Saba Kraliçesi Belkıs



Saba Kraliçesi Belkıs
Hazırlayan: Akhenaton

Saba Melikesi Belkıs, (Habeş'çe: Nigist Saba, Arapça: بلقيس), günümüz Habeşistan (Etiyopya) veya [1] Yemen'in Sebe şehrinde hüküm süren,[2] tarih öncesi Saba Krallığı'nın (İbranice Sh'va veya Seba שבא, Arapça Saba veya Sebe سبأ) hükümdarı olan [1] kadın sultan. Himyeri hükümdarlarının soyundandır. Bir rivayete göre Belkıs'ın annesi, cinlerdendir.[2] Asıl adının Belkıs binti Şerahil veya Belkıs binti Hedhad b. Sürahbil olduğu ve yirmi yıl meliklik yaptığı nakledilmiştir.[3]
Modern arkeoloji, Saba Krallığı'nın mevcudiyeti konusunda şüphecidir. Kitabı Mukaddes'te kraliçenin isminden bahsedilmez. Habeş kültüründe "bu şekilde değil, böyle değil" gibi anlamlara gelen "Makeda" ismiyle anılır. İslam kültüründe "Belkıs" olarak bilinir. Ayrıca bazı kaynaklarda "Lilith", "Nikaule" veya "Nicaula (Nikola)" olarak da geçer.[1]
İslami kaynaklara göre Sebe Halkı, Güney Arabistan'da yaşamış olan dört büyük uygarlıktan birisidir. Bu kavmin kuruluş tarihi hakkındaki tahminler, M.Ö. 1000-750 seneleri arasında değişir. Yıkılışı da M.S. 550'li yıllarda İranlılar'ın ve Müslüman Araplar'ın iki yüzyıl süren saldırılarıyla olmuştur.

Sebe Devleti'nin kuruluş tarihi, anlaşmazlık konusudur. Sebe Kavmi, devlet tutanaklarını MÖ 600'lü yıllarda işlemeye başlamıştı. Bu sebeple Sebeliler'in bu tarihten öncesine ait kayıtları bulunmamaktadır.

Sebe Kavmi'nden bahseden en eski kaynaklar, Asur kralı II. Sargon'un zamanından kalma savaş yıllıklarıdır. (M.Ö. 722-705) Sargon, bu yazıtlarda kendisine vergi ödeyen devletlerden söz ederken Sebe Kralı Yis'i-amara'dan bahsetmektedir. Bu kayıt, Sebe Devleti hakkında bilgi veren en eski yazılı kaynaktır. Ancak sadece bu kaynağa dayanarak Sebe Devleti'nin M.Ö. 700 yılında kurulduğunu söylemek doğru olmayacaktır; zira Sebe Devleti'nin yazılı kaynaklara geçirilmeden uzun bir ömür sürmüş olması oldukça kuvvetli bir ihtimaldir. Yani Sebe Devleti'nin tarihi, bilinenden çok daha eskilere dayanıyor olabilir. Nitekim Ur Krallığı'nın son hükümdarlarından Arad-Nannar'ın kitabelerinde "Sebeliler memleketi" anlamına geldiği düşünülen "Sabum" kelimesi yer almaktadır. Eğer bu kelimenin gerçek anlamı buysa, bu, Sebe devletinin tarihinin M.Ö. 2500'lü yıllara kadar uzandığını gösterir.[4]
Tarih, eski çağlarda Sebeliler arasında sadece bir tek Allah'a ibadet eden küçük bir topluluğun yaşadığını göstermektedir. Çağımızda yapılan arkeolojik kazılar sonucu Yemen'de bulunan kitabeler bu küçük unsurun varlığına işaret etmektedir. Yaklaşık olarak M.Ö. 650 yıllarına ait kitabeler, Sebe krallığı içinde, sadece Zu-semevi veya Zû-semâvi'ye (yani Rabb es-Sema! Göklerin rabbi) ibadete hasredilmiş evler bulunduğunu söylemektedir. Bazı yerlerde bu ilahtan Meliken zu-semavi (Göklerin sahibi olan Melik) diye bahsedilmektedir. Sebelilerin bu mirası, Yemen'de yüzyıllarca yaşamaya devam etmiştir. M.S. 378 tarihli bir kitabede "İlah zu-semavi" (bu mabet, ilah zu-semavi'ye aittir) ifadesi bulunmaktadır. M.S. 465 tarihli bir kitabede şöyle bir ifade yer alır: "Bi-nasr ve riza ilah-in bel semin ve ardin" (Göklerin ve yerin sahibi olan ilahın yardım ve rızasıyla) . M.S. 458 tarihli başka bir kitabede de Rahman kelimesi, bi-rıza Rahmanen (Rahmanın yardımıyla) şeklinde kullanılmaktadır.[5]
Yahudi Kaynaklarında (Eski Ahit ve Eski Yahudi Efsaneleri)

