanesi olmazsa bir işe yaramaz [23]; kâkülden maksat yağma ve kargaşa olduğu gibi, şiirde de asıl olan manadır.[24] Galib, harfleri üzerlik tohumuna, manayı ise ateşe benzetir.[25] Şeker ve süt gibi kelimeleri kullanmakla şiir tatlılaştırılamaz. Şiire tatlılık veren [26], yüzünü güldüren manadır.[27] Galib bir başka beytinde manayı Hz. Musa’nın “yed-i beyzâ”sına benzetir:
Yed-i beyzâ-yı ma’nâ âşikâr eylerse de tab’ı
Çıkan ceyb-i keremden şâ’ire dest-i du’âdır hep D.Kıt’a 18,s.438.
Şiir için mana şarap; söz “lafz” ise kadehtir.(D.g.76,s.294) Aşağıdaki beyitte şair manayı aya, dili de onu ikiye ayıran parmağa benzeterek Hz. Muhammed’in “şakk-ı kamer”mucizesine telmihte bulunmuştur:
Benim mu’ciz-beyân-ı nutk bürhânım dehânımdır
Meh-i ma’nâ-yı şakka tîg engüşt-i zebânımdır D.g.98,s.305
Bir başka beytinde Galib, manayı gök yüzüne, kendisini de, kelimelere hayat vermekte, Hz. İsa’ya teşbih eder.[28] Aşağıdaki beyitte ise şair manayı bir ceylana, şiirini de onu avlayan kemende benzetmiştir:
Kemend-i nazmım ederken gazâl-ı ma’niyi râm
Yine de o şûhuma Galib gazel beğendiremem D.g.213,s.369
Şiirde manayı saraya [29] ya da murg’a (kuş) [30] benzeten Şeyh Galib, kalem gibi başım kesilse bile duyulmamış, söylenmemiş manaları aramaktan vazgeçmem diyerek orijinal bir şiir peşinde olduğunu söyler:
Hâme-veş başım feda etsem de Galib eylemem
Kat’-ı hâhiş ma’ni-i nâ-güfteyi teftîşden D.g.265,s.396
Ancak bu arayışın hiç de kolay olmadığını vurgulamaktan kendisini alamaz:
Hafîdir hüsn-i ma’nâ gibi Galib
Bilen vasf edemez ma’nâ-yı hüsnü D.g.306,s.417
Şiirde Mazmun: Şiirde mazmunların önemini her fırsatta vurgulayan Galib, bunu gül [31] ve gonca örneği ile anlatır:
Sen Es’ad düşürürsün gonca-i mazmûnu hep ammâ
Bu tarh-ı dil-keşe teşrîf eden yârâna kalmaz hîç D.g.31,s.265
Mazmunun tanımını yapmayan şair daha çok bu “gül” ve “gonca” teşbihleriyle şiirde söylenmemiş olan mazmunu yakalamaya çalıştığını dile getirir. Mazmun konusunda yazılanları değerlendirdiği makalesinde Kenan Erdoğan, şairin bu husustaki düşüncelerine, “Mânâca ilgili sözleri bir araya getirmek (ki bağlı unsur denilen mazmunun gereklerinden biridir.), sadece bir oyun ve bir hünerdir ve musaffâ (saf) şiirden nasibi olmayanların işidir. Onlar sözün gösterişine ve dışına bakarlar.” ifadesiyle ışık tutar.[32] O, yeni bir üslûp peşinde olup incelik ve mazmunun tek başına şiir için yeterli olmadığının da farkındadır.
