Postmodern Darbe
Postmodern darbe 1997 yılı Şubat ayında yapılan Milli Güvenlik Kurulu'nun aylık toplantısı sonucu alınan ve 28 Şubat Kararları diye bilinen kararlar ile gelişen olayların ilk olarak Radikal Gazetesi yazarı Türker Alkan'ın 13 Haziran 1997 tarihli ve "Postmodern bir askerî müdahale" başlıklı yazısında tanımlanmasıyla gündeme girmiş ve Cengiz Çandar'ın etkisiyle yabancı basında da kullanılmaya başlanmıştır. Bu sözün ilk olarak Cengiz Çandar tarafından kullanıldığı iddia edilse de; Çandar, ilk olarak 28 Haziran 1997 günkü yazısında bu olaydan "postmodern darbe" diye söz etmektedir. Yabancı basında da "28 Şubat Kararları" süreci kendisinden "postmodern darbe" olarak söz ettirmiştir. Siyasi literatüre giren bu tanımlama ile birlikte "28 Şubat süreci" birçok kitaba konu olmuştur.
2000 yılında Sırbistan'daki eylemler, 2001 yılında başarısız olan Beyaz Rusya'daki eylemler, 2003 yılında Gürcistan'da gelişen "Gül Devrimi" ile Kasım 2004 ile Ocak 2005 arasında Ukrayna'da gelişen ve "Turuncu Devrim" olarak adlandırılan süreç de yabancı basında "postmodern darbe" olarak adlandırılmıştır. 2006 yılında da Venezuela'da Hugo Chavez karşıtları tarafından yapılan eylemler "postmodern darbe" girişimi olarak değerlendirilmektedir.
Ancak "postmodern darbe" teriminin Türkiye'de ve dünyada kullanımı arasında belirgin bir ayrım bulunmaktadır. Bu terim, Türkiye'de ordunun siyasi hükümete yapılacakları ve yapılmayacakları dikte ettirdiği, yani demokratik olmayan bir kurumun demokrasinin işleyişine müdahalesini anlatmak için kullanılmaktadır. Oysa ki dünya üzerinde özellikle "Turuncu Devrim" için Guardian gazetesi yazarı Jonathan Steele tarafından öne sürülen görüşe göre, otoriter olan bir hükümetin işleyişine, ABD kaynaklı hükümet dışı örgütler (İngilizce:Nongovernmental organizations - NGO) tarafından desteklenen toplumsal hareketlerle müdahele edilmesi anlamında kullanılmaktadır. Bu tarz eylemlere parasal destek olduğu ileri sürülen muhafazakâr kapitalist George Soros'un ve ABD'li National Democratic Institute, The International Republican Institute ve Freedom House hükümet dışı örgütlerin adları çok sık öne çıkmaktadır.
Diğer taraftan postmodern durum (veya 'ileri modernlik'), ekonominin küreselleşmesi ve özellikle sermaye birikimi ve hareketi ile ulusal ekonomilerin piyasa mekanizmaları vasıtasıyla bütünleşmesi gibi güncel sosyo-ekonomik özelliklere işaret eder..
Bu bakımdan post-modern darbe de Yeni Dünya Düzeni kapsamında, yukarıdaki amaç doğrultusunda yapılan/yaptırılan darbe demektir.[1]
Postmodern Darbe ve Gerekçeleri
Hatırlanacağı üzere "postmodern darbe" adı verilen 28 Şubat sürecine de II. Meşrutiyet'ten bu yana bir siyaset aracı olarak kullanılan "irtica kampanyaları" ile girildi. Sürecin belli başlı "irticaî göstergeleri" şöyle sıralanıyordu:
1- Başörtülü kızların üniversitelere gidebilmesi, kamu görevlerini yerine getirebilme haklarına sahip olması: Türkiye, gerek Anayasa'da gerekse uluslararası düzeyde altına imza attığı bütün sözleşmelerde, yurttaşları arasında ayrım yapmayacağını taahhüt etmiştir. Bir kızın başörtüsünden dolayı eğitim ve çalışma haklarından mahrum edilmesi ayrımcılıktır. Bir kamu görevine talip iki hanım adaydan biri, sırf başı açık olduğu için işe alınıyor, diğeri başörtüsünden dolayı işe alınmıyorsa, bunun eşitlik ilkesiyle bağdaştığını kim savunabilir? Fakat bir hukuk ihlali siyasete müdahalenin bir aracı olarak kullanıldı.