Eski Ahit'e göre Saba Kraliçesi (Melikesi), İsrail Kralı Solomon'un (Süleyman Peygamber) bilgeliğini duydu ve onu sorularıyla test etmek amacıyla beraberinde baharat, altın ve değerli taşlardan müteşekkil birçok hediye ile yola çıktı (1. Krallar 10:1-13 ve 2. Tarihler 9:1-12 ). Kraliçe, Süleyman'ın bilgeliği ve serveti karşısında hayrete düştü ve Süleyman'ın tanrısına dua etti. Süleyman, kraliçeye hediyelerle karşılık verdi ve "ne isterse alabileceğini" söyledi. Kraliçe, zaten çok zengindi ve Süleyman'a hediye olarak 4,5 ton altın getirmişti (1. Krallar 10:10).

Süleyman'ın Özdeyişleri'nde Saba Kraliçesi ile Süleyman arasındaki ilişkiye dair bazı göndermeler vardır ve bunlar zaman zaman ikilinin birbirlerine aşık oldukları şeklinde yorumlanır.

Yahudi tarihçi Josephus Antiquitiesde Saba Kraliçesi'nin öğrenmeye olan tutkusundan bahseder. Onu "Nikaule" olarak adlandırır. Muhtemelen bu ismi Herodot'un "Nitocris"ine benzeterek oluşturmuştur.

Sonraki dönemlerdeki Yahudi efsaneleri, daha öyküsel bir anlatımla ifade edilmişlerdir. Saba Kraliçesi'nin testlerinden oluşan manilerin derlenmesi için büyük çaba sarf edilmiştir.

Saba Kraliçesi, bazı öykülerde "Lilith" olarak adlandırılmıştır.[1]
Hıristiyan Kaynaklarında

Saba (Şeba) Kraliçesi, Matta İncil'inde "Güneyin Kraliçesi" olarak geçer (12:42). Luka İncili'nde İsa, kendisini reddeden çağdaşlarını, Saba Kraliçesi'nin ve Ninevah'lıların (Musul yakınlarındaki bir Asur kenti) yargılayacağını belirtir.

Eski Ahit'teki Saba Melikesi öyküsünün tarihi ve metaforik boyutu, Hıristiyan tefsirlerinde özellikle vurgulanmıştır. Saba Melikesi hikâyesi, bir Hıristiyan metaforu ve analojisi olarak nitelendirilir. Kraliçenin Süleyman'ı ziyareti, Kilise'nin İsa ile birleşmesi ile kıyaslanır ve metaforik bir ifadeyle Süleyman'ın 'Mesih' olduğu, Saba Melikesi'nin ise 'İsa'nın iradesine boyun eğen Yahudi halkı' olduğu belirtilir.

Saba Kraliçesi'nin saflığı ve temizliği; 'Meryem'in habercisi' ve 'Mecusilerin bebek İsa'ya getirdiği hediyeler ise (altın, buhur ve mür); Kraliçe'nin Süleyman'a götürdüğü üç hediyenin (altın, baharat ve değerli taşlar) birer yansıması' olarak tasvir edilir.[6][1]
Ortaçağ'daki Tasvirler

Orta Çağ sanatında Saba Melikesi'nin ziyareti, 13. yüzyıl Amiens Katedrali'nin girişindeki "Tanrı'nın Anasının Kapısı"nda resmedilmiştir. Bu eser, Mecusilerin hediyelerine gönderme yapılan kapsamlı bir tasvirdir.[7] Strazburg, Rochester ve Canterbury gibi 12. yüzyıl katedrallerinde de kapı ve pencere süslemelerinde Saba Melike'sinden esinlenerek yapılmış elementler göze çarpmaktadır.[6][1]
Rönesans Tasvirleri

Boccaccio'nun "De Mulieribus Claris" (Ünlü Kadınlar Üzerine) adlı eseri Josephus'un izinden giderek Saba Melikesi'nden Nicaula ismiyle bahseder. Christine de Pizan'ın "The Book of the City of Ladies" (Hanımefendiler Şehri'nin Kitabı) bu geleneği devam ettirir. Piero della Francesca'nın 1466 yılında yaptığı Arezzo'daki Gerçek Çarmıh Efsanesi'ne dair duvar resimleri , Saba Melikesi'nin Süleyman'ı ziyareti konusunu işleyen iki panel içermektedir. Gerçek Çarmıh Efsanesi, Saba Melikesi'nin hayran kaldığı Süleyman'ın sarayının kirişleri ile İsa'nın gerildiği çarmıh arasında bir bağlantı kurmaktadır. Hieronymus Bosch'un 1510 yılında yaptığı "Mecusilerin Büyük Aşkının Üçlü Tablosu", Rönesans sanatçılarının Saba Melikesi'nin ziyareti ile Mecusilerin ziyaretini karşılaştırdıkları metaforik yaklaşımın devamı niteliğindedir. Bosch, Saba Melikesi'nin ziyaretini, Mecusilerden birinin yakalığına işlemiştir.[8][1]
Günümüz Teorilerinde