Çün şive-i nâza mâiliz biz
Bir tâze edâya kâiliz biz
Yoksa ne nezâket ü ne mazmûn
Da’vâ-yı fazilet ile meşhûn HA.s.138
Şiirde Hayâl: Galib, şiirin temel öğelerinden olan hayal konusunu sık sık işler. Hayali, sebz-âba ve kuşa [33], benzeterek şairlikte i’câz derecesinin hayalle ölçüldüğünü belirtir:
Bu söze Kur’ân gibi îmân eder ehl-i sühân
Şâ’irin Galib tahayyül rütbe-i i’câzıdır D.g.55,s.280
Galib, Kur’an örneğini vererek tahayyülün şiir için ne denli önemli olduğunu anlatıp kendisini bu alanın Aristo’su olarak över . Öyle bir hayal gücüne sahiptir ki kalbi Aristo’nun İskender’e yaptığı ayna gibi dünyayı tarassut edebilir:
O Aristo-yı hayâlim ki cihan
Seyrgâh-ı rasad-ı kalbimdir D.g.69,s.289
Her devirde yüksek hayal gücüne sahip ancak bir iki şair bulunduğunu söyleyen Galib, onların da saf hayallerini sarf ederek i’caza ulaşabildiklerini vurgular:
Her devrde bir iki sühan-sâz
Elbette eder beyân-ı i’câz
Sarfetme ile hayâl-i sâfın
Arzeyler edâ-yı i’tirâfın HA.s.135
Kalem: Şair çoğu kez kalemi teşhis ederek şairliğinin gücünü anlatır. Kalemini fıskiyeye ve gezdiği her yeri yeşerten Hızır’a benzetir [34]. Eğer der, kalemim divan arsasını yeşertmeseydi fikir cennetinin gülleri bitmezdi( açmazdı):
Gülleri Galib yeşermezdi behişt-i fikretin
Kaynaklar
[1] Şeyh Galib Divanı, haz. M. Muhsin Kalkışım, Ankara 1994.
[2] Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk, Haz. Orhan Okay- Hüseyin Ayan, İstanbul 1975.
[3] Talat Sait Halman, “Şeyh Galib ve Divan Şiirinin Değeri”, Şeyh Galib Kitabı, İstanbul 1995, ss.191-192.
[4] Metinde Divan D, Hüsn ü Aşk HA ve gazel g ile gösterilmiştir.
[5] M.Kaya Bilgegil , Hüsn ü Aşk’ın başında yer alan incelemesinde , Galib’in nasıl bir şairlik tabiatı düşündüğü sorusuna şöyle cevap vermiştir: “Havz-ı feyz,-zahirî mânâlarıyla- ışığın, aydınlığın, suyun, şarabın, mâdenin, gevherin, mücerredin... sihirli bir telkin sühunetinde yumuşayıp, eriyip birliğe yönelen bir terkip halinde mısrâa sirâyet ettiği, her mısrâda ayrı bir tenazur aynasından içe vuran, yalnız duyguların “âşinâ” çıkabileceği bir şiir pırıltısıdır.”. Hüsn ü aşk, s. XIII.
[6] Divan, g.225, s.376
[7] Hüsn ü Aşk, s. 38 456 Mahmut KAPLAN
[8] Hüsnü Aşk, s.136-137.
[9] Hüsn ü Aşk, s.138.
[10] M.Kaya Bilgegil, Şeyh Galib’e göre şiir nedir sorusunu, “Şu halde Galib’e göre şiir, ne önce bulunmuş mazmunlar, ne mustalah tâbirler, ne Arapça ibâre, ne ağdalı edâ, ne belâğat kaidelerine uygunluk, ne mânâca ilgili lafızları bir araya toplayabilme hüneri, ne çehre güzelliğinden bahsetme, ne herkes tarafından beğenilen söz, ne de ehli dışında başkalarına açık bulundurulan tam bedâhettir.” İfadesiyle cevaplandırır. HA, s.XI.
[11] HA.s.131.
[12] Divan,g.271,s.398.
[13] Divan,g.51,s.277.
[14] Victoria Holbrook, “Mazmun mu Klişe Yoksa Devralınmış Mazmun Kavramı mı? Galib’in Hayalinde Renk ve Yorumu”, Şeyh Galib Kitabı, s.137.
[15] Victoria Holbrook, a.g.m, s.139.
[16] Victoria Holbrook, a.g.m, s.136.
[17] Kudret Altun, “Hüsn ü Aşk’ta Gece Nur-ı Siyahtan Aydınlığa”, İlmî Araştırmalar, İstanbul 2000, S.10.ss.9-18. Turkish Studies
[18] Galib’in şiirlerindeki renkler başka bir makalenin konusu olacaktır.
[19] Yakut kelimesi İslâm dünyasında hat tarihinin önemli merhalelerinden biri olan Yakut Musta’sımî (ö.698/1298)’yi hatırlatacak şekilde tevriyeli kullanılmıştır. Yakut için bkz. M.Nihat Çetin, İslam Ansiklopedisi, C.13, İstanbul1986.s. 352 vd.
[20] Divan,g.88,s.300.
[21] İskender Pala, “Galib Vardır Şeyh Galib’den İçerü”, Şeyh Galib Kitabı, s.163.
[22] Divan,g.151,s.334.
[23] Divan, g.123,s.319.
[24] Divan, g.147,s.331.
[25] Divan, g.307,s.417.
[26] Divan, g.43,s.272.
[27] Divan, g.255,s.391.
