Osmanlı Yahudileri
Bu makale, Araştırma Dergisi 26. sayı (Aralık 2003) 2. sayfada yayınlanmıştır
Yahudiler, huzur ve güven buldukları Osmanlı devleti içinde, kendi inançlarına uygun olarak onurlu bir yaşam sürmüşlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu Yahudiler için her zaman, güvenle sığınabilecekleri bir ülke olmuştur. Osmanlı idarecilerinin İslam ahlakı ile hareket ediyor olmaları, onların farklı millet ve dinlerden insanlara karşı hep hoşgörü ve anlayış ile yaklaşmalarını sağlamış, bu anlayıştan en çok fayda gören toplumlardan biri ise, dönemin Avrupası'nda büyük sıkıntı ve zulümlerle karşılaşan Yahudiler olmuştur. Müslüman Osmanlı halkı ve Yahudiler, hep barış içinde yaşamışlardır.
19. yüzyılda tüm Batı dünyasını etkileyen ideoloji ve eğilimler, Osmanlı toplumu içindeki bazı Yahudileri de etkilemiştir. Bu akım ve ideolojilerin biri Siyonizm'dir. Ne var ki, Yahudi toplumu içindeki bazı kişiler, Osmanlı'nın anlayışını ve hoşgörüsünü suiistimal edebilecek tavırlarda bulunmuşlardır. Ancak bu durum, Yahudi toplumunun içindeki küçük bir azınlık için söz konusudur. Osmanlı'daki Yahudilerin büyük bölümü ise, devlet otoritesine saygıyla ve kendilerine gösterilen anlayışın bilinciyle faaliyet göstermişlerdir.
Dolayısıyla bu yazımızda ele aldığımız bilgilerin amacı, Musevi yurttaşlarımızı incitmek veya eleştirmek değil, birtakım tarihi gerçekleri tarafsızca inceleyebilmektir.
Yahudiler, Osmanlıya Neden Sığındı?
Sultan I. Mehmet zamanından itibaren, Osmanlı'da iyi bir konuma sahip olan hatta sarayın daimi doktorluğuna kadar yükselerek alınan kararlarda etkili olan Yahudilerin bu durumu, Avrupa'daki soydaşlarının gözünden kaçmıyordu. 1430'da Osmanlı'ya yerleşen Haham İzak Sarfati, Osmanlı ve Orta Avrupa'nın değişik yerlerinde yaşayan Aşkenaz cemaatlerinin lideriydi. Sarfati, Avrupa'daki soydaşlarına Osmanlı'ya göç etmelerini önerirken Kudüs ve İsrail'e giden yolun Osmanlı'dan geçtiğini vurguluyordu:
Buraya, Togarma (Osmanlı) Ülkesi'ne geldim. Burada hiçbir şey eksik değildir. Togarma, Hasyat Ülkesi'ne (İsrail) giden yoldadır. Kudüs'e kadar bütün yol, denizin üzerinde altı millik bir geçiş dışında, karayoludur.[1]
Nitekim Kudüs, Osmanlı'ya ait oldu ve yeni fetihlerle gün geçtikçe büyüyen Osmanlı İmparatorluğu, 1517'de Yavuz Sultan Selim zamanında İsrail'i de topraklarına kattı. Bu zaten önceden beklenen bir gelişmeydi.
31 Mart 1492, İspanya Yahudileri için Osmanlı topraklarına büyük göçün başlangıç tarihi oldu. Bu tarihte yayınlanan sürgün fermanı ile 200 binden fazla Seferad Yahudisinin yaklaşık yarısı, Sultan II. Beyazıt (1481-1512) zamanında Osmanlı topraklarına yerleştiler. Kudüs de dahil olmak üzere, özellikle büyük şehirleri tercih eden Yahudiler, buralarda ticarette ve yönetimde söz sahibi oldular.
Yeni gelenler başta İstanbul, Selanik, Edirne olmak üzere Osmanlı topraklarının sınırları dahilinde Korfu, Manastır, Kudüs ve Sefat'a varana dek yayıldılar. İstanbul 30.000 nüfus ve 44 sinagoguyla Avrupa'nın en büyük Yahudi yerleşimini oluşturdu.[2]
Göçmenler hemen hemen geldikleri andan itibaren yükselmeye başladılar. Aralarında İspanya'da iken yüksek görevlerde bulunmuş olanlar derhal saraya alındılar, bu kişiler Osmanlı maliye ve dış işlerinde söz sahibi oldular. Hatta denilebilir ki, 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun yönü, bu danışmanların fikrine göre de tespit edildi.[3]
Osmanlı'daki İlk Yahudi Lobisi: Nasiler
Kuşkusuz Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan Yahudilerin en önemlileri arasında, Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşamış olan Donna Gracia Nasi ile yeğeni Josef Nasi bulunmaktadır.