Saba Melikesi ile Süleyman'ın görüşmesinin nedeninin din, aşk, hayranlık vs. değil, ticaret olduğuna dair bir teori ileri sürülmüştür.Zira İncil'de Süleyman'ın Ezion-Geber'de bir deniz ticaret filosu oluşturduğu söylenir. Bu teoriye göre Süleyman, önceleri kendisine aracılık eden güney Arabistan'daki Saba Krallığı'nı baypas ederek Doğu Afrika'ya rutin seferler düzenlemeye niyetlenmiştir.[1]
İslam Kaynaklarında

Hz. Davud vefat edince, on iki yaşındaki oğlu Hz. Süleyman, babasının yerine sultan oldu. Allah-u teala, onu İsrailoğulları'na peygamber olarak da vazifelendirdi. Mucize olarak; rüzgarlardan başka, kuşları ile cinnîleri emrine verdi.[2] Hz. Süleyman'a Allah tarafından dünyada hemen hemen hiç kimseye verilmeyen büyük nimetler verildi. Gerek cinler, gerek hayvanlar özellikle kuşlarla konuşması ve gerekse insanlardan oluşan kalabalığa liderlik yapması gibi nimetler. Her türden topluluğa hükümdar diyebiliriz.[9] Hz. Süleyman, Mescid-i Aksa'yı 7 yılda tamamladıktan sonra, hükümet sarayını 13 senede yaptırdı.[2]
Hz. Süleyman'ın Belkıs'la karşılaşması şöyle olmuştur: Süleyman (a.s) Filistin'de Beyt-i Makdis'i inşa ettikten sonra hac için Harem-i Şerife gider. Hicazdan Yemen tarafına yönelir. San'a'ya kadar gidip orada konaklar fakat su bulamaz. Bu arada kılavuzluk yapan ve suyun yerini haber verecek olan Hüdhüd kuşu kaybolmuş ve kılavuzluk işi aksamıştı. Ancak Hüdhüd Sebe' Melikesi Belkıs'ın beldesine ulaşmış ve Süleyman'a ondan haber getirmişti.[3]
Hz. Süleyman'ın Yemen'in Sebe şehrinde hüküm süren Belkıs'tan, Belkıs'ın da Hz. Süleyman'dan haberi yoktu. Hüdhüd kuşu, Hz. Süleyman'a Belkıs'la ve kavmiyle ilgili haber getirdi. Belkıs ve kavminin Allah-u tealayı bırakıp güneşe taptıklarını söyledi. Hz. Süleyman, Belkıs'a Hüdhüd'le [2] besmeleyle başlayan «Müslüman ol, isyan etmeden bana gel!» diye [10] mektup göndererek Allah-u tealaya iman etmesini istedi.[2] Hüdhüd, her yer kapalı olduğu için mektubu pencereden girerek Belkıs'ın yatağına koydu. Belkıs, uyanıp mühürlü mektubu görünce korktu.[10]
Belkıs, ileri gelen adamlarıyla danışmada bulundu.[2] Süleyman aleyhisselamın peygamber olup olmadığını öğrenmek istedi. "Peygamberse savaşamayız, teslim oluruz. Değilse savaşırız." dedi. [10] Hediyeler hazırlayarak Hz. Süleyman'a gönderdi. "Eğer Süleyman, dünya padişahlarından ise, hediyelerimi alır, eğer peygamber ise dinine tabi olmaktan başka hiçbir şeye razı olmaz. Mutlaka onun dinine tabi olmamız icap eder." diye düşündü.[2]
Belkıs, Hz. Süleyman'ı denemek için kız kıyafetinde 500 genç erkek, erkek kıyafetinde 500 kız, eğri delikli bir inci, bir bardak, bir taş ve hediye olarak da yakut bir taçla iki altın kerpiç gönderdi. «Eğer bu adam, peygamberse, erkeklerle kızları birbirinden ayırır. İnsan ve cinden başka bir mahluka bu taşı deldirir. Bardağa yerde ve gökte olmayan sudan doldurur. Şu inciye de ip geçirir.» dedi.