2- Hac ibadetlerini yerine getirmek isteyen insanların karayolunu kullanabilmesi: Bu da ibadet ve seyahat özgürlüğünü kısıtlayan bir uygulamanın sona erdirilmesine matuf bir teşebbüstü. Kimseye Avrupa'ya gideceği zaman sadece havayolu önerilmiş değil. Hacca gitmek isteyenlerin, havayolunu kullanmaya mecbur edilmelerinin neresi hukukla bağdaşıyor?
3- Kurban kesen insanların kurban derilerini istedikleri yere ve kuruluşa verebilme özgürlüğüne sahip olması: Kurban derilerinin sadece bir kuruma -mesela THK'ya- verilmesini emretmek iki temel hakkın çiğnenmesi anlamına gelir:
a) İnsan, Allah yolunda bir malı veya bir parayı infak edecekse, kime infak edeceğine kendisi karar verir; kurban derisi bir infaktır. Deri üzerinde hak sahibi olan, kurbanı kesen kişidir.
b) Hukuk açısından bakıldığında kurban derisi bir mülkiyettir ve mülkiyet hakkının kullanılmasına bu türden kayıt ve kısıtlamalar getirilemez.
4- Ramazan ayında mesai saatlerinin iftar vaktine göre düzenlenmesi: Milyonlarca insanın oruç tuttuğu Müslüman bir ülkede, çoluk çocuğu, ailesi ve yaşlı insanlarla bir arada orucunu açmak isteyenlere bu türden bir kolaylık insanî bir uygulamadır. Eğer devlet hiçbir şekilde tatil ve mesai saatlerini "dinî vecibeler"le ilişkili tutmuyorsa ve bu uygulamayı laikliğe aykırı buluyorsa, Ramazan ve Kurban bayramlarında da tatil yapmaması gerekir.
5- Taksim'e cami yapılmak istenmesi: Camiler durup dururken yapılmaz. "İltifat ma'rifete tabidir/Müşterisi olmayan mal zayidir." Caminin müşterisi var, müşterisi de namaz kılan insanlardır. Türkiye'de devlet cami yapmaz. Halk, "cami yaptırma dernekleri" kurar, para toplar ve cami yapar. Devlet ise yapılmış camilere el koyar, onları birer devlet dairesi gibi kullanır. Devletin tek kuruş finansmanına katılmadığı bir cami konusunda bu kadar müdahil davranmasının demokrasiyle ne ilgisi var? Hukuk ve idarî prosedür açısından bakıldığında cami yaptırma belediyelerin yetki alanı içindedir; merkezî yönetimin duruma el koymaya kalkışması sadece politik bir tutumdur. Buna rağmen diyelim ki, Taksim'de cami yapımı "sakıncalı" bulundu, bu demokratik rejime müdahalenin gerekçesi olabilir mi?
Bütün bunlar tabii ki uydurulmuş gerekçelerdi. Bu ve başka yardımcı sentetik tehditler üretilerek -mesela her halinden uydurulduğu belli olan bir Kur'an kursunda çocuklara yaptırıldığı öne sürülen bir yemin metni vs.- rejime müdahale edildi. Derinlerde başka bir rahatsızlık vardı. Oruç saatleri, başörtüsü, karayolu ile hacca gitme talebi veya cami yapımı, bunların hepsi birer bahaneydi. Ama Türkiye'nin "kendine özgü demokrasi"sinde bunların her biri bir gerekçe olabiliyor; bu arada siyasî iddialarını ve toplumsal desteğini çoktan kaybetmiş çevreler hep bir ağızdan asker çağırıyor, Sincan sokaklarında tanklar uyarı geçişi yapıyordu. O günün moda deyimiyle rantiye sınıfı örgütlü bir teşebbüse kalkıştı. Laiklik, din vb. kavramlar birer bahane olarak kullanıldı, kurumlar manipüle edildi. 28 Şubat üzerinden kaç yıl geçti, hâlâ aynı konsepti takip edip antidemokratik yollarla iktidar olmayı düşleyenler var.[2]
Kaynaklar
[1] http://tr.wikipedia.org/wiki/Postmodern_darbe
[2] www.zaman.com.tr/
Postmodern darbe 1997 yılı Şubat ayında yapılan Milli Güvenlik Kurulu'nun aylık toplantısı sonucu alınan ve 28 Şubat Kararları diye bilinen kararlar ile gelişen olayların ilk olarak Radikal Gazetesi yazarı Türker Alkan'ın 13 Haziran 1997 tarihli ve "Postmodern bir askerî müdahale" başlıklı yazısında tanımlanmasıyla gündeme girmiş ve Cengiz Çandar'ın etkisiyle yabancı basında da kullanılmaya başlanmıştır. Bu sözün ilk olarak Cengiz Çandar tarafından kullanıldığı iddia edilse de; Çandar, ilk olarak 28 Haziran 1997 günkü yazısında bu olaydan "postmodern darbe" diye söz etmektedir. Yabancı basında da "28 Şubat Kararları" süreci kendisinden "postmodern darbe" olarak söz ettirmiştir. Siyasi literatüre giren bu tanımlama ile birlikte "28 Şubat süreci" birçok kitaba konu olmuştur.