Nasiler, İsrail tarihine geçmiş başlıca Yahudi ailelerindendir. Büyük bir servete sahip olan bu ailenin üyelerinden Yasef Nasi, Osmanlı Sarayı'nda çok önemli görevlere ulaşmış, siyasal Siyonizm'den 350 yıl önce, İsrail ülkesinde (o zamanın Osmanlı sınırlarında) özerk bir Yahudi kolonisi kurmayı tasarlamıştır.[4]
Her zaman Osmanlı yönetiminden çok hoşnut olduklarını söyleyen Yahudiler, bu devletin topraklarında özgürce yaşadılar. Siyonizm de aynı dönemde filizlenmeye başladı.
Donna Gracia, Yahudi kaynaklarınca tarih sahnesine çıkan Yahudi kadınların en büyüklerinden biri olarak kabul edilir. Avrupalı converso (dönme) soydaşlarını baskı gördükleri için Kanuni Sultan Süleyman'a başvurarak Osmanlı topraklarına aldırmıştır.
Yasef Nasi Portekiz'de doğmuştur, ancak köken itibarıyla İspanyol Yahudisidir. Yavuz Sultan Selim'in gözüne girmeyi başarmış, Osmanlı Sarayı'nda saygın bir yer edinmiştir. Nasi, Süleyman'a Filistin'in Tiberya şehri ve çevresini Yahudiler için imtiyazlı bir bölge olarak kabul ettirmiştir.[5]
Tiberya için Yasef Nasi, Sultan tarafından muhtariyet idâresi verileceğini umuyor, burada büyük bir Yahudi yerleşim merkezi kurma hayali besliyordu.[6]
Nasi, bütün Yahudileri imtiyazını aldığı Tiberya'ya göçe çağırdı.[7]
Yasef Nasi'nin Tiberya'da özerk bir Yahudi kolonisi kurma projesi o zaman gerçekleşmemiştir, ama Aliyah'a (Kutsal Topraklara geri dönüşe) doğru bir başlangıç olması açısından önem taşır.[8]
Şurası kabul edilmelidir ki (Tiberias Projesi) Yahudilerin anavatanlarına yeniden yerleşmelerine dönük ilk projelerden biri, 19. yüzyıl Siyonistlerinin uygulayacakları planın öncüsüdür. Gerçekten de Joseph (Yasef), birçok yanıyla, Siyonistlerin en büyüğü Theodor Herzl'e çok benzer.[9]
Osmanlı Yönetimindeki Diğer Yahudiler
XVI. yüzyılda, Ben Natan Eskenazi ve Ester Kira da Osmanlı yönetiminde söz sahibi Yahudiler arasında sayılırlar.
Eskenazi, Saray'da Divan Danışmanlığı görevine gelmişti ve özellikle dış ilişkilerde etkili bir diplomattı. Öyle ki, Polonya Kralının seçilmesi konusunda, Osmanlı Sadrazamı Sokollu Mehmet Paşa'nın desteğini sağlayarak belirleyici bir rol bile üstlenmişti. O dönemde Saray'da harem kadınları kapalı yaşadıkları için harem ile dış dünya arasındaki alışveriş gibi bağlantıları kurmak için 'Kira' adı verilen kadınlar görev yaparlardı. Bu kadınlar harem çevresiyle kurdukları ilişkiler sayesinde devlet işlerinde de rol oynarlardı. Ester Kira da bunlardan biriydi, ancak bu ilişkileri menfaatleri doğrultusunda son derece kötüye kullanmıştı.