Hüdhüd, gelip bunları Süleyman aleyhisselama haber verdi. O da Belkıs'ın göndermekte olduğu kerpiçlerin ebadındaki altın kerpiçlerle geniş bir sahayı döşetti. Hayvanları üstüne saldı. Belkıs'ın elçileri, her yerin altın kerpiçlerle döşenmiş olduğunu, hayvanların kerpiçlere pislediğini, altının burada hiçbir değeri olmadığını görünce, getirdikleri iki altın kerpici hediye olarak vermeye utandılar. Altın kaplı sahada iki kerpicin yeri boştu. Elçiler (Bu iki kerpici oradan çaldınız diye itham ederler) diyerek iki kerpici gedik olan yere bırakıp huzura çıktılar.

Belkıs, «Bu adam, sizi sert karşılarsa peygamber değildir.» demişti. Fakat Hz. Süleyman, onları güler yüzle ve tatlı sözlerle karşıladı. «Hani inciniz nerede? Getirin ona iplik takalım.» buyurdu. İnciyi bir ağaç kurduna verdi. Kurt, ipliği ağzına alıp bir taraftan girerek öteki taraftan çıktı. Hz. Süleyman, «Delinecek taşı getirin.» buyurdu. Onu da ağaçkakan kuşu deldi. Kız ve erkeklere yüzlerini yıkattı. Kızlar, ibriği sol el ile; erkekler, sağ el ile tuttukları için birbirinden ayırdı. Bardağı da hızlı koşturulan atların terleriyle doldurttu.[10]
Hz. Süleyman, Belkıs'ın hediyelerini kabul etmedi. Elçiler, Hz. Süleyman'ın saltanatını, ordularını gördükten sonra, Belkıs'ın yanına döndüler. Hz. Süleyman, Belkıs ve ahalisinin Allah-u tealaya iman ve ibadet etmelerini istediğini bildirdiler. Belkıs, Hz. Süleyman'ın peygamber olduğunu anlayıp, yolculuğa hazırlandı. Tahtını muhafazalı bir yere kilitleyip kalabalık ordusu ile Hz. Süleyman'a gitmek üzere yola çıktı. Cinniler, bu durumu Hz. Süleyman'a haber verdiler. Hz. Süleyman, Belkıs'ın akıllı olup olmadığını, tahtını tanıyıp tanıyamayacağını denemek için ve peygamberliğine delalet eden bir mucize olması için Belkıs'ın Yemen'de muhafaza altında bulunan tahtını [2] ism-i a'zam duasını bilen Asaf bin Berhıya aracılığıyla [10] bir anda Kudüs'e getirtti.[2]
Diğer bir rivayete göre Süleyman (a.s), Belkıs'ın ünlü tahtının bir mucize eseri olarak kendi sarayına getirilmesini istedi ifrit adlı bir cin bir kimse oturduğu yerden kalkmadan tahtı getirebileceğini yanında kitaptan bir ilim bulunan kimse ise göz açıp kapayıncaya kadar tahtın önlerinde hazır olabileceğini söyledi. Gerçekten o sırada San'a'da veya başka bir rivayete göre Şam yöresinde bulunan Süleyman (a.s)'ın yanına Melike'nin tahtı göz açıp kapayıncaya kadar getirildi. (en-Neml 27/35-40.) Tahtı getiren kişi Abdullah b. Mes'ud'a göre Hızır (a.s) [11] İbn Abbas'a göre ise Süleyman (a.s)'ın veziri Asaf b. Berhıyâ idi. Asaf dosdoğru (sıddîk) bir kul olup kendisi ile Yüce Allah'tan bir şey istenince verilen dua edilince kabul olunan "Allah'ın en büyük ismi (ism-i azam)"ni biliyordu. Hz. Süleyman'ın bir mucizesi olarak veziri böyle bir keramet göstermişti. [12][3]
Belkıs'ın babası cin, anası insan idi. Belkıs'ın geleceğini duyan cinler, endişeye kapıldılar. «Belkıs gelir, Süleyman aleyhisselamla evlenir, bir erkek çocukları da olursa, başımız beladan kurtulmaz. Bu işe engel olalım.» dediler. Belkıs'ın aklının bozuk olduğunu, ayaklarının merkep ayağına benzediğini söylediler. Hz. Süleyman da bu haberin doğru olup olmadığını öğrenmek için üzeri billur döşeli bir su havuzu yaptırdı.[10]
Hz..Süleyman, insanlardan ve cinlerden olan ustalara camdan büyük bir saray yapmalarını emretti. Onlar da yaptılar. Altından su akıttılar. Durumu bilmeyen herkes her tarafın su olduğunu sanırdı. Oysa su ile nehrin arasında cam vardı.[13] Sarayın avlusunun tabanını billurdan yaptırmış, altından sular akıtmış ve içine balıklar koydurtmuştu.[14][15]
Belkıs, Kudüs'e gelince, Hz. Süleyman'la görüştü.[2] Belkıs, billuru bilmediğinden suya gireceğini zannederek ayakkabılarını çıkardı. Süleyman aleyhisselam da ayaklarında kusur olmadığını gördü. Aklını tecrübe için de tahtında biraz değişiklik yaptırarak kendisine gösterdi. Belkıs, "Tıpkı benim tahtım" dedi.[10] Belkıs, tahtının Yemen'den Kudüs'e getirilmiş olduğunu görünce, hayran kalıp, Hz. Süleyman'ın mülkünün Allah-u tealadan olduğunu, Allah-u tealadan başka ibadete layık bir ilah bulunmadığını, Hz. Süleyman'ın Allah-ü tealanın peygamberi olduğunu anladı ve:

"Ey Rabbim! (Güneşe ibadet etmekle) nefsime zulmetmişim. (Şimdi) Süleyman'ın maiyetinde alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum, (Müslüman oldum)." dedi ve iman etti.[2]
Kendisi de bir zenginlik ve hâkimiyete sahip olan Sebe Melikesi Belkıs, Hz. Süleyman'ın sarayına girince o güne kadar gördüğünden çok farklı bir estetik ve bir zenginlikle karsılaşmış ve ruhuna hitap eden büyük bir akla şahit olmuştu. Aslında Sebe Melikesi Belkıs'ın duyduğu hayranlık ve şaşkınlık içine girdiği saraya değil, Hz. Süleyman'ın aklınaydı. Çünkü Belkıs'ın karsılaştığı manzara, o dönemin şartlarında yapılabilecek en mükemmel eser olarak tarif edilebilecek en güzel yerdi.

Hz. Süleyman ve onunla birlikte yaşayan mü'minler, Allah'ın kendilerine verdiği bu büyük mülkü taşımaya lâyık ve ehil kimselerdi. Rabbine karşı son derece güzel ahlâklı, teslimiyetli ve mütevazi bir peygamber olan Hz. Süleyman, kendisine nimet olarak bahsedilen bu büyük zenginliği yine yalnızca Allah'ı razı etmek ve onların kalbini İslâm'a ısındırmak için kullanıyordu. Pek çok peygamber de aynı Hz. Süleyman gibi insanlara dini tebliğ ederken halkın karşısına büyük bir zenginlikle çıkarak, onları etkileme yoluna gitmişti. Hazinenin başına getirilen Hz. Yusuf, kendisine büyük bir mülk verilen Hz. İbrahim, görenleri hayrete düşürecek kadar ihtişamlı bir hâkimiyete sahip olan Hz. Süleyman ve fakirken zengin kılınan Peygamberimiz Hz. Muhammed, yaşadıkları hayat boyunca bunun en güzel örneklerini sergilemişlerdir. [16][17]
Rivayete göre Hz. Süleyman, Belkıs'la evlendi. 40 yıl hükümet ettikten sonra vefat etti. Belkıs'tan Davud isminde bir oğlu olup, babasının sağlığında vefat etti. Hz. Süleyman'ın vefatından kısa bir müddet sonra Belkıs da vefat etti.

Belkıs'ın Hz. Süleyman'la mektuplaşması ve Kudüs'e gelmesi, Kur'an-ı kerimde Neml suresi 24-44. ayet-i kerimelerinde uzun bildirilmiştir;[2]
Kuran-ı Kerîm'in Anlatımıyla Belkıs Kıssası (Neml 15-44)

Andolsun, Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik: "Bizi inanmış kullarından birçoğuna göre üstün kılan Allah'a hamd olsun." dediler. Süleyman, Davud'a mirasçı oldu ve dedi ki: "Ey insanlar, bize kuşların konuşma-dili öğretildi ve bize her şeyden (bol bir nimet) verildi. Gerçekten bu, apaçık bir üstünlüktür."

Süleyman'a cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı ve bunlar bölükler halinde dağıtıldı. Nihayet karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: "Ey karınca topluluğu, kendi yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın sizi kırıp-geçmesin. (Süleyman,) Bu sözü üzerine tebessüm edip güldü ve dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat."

(Hz. Süleyman,) Kuşları denetledikten sonra dedi ki: "Hüdhüd'ü neden göremiyorum, yoksa kaybolanlardan mı oldu? Onu gerçekten şiddetli bir azapla azaplandıracağım, ya da onu boğazlayacağım veya o, bana apaçık olan bir delil getirmelidir."