[28] Divan, g.102,s.307.
[29] Divan, g.203,s.363.
[30] Divan, g.172,s.345.
[31] Divan, g.35, g.289,s.407; g.177,s.348.
[32] Kenan Erdoğan, “Mazmun Üzerine Yazılanlar ve Divan Şiirinde Kullanılan Bazı Mazmun ve Remizlerin Niyazî- i Mısrî’de Kullanılışı”, C.B.Ü Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, Manisa 1997, S.1. s.279.
[33] Divan,g.61,s.284, g.47,s.275,.
[34] D,g.58,s.282.
[35] Prof. Dr. Mahmut Kaplan, "Şeyh Galib'in Şiir Anlayışı", Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 2/4 Fall 2007, http://www.turkishstudies.net/sayilar/sayi6/31kaplanmahmut.pdf
Prof. Dr. Mahmut Kaplan
Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
Divan şairleri genellikle kasidelerinin fahriyelerinde ilgi düşürerek şairlik yetenekleriyle övünürler. Bu şairane övünmenin yanında şiirle ilgili düşüncelerini de açıklama fırsatı bulurlar. Zaman zaman gazellerde de şiir anlayışlarını sergilediklerini görmek mümkündür. Bunlara divan dibacelerini de ekleyebiliriz. Divan şiirinin kendini tekrarlamaya, tıkanmaya başladığı bir dönemde Sebk-i Hindî, şairlerimiz için yeni bir teneffüs imkânı sağlamıştır. Divan şiirinin son büyük ustası Şeyh Galib, hem Divan’ında [1] hem de Hüsn ü Aşk [2] adlı mesnevisinde şiir ve şair hususundaki düşüncelerini açıklamış, hangi şairlerden etkilendiğini, hangilerini beğendiğini söyleyerek kimleri aşma amacında olduğunu değişik vesilelerle ifade etmiştir. Bu tercihler, Galib’in şiir anlayışını vermesi bakımından dikkate değerdir. Kasidelerinin fahriyelerinde ve gazellerinde şairliği ile övünmüş, şiirden ne anlaşılması gerektiğini, şiirde ne gibi özellikler bulunmasını istediğini açıkça belirtmiştir. Galib, divan şiirinin bütün imkânlarını tükettiği bir çağda adeta bir yeniden dirilişi gerçekleştiren şairdir. Talat Sait Halman, “Bir de hep diyoruz ki, divan edebiyatının son büyük şairidir Şeyh Galib, ama onu söylerken unuttuğumuz bir nokta var. Belki de modern Türk şiirinin ilk büyük şairidir. Bence Türk modernizmi, Osmanlı modernizmi, edebiyatta Şeyh Galib’le başlar.” [3] diyerek bu şairin edebiyatımızdaki önemine vurgu yapar.Bu yazımızda Galib’in şairi nasıl tanımladığını, şiirden ne anladığını, şiirde ne gibi hususiyetler aradığını eserlerinden yola çıkarak tespit etmeye çalışacağız.
Şair Kimdir? Şeyh Galib [4] bu soruya şöyle cevap vermektedir: [5] Şair, nükte-senc(nükte tartıcı) [6], suhan-senc (hesaplı, ölçülü konuşan) [7], ehl-i dil, güzel meşrepli ve mutedildir. Şair olacak kişide dert ve üzüntü bulunmalıdır; onun bir çok belalara uğraması kaçınılmazdır. Galib’in bu genel tariften sonra şair için öngördüğü husus şudur: Yanağa ve dudağa tenezzül etmeyip görülmedik gül açmalıdır. Şiirin çıktığı bütün yollarda koşturduktan sonra “hayâl şahini” şiir ceylanını avlamalıdır. Şair dedikodularla uğraşmamalı, fikir şarabının denizine dalarak inci çıkarabilmelidir. Aksi halde kaş göz kelimelerini bir araya getirerek, yerli yersiz Arapça kelimeler kullanmak şairlik değildir. Galib, böyle şairleri bir yumurta yumurtlayıp gıdaklayarak bütün köyü ayağa kaldıran tavuğa benzetir:
Mânende-i mâkiyân-ı garrâ
Yek beyzâ hezâr fahr ü da’vâ [8]
Şair, ağızlarda sakız gibi çiğnenen (hayide) sözlerle uğraşmak yerine “taze eda”ya el atıp [9] “yeni bir yol” açarak, denenmemiş ve denilmemiş olanı bulup söylemeye çalışmalıdır:
Merd ana denir ki aça nev-râh
Erbâb-ı vukûfu ede agâh HA.s.43
Şairlerin sözleri gönül ve aşkla ilgilidir:
Şâirleriz alaka-i dildir kelâmımız
Yek rişte üzredir güher-i intizâmımız D.g.110, s. 312
Şairin aşktan başka bir şeye söz cevherini harcaması uygun değildir:
Hiç aşktan özge şey revâ mı
Sarf etmege gevher-i kelâmı HA.s.44
Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi Galib , şairi şiirleri ve mazmunları yeni bir eda ile söyleyen kişi olarak tanımlamaktadır.