2000 yılında Sırbistan'daki eylemler, 2001 yılında başarısız olan Beyaz Rusya'daki eylemler, 2003 yılında Gürcistan'da gelişen "Gül Devrimi" ile Kasım 2004 ile Ocak 2005 arasında Ukrayna'da gelişen ve "Turuncu Devrim" olarak adlandırılan süreç de yabancı basında "postmodern darbe" olarak adlandırılmıştır. 2006 yılında da Venezuela'da Hugo Chavez karşıtları tarafından yapılan eylemler "postmodern darbe" girişimi olarak değerlendirilmektedir.
Ancak "postmodern darbe" teriminin Türkiye'de ve dünyada kullanımı arasında belirgin bir ayrım bulunmaktadır. Bu terim, Türkiye'de ordunun siyasi hükümete yapılacakları ve yapılmayacakları dikte ettirdiği, yani demokratik olmayan bir kurumun demokrasinin işleyişine müdahalesini anlatmak için kullanılmaktadır. Oysa ki dünya üzerinde özellikle "Turuncu Devrim" için Guardian gazetesi yazarı Jonathan Steele tarafından öne sürülen görüşe göre, otoriter olan bir hükümetin işleyişine, ABD kaynaklı hükümet dışı örgütler (İngilizce:Nongovernmental organizations - NGO) tarafından desteklenen toplumsal hareketlerle müdahele edilmesi anlamında kullanılmaktadır. Bu tarz eylemlere parasal destek olduğu ileri sürülen muhafazakâr kapitalist George Soros'un ve ABD'li National Democratic Institute, The International Republican Institute ve Freedom House hükümet dışı örgütlerin adları çok sık öne çıkmaktadır.
Diğer taraftan postmodern durum (veya 'ileri modernlik'), ekonominin küreselleşmesi ve özellikle sermaye birikimi ve hareketi ile ulusal ekonomilerin piyasa mekanizmaları vasıtasıyla bütünleşmesi gibi güncel sosyo-ekonomik özelliklere işaret eder..
Bu bakımdan post-modern darbe de Yeni Dünya Düzeni kapsamında, yukarıdaki amaç doğrultusunda yapılan/yaptırılan darbe demektir.[1]
Postmodern Darbe ve Gerekçeleri
Hatırlanacağı üzere "postmodern darbe" adı verilen 28 Şubat sürecine de II. Meşrutiyet'ten bu yana bir siyaset aracı olarak kullanılan "irtica kampanyaları" ile girildi. Sürecin belli başlı "irticaî göstergeleri" şöyle sıralanıyordu:
1- Başörtülü kızların üniversitelere gidebilmesi, kamu görevlerini yerine getirebilme haklarına sahip olması: Türkiye, gerek Anayasa'da gerekse uluslararası düzeyde altına imza attığı bütün sözleşmelerde, yurttaşları arasında ayrım yapmayacağını taahhüt etmiştir. Bir kızın başörtüsünden dolayı eğitim ve çalışma haklarından mahrum edilmesi ayrımcılıktır. Bir kamu görevine talip iki hanım adaydan biri, sırf başı açık olduğu için işe alınıyor, diğeri başörtüsünden dolayı işe alınmıyorsa, bunun eşitlik ilkesiyle bağdaştığını kim savunabilir? Fakat bir hukuk ihlali siyasete müdahalenin bir aracı olarak kullanıldı.