Derken (Hüdhüd,) uzun zaman geçmeden geldi ve dedi ki: "Senin kuşatamadığın (öğrenemediğin) şeyi, ben kuşattım ve sana Saba'dan kesin bir haber getirdim. Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona her şeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var. Onu ve kavmini, Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar. Ki onlar, göklerde ve yerde saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilen Allah'a secde etmesinler diye (yapmaktadırlar). O Allah, O'ndan başka İlah yoktur, büyük Arş'ın Rabbidir."

(Süleyman:) "Durup bekleyeceğiz, doğruyu mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun?" dedi. "Bu mektubumla git, onu kendilerine bırak sonra onlardan (biraz) uzaklaş, böylelikle bir bakıver, neye başvuracaklar?"

(Hüdhüd'ün mektubu götürüp bırakmasından sonra Saba melikesi Belkıs:) Dedi ki:«Ey önde gelenler gerçekten bana oldukça önemli bir mektup bırakıldı. Gerçek şu ki, bu, Süleyman'dandır ve "Şüphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla" (başlamakta)dır. (İçinde de:) "Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin" diye (yazılmaktadır). Ey önde gelenler, bu işimde bana görüş belirtin, siz (her şeye) şahitlik etmedikçe ben hiçbir işte kesin (karar veren biri) değilim.»

Dediler ki: "Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız. İş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz uygularız)."

Dedi ki: "Gerçekten hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman, orasını bozguna uğratırlar ve halkından onur sahibi olanları hor ve aşağılık kılarlar; işte onlar, böyle yaparlar. Ben onlara bir hediye göndereyim de, bir bakayım elçiler neyle dönerler."

(Elçi hediyelerle) Süleyman'a geldiği zaman: "Sizler, bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz" dedi.

"Sen onlara dön, Biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve Biz onları oradan horlanmış-aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız."

(Elçinin gitmesinden sonra Süleyman:) "Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş (Müslüman)lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?" dedi. Cinlerden ifrit: "Sen daha makamından kalkmadan, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim." dedi. Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman,) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu, Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve
kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır."


Dedi ki: "Onun tahtını değişikliğe uğratın, bir bakalım doğru olanı bulabilecek mi, yoksa bulmayanlardan mı olacak?" Böylece (Belkıs) geldiği zaman ona: "Senin tahtın böyle mi?" denildi. Dedi ki: "Tıpkı kendisi. Bize ondan önce ilim verilmişti ve biz Müslüman olmuştuk." Allah'tan başka tapmakta olduğu şeyler, onu (Müslüman olmaktan) alıkoymuştu. Gerçekte o, inkar eden bir kavimdendi. Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir." (Belkıs,) dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." [18]
Habeşistan (Etiyopya) Kültüründe

Etiyopya'da, Hıristiyanlık ve Ortodoks inançları çok önemli. Habeş halkı M.S. 4. yüzyılda Aksum Kralı Ezana ile Hıristiyanlığı kabul etti ve Ermenilerden sonra ya da onlarla birlikte Hıristiyanlığı resmen kabul eden ikinci halk oldu.

Habeşistan Hıristiyanlığında çok özel farklılık olduğu biliyor ve öyküsü şöyle anlatılıyor:

Habeşistan'ı Yemen ile birlikte başkent Aksum'dan yöneten Seba Melikesi Belkıs,
bir gün Musevi Kralı Hz. Süleyman'ı Kudüs'te ziyaret eder. Değişik mitolojik öğelerle örülü bir gece birlikte olurlar. Seba Melikesi'nin döndükten sonra bir oğlu olur. Oğluna İbn-el Melik adını verir. İbn-el Melik daha sonra Habeşistan'da Süleyman Hanedanını kuracak olan I. Menelik olarak bilinecektir.[19]
Habeşistan'daki kraliyet ailesi, soylarını doğrudan Süleyman'a ve Saba Melikesi Makeda'ya dayandırmaktadırlar. Makeda isminin kökeni kesin olmamakla birlikte başlıca iki görüş ileri sürülmektedir. Bunlardan birincisi Yeni Ahit'te bahsi geçen "Candace" isimli Habeş kraliçesinin isminin zaman içerisinde bozularak bu şekle dönüştüğüdür. Diğer bir iddia, bu ismin kökeninin Makedonya'lı Büyük İskender olduğu yönündedir.[20]
Habeş efsanesi Kebra Negastın ('the Glory of Kings'), Makeda ve onun soyundan gelenleri anlattığı ileri sürülür. Kral Süleyman'ın Makeda'yı baştan çıkarttığı, ondan bir oğlu olduğu ve bu çocuğun ilk Habeş Kralı I. Menelik olduğu söylenir. Süleyman'ın Habeşistan Kraliçesi tarafından ziyaret edildiği iddiası, M.Ö. 1. yüzyıl Yahudi tarihçilerinden Flavius Josephus tarafından da desteklenir.