Şiir Nedir? [10] Galib , eserlerinde şiirin tanımını bir kilim gibi ilmik ilmik dokur. Bir resmi tamamlar gibi bu tarifi parça parça verir. Her şeyden önce söz Allah’ın armağanıdır; insan bu hediyeye lâyıktır.[11] Şiir bir mu’cize, dil kılıç, kâğıt ise peygamberdir; güzellik ülkesi bu araçlarla fethedilir:
Feth ü teshîre yeter kişver-i hüsnü Galib
Mu’cize şi’r ü zebân tîğ ü peyember kâğıd D.g.39,s.270
Şiir, kalpten doğan bir gönül çocuğudur. Şiirde ilham ve şairlik yeteneği her şeyden önemlidir:
Veled-i kalb yeter zâde-i tab’ım Galib
Pîr-i endîşeme etfâl-i gam olmasa mürîd D.g.41,s.171
Galib, “lafız”larının şişesinde hayal perisinin kanat çırptığını söyler. Onun sözleri, hayal gücünün ulaşabileceği en uç noktaya, sihir derecesine ulaşmıştır: Kelimeler şişe, hayaller ise peri çocukları. O, kelimelere yüklediği yeni anlamlarla onları büyüleyici bir söyleyişe ulaştırır:
Şîşe-i elfâzımız sahbâ-yı tahkîk istemez
Bir perîzâd-ı hayâle cilvegehdir her biri D.g.325,s.427
Şair için sihir kadar etkili bir şiire ulaşmak kolay olmamıştır. O, ateşler içinde yanarak sözü inci haline getirmiştir:
Yah-pâre kadar kıymeti yokdur bilir ammâ
Galib düşüp ateşlere nazmı güher etti D.g.322,s.425
Galip şiiri, dilediği mecrada akıtma gücüne sahip olduğunu ve kimseye geçit vermediğini söyler . Bu yüzden o, devrinde ferd-i yegâne olarak kalmıştır:
Vermedi bir kimseye Galib geçit
Kande çevirdiyse söz ırmağını D.g.312,s.420
Şiir yüce bir saraydır.[12] Gazel nazım şeklini sık sık anan şair onu, güzel tasviri yapan şiir olarak niteler. Gazelin ödevi güzeli övmektir:
Galib ma’ârifin de safâsı değer velî
Cânân vasfıdır hele aslı tegazzülün D.g.180,s.350
O kendisini, kalem gibi , şiir zemininde kökleri ve saçakları kıvrılıp bükülmüş mısralarla beslenen bir ağaca benzetir:
Hâme-veş perverdeyiz Gâlib zemîn-i şi’rde
Mısra-ı pîçîdedir gûyâ ki bîh u rîşemiz D.g.113,s.314
Şiirlerinde binlerce sır incisini gizlemek için kimsenin istif edemeyeceği beyitler söylemiştir.[13] Kalemi süratli bir at gibi aşka gelerek zemini, zamanı ve bütün nakış ve resimleri ateş haline getirmiştir. Galib, şiirlerinin yakıcılığını şu beyitlerle söyler:
Meğer kilk-i sebük-cevlânın olmuş germ-rev Gâlib
Zemîn âteş zamân âteş bütün nakş u nigâr âteş D.g.139,s.328
Galib sözüm âteşîndir hep
Hâmem bana hem-zebân-ı dildir D.g.101,s.307
Yakıcı olmayan şiirlere mana kuşları konmaz; hiç gül bahçesi semenderlere mekân olur mu?