Ester Kira, saraydaki ilişkileri sayesinde kendine yakın olanlara imtiyazlar, asalet unvanları ve çeşitli menfaatler sağlarken dosttan çok düşman edinmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla Ester Kira bu türden işlere gerektiğinden fazla karışmış ve işi (özellikle oğullarına) vergi muafiyetleri elde etme, hatta sipahi beyliklerinin dağıtımına karışmaya kadar götürmüş, büyük oğlunu İstanbul Gümrüğü'nün yönetimine almıştır.[10]
Yahudiler, 17. ve sonraki yüzyıllarda, Osmanlı'nın devlet yönetiminde de son derece etkin konumda oldular. Tefecilik yaparak zenginleşen Yahudiler de, kimi zaman bunu bir politika aracı olarak kullandılar. Gazeteci Çetin Altan, Yahudilerin Osmanlı'daki etkilerini şöyle anlatır:
Belgeler, anlaşmalar, hepsinin altında Yahudi adı var. Mesela al Karlofça'yı, Pasarofça'yı... Zaten Osmanlı'da Yahudi büyük çapta egemen: Saray geliyor ondan borç para istiyor. Üstelik I. Ahmet'in bir sadrazamını Yahudiler idam ettirmişlerdir.[11]
Galata Bankerleri
Yahudiler, Osmanlı devleti içinde sadık milletlerden biri olarak yaşamışlar, huzur ve güvenlik buldukları Osmanlı devletinde, kendi inançlarına uygun olarak onurlu bir yaşam sürmüşlerdir. Ancak 19. yüzyılda tüm Batı dünyasını etkileyen ideoloji ve eğilimler, Osmanlı toplumu içindeki bazı Yahudileri de etkilemiştir. Bu akım ve ideolojilerin biri Siyonizm'dir. Bir diğeri ise, kapitalist sistem ve kapitalist yaşam biçimidir. Galata Bankerleri, bu ikincisinin bir temsilcisi sayılabilir. Yahudiler ve diğer bazı Hıristiyan azınlıklardan gelen bu bankerler, Osmanlı'nın mali çöküşünde önemli bir rol oynamışlardır: Yüzyıllardır Avrupa ticaretinin bütün para işlemlerini ellerinde toplayan Yahudiler, Osmanlı devletine yepyeni bir mesleğin öncülüğünü yapmak için gelmiş gibidirler... Sarraflığa soyunan Yahudiler, kendilerine iş mekanı olarak Galata'yı seçmişlerdir.[12]
1860'lardan itibaren Galata'daki Komisyon Hanı ve Havyar Hanı'nda finans imparatorlukları kurmuş olan Galata Bankerleri, saraydan başlayıp, vezir, vükela, memur ve subaydan imparatorluğun en uzak köşesindeki tahıl ya da meyve üreticisine, oduncusuna kömürcüsüne ve her türlü esnafına kadar uzanan bir ağ kurmuş bulunuyorlardı. Adeta imparatorluğun milli geliri ve dışarıdan aldığı borçların hatırı sayılır yüzdesi borsa oyunları, tefecilik, murabahacılık işlemleri ile bu bankerlerin eline geçer hale gelmişti.[13]
Spekülatif oyunlara halk da alışmıştı. Vekil vükela ellerine geçen parayı sarraflar aracılığı ile oyunlara katılarak değerlendiriyordu. Bu işlerden en ziyanlı çıkan ise İslam-Türk halkı oldu.[14]
Galata Bankerleri devleti iki koldan soyan şapkalı beyler olarak görülüyorlardı.[15]
Galata Bankerleri, kurdukları tekel sayesinde, devleti varlıklarına izin vermeye mecbur etmişlerdi:
Zengin tüccarların çoğunun Yahudi oluşu dikkatimi çekti. Bunların nüfuzu çok kuvvetli, imtiyazları Türklerinkinden çok fazla. Kendi kanunları ile idare edilen bir cumhuriyet gibidirler. Yahudiler birlik meydana getirdiklerinden devletin bütün ticaretlerini ellerine almışlardır. Yahudiler kendilerine her zaman ihtiyaç duyulmasını sağlamışlar ve bu nedenle saray da onları korumuştur. Bunların tüm hileleri bilindiği halde tüm işler ister istemez onlara yaptırılıyordu. Velhasıl ticaretle ilgili olan ne varsa onların elinden geçiyordu.[16]
Türkiye adeta memleketin zararı pahasına zenginleşmiş birkaç paşa ve elli altmış tefeci ve sarrafın çıkarlarını sağlamak için varlığını sürdürmekte idi.[17]
Galata Bankerleri ile o dönemde neredeyse herkesin ilgisi vardı. Bu gerçeğe dikkat çeken kaynaklardan birinde şöyle denilmektedir: Abdülaziz'in annesi Pertevnihal Sultan bile bu işte birçok paralar batırmıştı. Abdülaziz'in istekleri karşısında her türlü oyuna başvuran Sadrazam Mahmut Nedim Paşa kaybettiklerini almak için her türlü oyuna başvurmuştu. Bu işe bulaşmayan kimse yoktu. Namık Kemal, Ziya Paşa, Mithat Paşa... Abdülaziz devrinde saray kadınlarının hepsinin mücevherleri rehinde idi.[18]
Osmanlı İmparatorluğu'nun zor durumda iken kendilerine verdiği imkanları kötü niyetli kullanan birtakım Yahudiler olsa da, İslam ahlak ve faziletini rehber edinen Osmanlı İmparatorluğu sadece Müslüman topluluklara değil gayrimüslim azınlıklara da engin bir hoşgörü içerisinde yaklaşmıştır. Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi topluluklar Osmanlı tarihi boyunca yan yana kurdukları ibadethanelerde dini inançlarını yerine getirmişler ve bu konuda en küçük bir sorun bile yaşamamışlardır.
