
Harname yahut Münasebet-i Hikayat
Akhenaton
«Bir eşek var idi zaif ü nizâr
Yük elinden katı şikeste vü bizâr...» (Şeyhî)
Hiciv
Eski zamanların birinde, bir köyde zayıf ve çelimsiz bir eşek yaşardı. Sahibinin ona yüklediği yükten bıkmış, gece-gündüz odun çekmekten, su taşımaktan vücudunda kocaman kocaman yaralar çıkmıştı. hani baksanız, bu yaralardan tenindeki tüyler bile görünmez olmuştu. Derisi, bu ağır yüklerin sıkletinden kana boyanmış, adeta bir kemik-bir deri kalmıştı.
Birgün sahibi, onun işe yaramaz olduğunda kanaat kılıp onu kapı dışarı etti. Ahh! O kadar yaralanmıştı ki buna... "İnsanlar, ne kadar vefasız oluyor" dedi içinden. Bunca hizmetinin ardından, işe yaramaz hale gelince, eski bir gömlek gibi atılmıştı bir kenara işte.. Oysa sahibiyle ne güzel anılar geçirmişti. Heyhât! Mâzinin solgun yaprakları arasında ne kadar da acı veriyordu, geceleri ayışığında sahibine yaptığı serenâtları düşünmek... O an, gözlerinin nemlendiğini duydu yüreğinde; hayır, o ağlamıyordu! Bu hazîn duygularla çocukluk yıllarının geçtiği o rengarenk çayırlara geldiğini bile farketmemişti.. Artık bu yemyeşil ve taptaze otlar bile çekmiyordu nedense artık ilgisini.. Ve yüreğinde artık kavuşamayacağı palanının - o acı veren - sessizliğini duydu. "Seninle ne tatlı anılarımız olmuştu.. Sen ve ben, adeta bir bütündük.." Bazen derisini kana boyasa da, olsundu; âşık, sevgiliden şikayet edebilir miydi hiç? "Biz senden gelen her derdi öpüp başımıza koymuşuz gülümmm" dedi iç çekerek...
Neden sonra yalnız olmadığını anladı. Karşıda birkaç öküz ve sığır gördü neş'eyle otlayan. "Ahh gençlik!" dedi tekrara mâziyi yâd ederek. "Ne kadar mesutsunuz şimdi! Yarının kaygısı olmayan gönülleriniz, ahhh, şimdi ne hayâllerle doludur!" Ve sessizce onları seyre koyuldu. Ne kadar da gergin göğüsleri vardı bu öküzlerin. Kiminin boybuzu ay gibi, kimininse yay gibi halka halkaydı. "Ne yular derdiniz var, ne eyer üzüntünüz, ne de yük altında hasta ve mecâlsiz ağlayışınız..." Kendisiyle karşılaştırdı onları, utandı. "Sistem bozuk kaardeşiim" dedi kendi kendine. Aynı yaratılışta, aynı elde ve ayakta, aynı sûret ve şekilde idiler ama neden bunların başında taç var iken kendine bu fakirlik ve ihtiyaç düşmüştü? Sonra "Boşverrr gakkooo!!" dedi kendi kendine. Zaten ben bir nazlı yâr'den ayrılmışam.. Ahh kahpe felek, kimini zengin yaparsın kimine de yedirirsin kelek! Kader bu ne gelir elden?!! Ve çayırın engin ufuklarında, meçhûl bir istikamete doğru yol almaya başladı. Nesineydi onun bu çarpık düzeni eleştirmek! Hem annesi her zaman ona: "Oğlum, sen adam olmazsın"demez miydi? Doğruydu işte: O, adı üstünde bir eşek'ti. Ve şimdi kırgın, hüzünlü ve yalnız bir eşek! Nazlı gözleri simsiyah ufuklara dalarak yürüdü, yürüdü, yürüdü... Hayır... O, ağlamıyordu.
Akhenaton,
26 Ekim 1999.
0Awesome Comments!