Nazm-ı bî-sûzişe mürgân-ı ma’ânî konmaz
Gülşen olsun mu semenderlere bâğ-ı yâkût D.g.25, s.262
Galib’in ateş , kırmızı ve yeşil dışında şiirde önemsediği renkler siyah ve beyazdır. Siyahın, “... göz kamaştırıcı olanın rengi olduğu açıkça anlaşılıyor. Işığın fazlalığıdır. Gündüz ışığını örtüp mahremiyete, samimiyete, saflığa davet eder. Dışsal dünyaya ve dışsal algı organlarına göre mani olup iç dünyaya ve içsel duyuların açılmasına imkân verir. Var olan, ama gözle görülemeyen, maddî olmayan, anlayış gibi, sevgi gibi, muhayyile gibi zihinsel, imgesel, duyusal şeylerin alanına götürür. Maneviyat dünyasına, gayba, ve hayale götürür hayal, fantezi olarak değil de Galib’in bağlı olduğu düşünce geleneğindeki gibi bir yeti ve o yetinin tecrübe alanı (Âlem-i hayal, Âlem-i misâl) olarak anlaşılırsa. Böyle şeyler görülür olmadıklarından karanlıkta gibidirler, ama aydınlatıcı olurlar.” [14] Siyah renk Hüsn ü Aşk’ta genellikle olumlu kullanılmıştır: “Hüsn ü Aşk’ta siyahın sadece olumsuz olduğu, saf olumsuz olduğu bir tek mazmunu bile yok. Olumsuzluğu ya hafife alınır, ya da önce engel gibi görünen karanlık, aydınlığa çıkar bir geçit olur, hatta aydınlığın kendisine, aydınlatıcılığa dönüşür.” [15] Holbrook, Hüsn ü Aşk’ta geçen “nûr-ı siyah”la ilgili olarak şu alıntıyı verir: “nûr-ı siyahı şöyle anlatır İzutsu: İnanın olgunlaşma evrimine, yaşantının doruk aşamasına, aklın ve dolayısıyla dilin ötesinde birdenbire aydınlanma seviyesine ait bir tecrübenin adı.” [16] Kudret Altun da bu konuda Holbrook’un görüşlerini paylaşır, kalbin içinde bulunan ve eskilerce anlayış ve duygunun merkezi sayılan siyah ben, tanımını verdikten sonra Kaya Bilgegil’in nokta-i süveydayı “Nûr-ı Muhammedî” ile ilişkilendirdiğini söyler.[17] Bu renklerden ateş, kırmızı rengi ve ıstırabı; yeşil yeniliği ve tazeliği; beyaz kâğıdı, temizliği ve berraklığı ifade eder. Bu renklerin bir araya gelişi Galib’in şiirlerindeki çeşitliliği, büyüleyici renk cümbüşünü ve estetik baharını ifade eder: [18]
Feyz-i midâd-ı hâme-i yâkûtum [19] eyledi
Evrâkı pür-nigâr sefîd ü siyâh u sürh
Gâlib gül-i mezâmin ü elfâz-ı sâdeden
Kâğıd siyeh-bahâr-ı sefîd ü siyâh u sürh D.g.35
Şiir, kendisinden mecazlı anlatım beklenen güzel kokulu bir “gül-i ra’nâ” dır, [20] ifadesi şairin imaja verdiği değeri ifade eder. Ona göre şiirden anlayan bir kimsenin beğendiği, renkli hayallerle dolu bir beyit dünyalara değer:
Bir ehl-i sühân ki ide tahsîn
Bin çarha değer o beyt-i rengîn HA.s.43
Galib’e göre şiirde, herkes tarafından bilinmeyen, herkesin kullanmadığı (garip) kelimelere yer verilmemelidir. Çünkü gazelde manaların hareketi aşina sözlerle olur. İnsanların bildiği, yerleşmiş kelimelerin çevresinde zengin bir çağrışım atmosferi meydana gelmiştir. Galib, şiir dili konusunda Nabî’yi eleştirirken kendisi de çok terkipli mısralar yazmaktan kurtulamaz:“Bir defa Galib’in şiiri, derin hayal örgüsüyle yoğrulmuş olup fazla terkiplidir (sebk-i Hindî). Oysa kendisi fikir olarak Nabî’yi bile, dilinin külfetli olmasından dolayı muahaze etmektedir.” [21]
Okuyucu, aşina olduğu kelimelerle söylenmiş bir şiirden daha çok haz alır. İrem bahçesine yabani ot yakışmadığı gibi şiire de garip kelimeler yakışmaz:
Aşinâ lafz iledir cünbüş-i ma’nâ-yı latîf
Gülsitân-ı İrem’e sebze-i bîgâne abes D.g.29,s.264
Şiirde “vuzuh”a iltifat etmeyen Galib, sözün fazla açık olmasının şiirden uzaklaştıracağına inanır. Şair bunu yakalayıncaya kadar pek çok tecrübe geçirmelidir:
Olmaya sözü bedîhî-i tâm
Ede nice tecrübeyle itmâm HA.s.43
Gazelin güzelliği, bir gelin gibi edebî sanatlar ve mazmunlarla süslü [22]; mısralarının da birbirine uygun olması ile mümkündür. Kısacası beytin her iki mısraı uyum içinde buluşmalıdır:
Pîrâne düştü ol kadar Es’ad ki bu gazel
Mısra’larının birbirine iltikâsı var D.g.95,s.303
O’nun şiirdeki hedefi çok daha ötededir. Galib, şiirinin sadece yer yüzünde değil, gökte de melekler tarafından beğenilmesini sağlamak için çok uğraşmış, yeni zeminler yoklamış ve başarılı da olmuştur:
Ne tâze zemînler bulurdu Galib-i zâr
Sözün felekde melekler pesend edinceye dek D.g.175,s.34
Galib’in istediği şiirin tanımına ulaşabilmek için onun şiirde aradığı özellikleri tespit etmemiz gerekir. O, şiir (özellikle gazel) bir çırpıda söylenmişçesine güzel olmalıdır, diyerek böyle şiirler yazdığı için övünür:
Meclis-i ehl-i sühanda yek kalemdir bu gazel
Es’adâ söz var mı hüsn-i tab’ u isti’dâdıma D.g.287,s.407.
Şiirde İ’câz: Şiir, mucize derecesinde benzersiz olmalıdır. Bu bütün divan şairlerinin de biricik hedefidir. “İ’câz” her şair için bir “kızıl elma”dır; bütün çabalar ona ulaşabilme yolunda harcanır. Şairin bu hususu işleyen bazı beyitlerini örnek olarak sunuyoruz:
Es’ada kâdir iken mu’cize Hârût-ı kalem
Râh-ı eş’ârda sihr etme büyük câhımdır D.g.70,s.290
Edip nazm-ı bülendim silm-i ma’nî-i Hanîf Es’ad
Mesîh-i kilk-i pâki târem-i i’câza yol bulmuş D.g.137,s.327
Sen hemân Galib hamûş ol da’vi-i i’câzdan
Bu gazel çok şa’ir-i meşhûra eyler i’tirâz D.g.145,s.331
Ser-hadd-i nazmı bulmadı tab’-ı sühanveri
İ’câza vardı Galib’in eş’ârı neyleyim D.g.224,s.375
Şiirde Mana yeni, örijinal ve kimse tarafından söylenmemiş olmalıdır. Diğer şairler gibi Galib de “bikr-i mana” ardından koşarken şiiri, “bikr-i mana”yı arama yolunda Leyla’nın düğününde feryat eden Mecnun’un mersiyyesi gibi olur:
Bikr-i ma’nâya tahassürle nevâ-yı suhanım
Sûr-ı Leylâdaki mersiyye-i Mecnûn gibidir D.g.72,s.290
Şiiri şiiri yapan elbette yeni, yeni olduğu kadar da renkli manalardır. Çünkü bu, gazel yazmada kalemin ödediği kan bahası sayılıp aynı zamanda şiirin hüzün verici olması gerektiğini de ima etmektedir. Şiir, güzeli tasvir ederken düşünce gücü ünlü ressam Mani titizliğiyle çalışır:
Es’adâ ma’nî-i nev tıfl-ı nev-âmûz bize
Fenn-i endîşede üstâd derler o biziz D.g.122,s.319
Eylemiş ol sanemi Mânî-i fikrim tasvîr
Eser-i hâme-i pergârına mâşa’allâh D.g.295,s.410
Şiirde söz “lafız”, mana mumunun pervanesi olmazsa bir işe yaramaz [23]; kâkülden maksat yağma ve kargaşa olduğu gibi, şiirde de asıl olan manadır.[24] Galib, harfleri üzerlik tohumuna, manayı ise ateşe benzetir.[25] Şeker ve süt gibi kelimeleri kullanmakla şiir tatlılaştırılamaz. Şiire tatlılık veren [26], yüzünü güldüren manadır.[27] Galib bir başka beytinde manayı Hz. Musa’nın “yed-i beyzâ”sına benzetir:
Yed-i beyzâ-yı ma’nâ âşikâr eylerse de tab’ı
Çıkan ceyb-i keremden şâ’ire dest-i du’âdır hep D.Kıt’a 18,s.438.