Uzun yıllar boyunca modern Habeşistan halkının, İbranice konuşan güney Arabistanlıların, İbranice konuşmayan yerel Habeşistanlı halkla karışması sonucu ortaya çıktığı kabul edilmiştir. Gerçekte tarih öncesi Aksum Krallığı (Habeşistan Krallığı), 7. yüzyılda İslam'ın yükselişine kadar Yemen dahil güney Arabistan'ı kontrol etmiştir ve Tigrinya dili, Habeşistan dili gibi bu bölgede konuşulan dillerin hepsi İbranice kökenlidir. Habeşistan ve civar bölgelerinde tarih öncesi Arap toplumlarına dair kalıntılar bulunmakla beraber henüz Saba Melikesi öyküsünü doğrular hiçbir kanıta rastlanmamıştır. Ayrıca Saba'lı göçmenlerin modern Habeş Krallığı'nın oluşumunda rol aldığına dair bir kanıta da ulaşılmamıştır.[21]
Habeşistan'daki Saba etkileri modern yazarlar tarafından daha da fazla sorgulanmıştır. Bu etkinin sanılandan çok daha az olduğu, yüzyıl veya birkaç on yıl içerisinde kaybolduğu, muhtemelen Aksum eyaletleri veya D`mt medeniyeti ile askerî veya ticarî bir ortaklıktan öteye gitmediği iddia edilmiştir.[22][1]
Günümüz Afrika Kültüründe

Afrikalı ve Afrika kökenli Amerikalı öğretim görevlileri, uzun süredir Saba Kraliçesi'nin "siyahî" kimliğinden soyutlanmaya çalışılmasından rahatsızlık duymaktadırlar. Saba Kraliçesi'nin Kitabı Mukaddes'te bahsi geçen iki siyahi kraliçeden biri olduğu düşünülmektedir. Diğer siyahi kraliçe, Kandake'dir. Josephus, Saba Kraliçesi'nden "Mısır ve Habeşistan Kraliçesi" olarak bahseder. İlk papazlardan Origen ve Jerome, onu, "Siyah Afrika milletlerinin kraliçesi" olarak tanımlamışlardır. Strabo'ya göre Habeşistanlılar, M.Ö. 2. yüzyılda, doğu Afrika sahillerinde ve Arap sahil şeridinde de yaşamışlardır. Ayrıca Homer, şöyle demiştir:

 "Mısır'a komşu olan Etiyopyalılar (Habeşistanlılar) ikiye ayrılır; bir kısmı Asya'da yaşar, diğerleri Libya'da (Afrika) yaşar. Aslında birbirlerinden hiçbir farkları yoktur".[1]
Günümüz Arap Kültüründe

Bazı Arap akademisyenleri, Saba Melikesi'nin eski Arap kaynaklarında anlatıldığı üzere Yemen'de değil, kuzeybatı Arabistan'da olduğunu düşünmektedirler. Kuzeybatı Arabistan'da, güneyli Arap krallıklarının kurduğu ticaret kolonilerinin olduğunu belirtmektedirler. Bazı modern arkeolojik kalıntılar, bu kolonilerin varlığını doğrular niteliktedir; ancak Saba Melikesi Belkıs'ın oradaki varlığı, henüz ispatlanamamıştır.[1]
Tarihte "Sebe", büyük kabileleri de içine alan büyük bir Güney Arabistan kavmiydi. İmam Ahmet, İbn Ebi Hatim, İbn Abd'ül-Berr ve Tirmizi, Hz. Peygamber'den (s.a) Sebe'nin soyundan aşağıdaki kabileler türeyen bir Arap olduğunu rivayet etmişlerdir: Kinde, Himyer, Ezr, Eş'ariyin, Mezhic, Enmar (iki kolu ile birlikte: Kes'am ve Becile) Amile, Cüzam, Lahm ve Gassan.

Eski çağlardan beri bu Arap kavmi, bütün dünyaca bilinirdi. M.Ö. 2500 tarihli Ur kitabelerinde bu kavimden Sebum diye bahsedilmektedir. Bundan başka Babil ve Asur yazıtlarında ve Kitab-ı Mukaddes'te de Sebelilerin birçok kez adı geçmektedir. (bkz. Mezmurlar 72-15, Yeremya 6:20, Hezekiel 27:22, 38:13, Eyub 6;19) . Yunan ve Roma tarihçileri ve coğrafya bilgini Theo-phrastus (M.Ö. 288) de, İsa'dan öncesinden itibaren, çağlar boyunca Hıristiyan tarihinin yanısıra bu kavimden de bahsetmektedirler.