2- Hac ibadetlerini yerine getirmek isteyen insanların karayolunu kullanabilmesi: Bu da ibadet ve seyahat özgürlüğünü kısıtlayan bir uygulamanın sona erdirilmesine matuf bir teşebbüstü. Kimseye Avrupa'ya gideceği zaman sadece havayolu önerilmiş değil. Hacca gitmek isteyenlerin, havayolunu kullanmaya mecbur edilmelerinin neresi hukukla bağdaşıyor?
3- Kurban kesen insanların kurban derilerini istedikleri yere ve kuruluşa verebilme özgürlüğüne sahip olması: Kurban derilerinin sadece bir kuruma -mesela THK'ya- verilmesini emretmek iki temel hakkın çiğnenmesi anlamına gelir:
a) İnsan, Allah yolunda bir malı veya bir parayı infak edecekse, kime infak edeceğine kendisi karar verir; kurban derisi bir infaktır. Deri üzerinde hak sahibi olan, kurbanı kesen kişidir.
b) Hukuk açısından bakıldığında kurban derisi bir mülkiyettir ve mülkiyet hakkının kullanılmasına bu türden kayıt ve kısıtlamalar getirilemez.
4- Ramazan ayında mesai saatlerinin iftar vaktine göre düzenlenmesi: Milyonlarca insanın oruç tuttuğu Müslüman bir ülkede, çoluk çocuğu, ailesi ve yaşlı insanlarla bir arada orucunu açmak isteyenlere bu türden bir kolaylık insanî bir uygulamadır. Eğer devlet hiçbir şekilde tatil ve mesai saatlerini "dinî vecibeler"le ilişkili tutmuyorsa ve bu uygulamayı laikliğe aykırı buluyorsa, Ramazan ve Kurban bayramlarında da tatil yapmaması gerekir.
5- Taksim'e cami yapılmak istenmesi: Camiler durup dururken yapılmaz. "İltifat ma'rifete tabidir/Müşterisi olmayan mal zayidir." Caminin müşterisi var, müşterisi de namaz kılan insanlardır. Türkiye'de devlet cami yapmaz. Halk, "cami yaptırma dernekleri" kurar, para toplar ve cami yapar. Devlet ise yapılmış camilere el koyar, onları birer devlet dairesi gibi kullanır. Devletin tek kuruş finansmanına katılmadığı bir cami konusunda bu kadar müdahil davranmasının demokrasiyle ne ilgisi var? Hukuk ve idarî prosedür açısından bakıldığında cami yaptırma belediyelerin yetki alanı içindedir; merkezî yönetimin duruma el koymaya kalkışması sadece politik bir tutumdur. Buna rağmen diyelim ki, Taksim'de cami yapımı "sakıncalı" bulundu, bu demokratik rejime müdahalenin gerekçesi olabilir mi?
Bütün bunlar tabii ki uydurulmuş gerekçelerdi. Bu ve başka yardımcı sentetik tehditler üretilerek -mesela her halinden uydurulduğu belli olan bir Kur'an kursunda çocuklara yaptırıldığı öne sürülen bir yemin metni vs.- rejime müdahale edildi. Derinlerde başka bir rahatsızlık vardı. Oruç saatleri, başörtüsü, karayolu ile hacca gitme talebi veya cami yapımı, bunların hepsi birer bahaneydi. Ama Türkiye'nin "kendine özgü demokrasi"sinde bunların her biri bir gerekçe olabiliyor; bu arada siyasî iddialarını ve toplumsal desteğini çoktan kaybetmiş çevreler hep bir ağızdan asker çağırıyor, Sincan sokaklarında tanklar uyarı geçişi yapıyordu. O günün moda deyimiyle rantiye sınıfı örgütlü bir teşebbüse kalkıştı. Laiklik, din vb. kavramlar birer bahane olarak kullanıldı, kurumlar manipüle edildi. 28 Şubat üzerinden kaç yıl geçti, hâlâ aynı konsepti takip edip antidemokratik yollarla iktidar olmayı düşleyenler var.[2]
Kaynaklar
[1] http://tr.wikipedia.org/wiki/Postmodern_darbe
[2] www.zaman.com.tr/
0Awesome Comments!