Şiir için mana şarap; söz “lafz” ise kadehtir.(D.g.76,s.294) Aşağıdaki beyitte şair manayı aya, dili de onu ikiye ayıran parmağa benzeterek Hz. Muhammed’in “şakk-ı kamer”mucizesine telmihte bulunmuştur:
Benim mu’ciz-beyân-ı nutk bürhânım dehânımdır
Meh-i ma’nâ-yı şakka tîg engüşt-i zebânımdır D.g.98,s.305
Bir başka beytinde Galib, manayı gök yüzüne, kendisini de, kelimelere hayat vermekte, Hz. İsa’ya teşbih eder.[28] Aşağıdaki beyitte ise şair manayı bir ceylana, şiirini de onu avlayan kemende benzetmiştir:
Kemend-i nazmım ederken gazâl-ı ma’niyi râm
Yine de o şûhuma Galib gazel beğendiremem D.g.213,s.369
Şiirde manayı saraya [29] ya da murg’a (kuş) [30] benzeten Şeyh Galib, kalem gibi başım kesilse bile duyulmamış, söylenmemiş manaları aramaktan vazgeçmem diyerek orijinal bir şiir peşinde olduğunu söyler:
Hâme-veş başım feda etsem de Galib eylemem
Kat’-ı hâhiş ma’ni-i nâ-güfteyi teftîşden D.g.265,s.396
Ancak bu arayışın hiç de kolay olmadığını vurgulamaktan kendisini alamaz:
Hafîdir hüsn-i ma’nâ gibi Galib
Bilen vasf edemez ma’nâ-yı hüsnü D.g.306,s.417
Şiirde Mazmun: Şiirde mazmunların önemini her fırsatta vurgulayan Galib, bunu gül [31] ve gonca örneği ile anlatır:
Sen Es’ad düşürürsün gonca-i mazmûnu hep ammâ
Bu tarh-ı dil-keşe teşrîf eden yârâna kalmaz hîç D.g.31,s.265
Mazmunun tanımını yapmayan şair daha çok bu “gül” ve “gonca” teşbihleriyle şiirde söylenmemiş olan mazmunu yakalamaya çalıştığını dile getirir. Mazmun konusunda yazılanları değerlendirdiği makalesinde Kenan Erdoğan, şairin bu husustaki düşüncelerine, “Mânâca ilgili sözleri bir araya getirmek (ki bağlı unsur denilen mazmunun gereklerinden biridir.), sadece bir oyun ve bir hünerdir ve musaffâ (saf) şiirden nasibi olmayanların işidir. Onlar sözün gösterişine ve dışına bakarlar.” ifadesiyle ışık tutar.[32] O, yeni bir üslûp peşinde olup incelik ve mazmunun tek başına şiir için yeterli olmadığının da farkındadır.
Çün şive-i nâza mâiliz biz
Bir tâze edâya kâiliz biz
Yoksa ne nezâket ü ne mazmûn
Da’vâ-yı fazilet ile meşhûn HA.s.138
Şiirde Hayâl: Galib, şiirin temel öğelerinden olan hayal konusunu sık sık işler. Hayali, sebz-âba ve kuşa [33], benzeterek şairlikte i’câz derecesinin hayalle ölçüldüğünü belirtir:
Bu söze Kur’ân gibi îmân eder ehl-i sühân
Şâ’irin Galib tahayyül rütbe-i i’câzıdır D.g.55,s.280
Galib, Kur’an örneğini vererek tahayyülün şiir için ne denli önemli olduğunu anlatıp kendisini bu alanın Aristo’su olarak över . Öyle bir hayal gücüne sahiptir ki kalbi Aristo’nun İskender’e yaptığı ayna gibi dünyayı tarassut edebilir:
O Aristo-yı hayâlim ki cihan
Seyrgâh-ı rasad-ı kalbimdir D.g.69,s.289
Her devirde yüksek hayal gücüne sahip ancak bir iki şair bulunduğunu söyleyen Galib, onların da saf hayallerini sarf ederek i’caza ulaşabildiklerini vurgular:
Her devrde bir iki sühan-sâz
Elbette eder beyân-ı i’câz
Sarfetme ile hayâl-i sâfın
Arzeyler edâ-yı i’tirâfın HA.s.135
Kalem: Şair çoğu kez kalemi teşhis ederek şairliğinin gücünü anlatır. Kalemini fıskiyeye ve gezdiği her yeri yeşerten Hızır’a benzetir [34]. Eğer der, kalemim divan arsasını yeşertmeseydi fikir cennetinin gülleri bitmezdi( açmazdı):
Gülleri Galib yeşermezdi behişt-i fikretin
Kaynaklar
[1] Şeyh Galib Divanı, haz. M. Muhsin Kalkışım, Ankara 1994.