Bu kavmin yurdu, bugün Yemen denilen Arabistan yarımadasının güneybatı köşesiydi. Yükselişi M.Ö. 1100 yıllarında başlamıştır. Davud ve Süleyman Peygamberler zamanında Sebeliler, zenginlikleriyle dünyaca meşhur bir kavimdi. Başlangıçta güneşe tapıyorlardı. Daha sonra, kraliçelerinin Hz. Süleyman zamanında imana gelmesinden (M.Ö. 965-926) sonra muhtemelen çoğu Müslüman oldu. Fakat zamanı tam tespit edilemeyen daha sonraki bir dönemde tekrar Elmaka (ay tanrısı) , Ester (Venüs) , Zat Hamim, Zat Bed'an (güneş tanrısı) Hermeten veya Herimet gibi birçok tanrı ve tanrıçaya tapmaya başladılar. Baş tanrıları Elmeka'ydı. Krallar onun temsilcisi olarak memlekette hüküm sürüyorlardı.

Yemen'de yapılan kazılar sonucu her tarafta bu tanrılar için özellikle de Elmaka için mabetler yapıldığını ve her önemli olayda bu tanrılara kurbanlar sunulduğunu gösteren birçok yazıtlar ortaya çıkarılmıştır.

Çağımızda yapılan arkeolojik kazılar sonucunda, bu kavmin tarihine ışık tutan yaklaşık 3000 kadar kitabe bulunmuştur. Bunların yanısıra, Arap ravilerinin, Romalı ve Yunan tarihçilerinin verdikleri bilgiler de kullanılırsa, bu kavmin ayrıntılı bir tarihi hazırlanabilir. Bu bilgilere dayanarak aşağıdaki dönemlerin bu kavmin tarihinde önemli dönemler olduğunu söyleyebiliriz.[5]
Popüler Kültürde

Britanya'da "Eğer (bu böyle ise), ben de Saba Kraliçesi'yim" şeklinde halk arasında yaygın bir deyiş vardır. Bahsi geçen ifadeye inanılmadığını belirtir.

Yine Birleşik Krallık'ta abartılı giyinmiş ya da kendini beğenmiş birisiyle dalga geçmek amacıyla söylenen "Kim olduğunu sanıyor, Saba Kraliçesi mi?" şeklinde bir halk deyişi vardır.[1]
Kaynaklar

[1] http://tr.wikipedia.org/wiki/Saba_Melikesi_Belkıs
[2] Yeni Rehber Ansiklopedisi, "Belkıs" maddesi, İhlas Gazetecilik,
İstanbul 1993,
[3] www.ilahiyatforum.com/forum/hz-suleyman-ve-belkis-t675785.html
[4] http://forum.itibarhaber.com/diger-peygamberler/8175-sebe-halki-ve-alim-seli.html
[5] Tefhimu'l Kur'an,
www.sevdalara.net/Default.asp?sayfa=tefhimulkuran&sure=34&s=0893
[6] Byrd, Vickie, editor; "Queen of Sheba: Legend and Reality", (Santa
Ana, California: The Bowers Museum of Cultural Art, 2004), p. 17.
[7] Murray, Stephen, The Portals:Access to Redemption,
www.mcah.columbia.edu/Mcahweb/facade/body.html
[8] Web Gallery of Art,
http://www.wga.hu/frames-e.html?/html/b/bosch/91adorat/01tripty.html
[9] www.ilahi.org/modules.php?name=Forums&file=viewtopic&t=499
[10] www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3162
[11] Alûsî, "Rûhu'l-Meânî", c. X, s. 203.
[12] el-Kurtubî a.g.e XIII 136; es-Sûyûti ed-Dürrû'l-Mensûr VI 360; Elmalılı
a.g.e VI 142143.
[13] http://kitap.mollacami.com/dini-hikayeler/sebe-kralicesi-belkis.html
[14] Hüseyin Okur, "DÜNYA SALTANATINDAN GERÇEK BÜYÜKLÜĞE: BELKIS KISSASI",
Semerkand dergisi, Kasım 2004.
[15] www.enfal.de/ev03.htm
[16] Serap Akıncıoğlu, "Hz. Süleyman'ın Sarayı ve Sebe Melekesi", Yeni
Asya, 18/19 Mayıs 1998.
[17] www.enfal.de/suleyman.htm
[18] Neml Suresi, 15-44. www.biriz.biz/kuran/neml/27neml.htm
[19] http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/445691.asp
[20] David Allen Hubbard, "The Literary Sources of the Kebra Nagast",
doktora tezi (St. Andrews, 1954), pp. 303f.
[21] Pankhurst, Richard K.P. Addis Tribune, "Let's Look Across the Red Sea I",
17 Ocak, 2003.
[22] Stuart Munro-Hay, "Aksum: An African Civilization of Late Antiquity"
Edinburgh: University Press, 1991, pp.57.