[2] Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk, Haz. Orhan Okay- Hüseyin Ayan, İstanbul 1975.
[3] Talat Sait Halman, “Şeyh Galib ve Divan Şiirinin Değeri”, Şeyh Galib Kitabı, İstanbul 1995, ss.191-192.
[4] Metinde Divan D, Hüsn ü Aşk HA ve gazel g ile gösterilmiştir.
[5] M.Kaya Bilgegil , Hüsn ü Aşk’ın başında yer alan incelemesinde , Galib’in nasıl bir şairlik tabiatı düşündüğü sorusuna şöyle cevap vermiştir: “Havz-ı feyz,-zahirî mânâlarıyla- ışığın, aydınlığın, suyun, şarabın, mâdenin, gevherin, mücerredin... sihirli bir telkin sühunetinde yumuşayıp, eriyip birliğe yönelen bir terkip halinde mısrâa sirâyet ettiği, her mısrâda ayrı bir tenazur aynasından içe vuran, yalnız duyguların “âşinâ” çıkabileceği bir şiir pırıltısıdır.”. Hüsn ü aşk, s. XIII.
[6] Divan, g.225, s.376
[7] Hüsn ü Aşk, s. 38 456 Mahmut KAPLAN
[8] Hüsnü Aşk, s.136-137.
[9] Hüsn ü Aşk, s.138.
[10] M.Kaya Bilgegil, Şeyh Galib’e göre şiir nedir sorusunu, “Şu halde Galib’e göre şiir, ne önce bulunmuş mazmunlar, ne mustalah tâbirler, ne Arapça ibâre, ne ağdalı edâ, ne belâğat kaidelerine uygunluk, ne mânâca ilgili lafızları bir araya toplayabilme hüneri, ne çehre güzelliğinden bahsetme, ne herkes tarafından beğenilen söz, ne de ehli dışında başkalarına açık bulundurulan tam bedâhettir.” İfadesiyle cevaplandırır. HA, s.XI.
[11] HA.s.131.
[12] Divan,g.271,s.398.
[13] Divan,g.51,s.277.
[14] Victoria Holbrook, “Mazmun mu Klişe Yoksa Devralınmış Mazmun Kavramı mı? Galib’in Hayalinde Renk ve Yorumu”, Şeyh Galib Kitabı, s.137.
[15] Victoria Holbrook, a.g.m, s.139.
[16] Victoria Holbrook, a.g.m, s.136.
[17] Kudret Altun, “Hüsn ü Aşk’ta Gece Nur-ı Siyahtan Aydınlığa”, İlmî Araştırmalar, İstanbul 2000, S.10.ss.9-18. Turkish Studies
[18] Galib’in şiirlerindeki renkler başka bir makalenin konusu olacaktır.
[19] Yakut kelimesi İslâm dünyasında hat tarihinin önemli merhalelerinden biri olan Yakut Musta’sımî (ö.698/1298)’yi hatırlatacak şekilde tevriyeli kullanılmıştır. Yakut için bkz. M.Nihat Çetin, İslam Ansiklopedisi, C.13, İstanbul1986.s. 352 vd.
[20] Divan,g.88,s.300.
[21] İskender Pala, “Galib Vardır Şeyh Galib’den İçerü”, Şeyh Galib Kitabı, s.163.
[22] Divan,g.151,s.334.
[23] Divan, g.123,s.319.
[24] Divan, g.147,s.331.
[25] Divan, g.307,s.417.
[26] Divan, g.43,s.272.
[27] Divan, g.255,s.391.
[28] Divan, g.102,s.307.
[29] Divan, g.203,s.363.
[30] Divan, g.172,s.345.
[31] Divan, g.35, g.289,s.407; g.177,s.348.
[32] Kenan Erdoğan, “Mazmun Üzerine Yazılanlar ve Divan Şiirinde Kullanılan Bazı Mazmun ve Remizlerin Niyazî- i Mısrî’de Kullanılışı”, C.B.Ü Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, Manisa 1997, S.1. s.279.
[33] Divan,g.61,s.284, g.47,s.275,.
[34] D,g.58,s.282.
[35] Prof. Dr. Mahmut Kaplan, "Şeyh Galib'in Şiir Anlayışı", Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 2/4 Fall 2007, http://www.turkishstudies.net/sayilar/sayi6/31kaplanmahmut.pdf
0Awesome Comments!