Kuran'da kitap ehli olarak anılan Yahudiler ve Hıristiyanlar tek Allah'a inanan ve O'ndan gelen hükümlere tabi olmuş insanlardır ve bu, onları Müslümanlara yakın kılmaktadır. Gerçekte Allah Kuran'da Müslümanlara hiçbir kavme karşı bir düşmanlık beslememeyi emretmektedir. Pek çok ayette müşriklere karşı da adaletli olmak emredilmektedir. Nitekim Peygamberimiz (S.A.V.) kitap ehli ile olduğu gibi müşriklerle de toplumsal düzeni sağlamak için bazı anlaşmalar yapmıştır. Müşriklere her zaman için adaletle davranılmış, onların korunma ve himaye talepleri Peygamberimiz (S.A.V.) tarafından kabul edilmiştir. Bu himaye talebi herhangi bir haksızlığa veya saldırıya uğrama ihtimaline karşı Peygamberimiz (S.A.V.)'in korumasını talep etmek, onun yanına sığınmak anlamını da taşımıştır. Hayatı boyunca Peygamberimiz (S.A.V.)'den pek çok gayrimüslim ve müşrik himaye talebinde bulunmuş, o da bu kişileri himayesi altına alarak, güvenliklerini sağlamıştır. Çünkü Allah, Tevbe Suresi'nde müşriklerin sığınma hakkı talep ettiklerinde, bu taleplerinin kabul edilmesini emretmiştir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
"Eğer müşriklerden biri, senden 'eman isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır." [19]
Yahudiler ve Hıristiyanlar, kitap ehlidir. Doğru-yanlış, haram-helal kavramlarına sahiptirler. Allah'a hesap vereceklerini bilmekte, O'nun peygamberlerini sevip saymaktadırlar. Bunlar Müslümanların kitap ehli ile kolaylıkla bir arada yaşayabileceğini gösterir. Allah Kuran'da, Müslümanlara, kitap ehli hakkında bir emir verir; onları "ortak bir kelimede birleşmeye" çağırmak: "De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız bir kısmımızı Rabler edinmeyelim." [20]
Huzura Bombalı Saldırı
Din ve vicdan hürriyetini sınırsız bir şekilde kullanan Türkiye Yahudilerinin yüzyıllardır kesintisiz devam eden Cumartesi duası, 15 Kasım 2003 sabahı patlayan bombalarla kesintiye uğradı. Beyoğlu Kuledibi'ndeki Neve Şalom Sinagogu ile Şişli'deki Beth İsrael Sinagogu'ndaki patlamalarda 24 kişi hayatını kaybederken 300 kişi de yaralandı. İslam dininin kesin olarak lanetlediği terör saldırılarına maruz kalan vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyoruz. Katliamın ardından en çarpıcı açıklamayı Hahambaşı İshak Haleva yaptı. Türkiye tarihinde ilk defa kendilerinin bir Başbakanın ziyaret etmesinden büyük memnuniyet duyduklarını açıklayan Haleva, "Osmanlı İmparatorluğu'ndan ve Türkiye Cumhuriyeti'nden Allah razı olsun", dedi. Haleva, konuşmasında ayrıca şunları söyledi: "Terörün dini ve ideolojisi yoktur. Bu olayda Musevilerden çok Müslümanlar öldü. Her gün gördüğümüz, selamlaştığımız insanlar öldü. Avrupa bunun farkında değil." Galata'da yaşayan Musevi asıllı Ressam-Şair Yusuf Habbib Gerez ise Los Angeles Times'e yaptığı açıklamada şunları söyledi: "Bir milyon bomba atsalar Yahudileri İstanbul'dan kaçıramazlar. Burası bizim evimiz ve daima evimiz olacak."
Kaynaklar
[1] Rozanes, Togarma, cilt 1, s. 20.
[2] Şalom, 6 Haziran 1990.
[3] Moshe Sevilla-Şaron, "Türkiye Yahudileri", s. 42.
[4] Moshe Sevilla-Şaron, a.g.e., s. 44.
[5] Refus Learsi, "Israel: A History of Jewish People", s. 331.
[6] Refus Learsi, a.g.e., s. 331.
[7] Cecil Roth, "The House of Nasi Dona Garcia", s. 8.
[8] Harun Yahya, "Kabala ve Masonluk".
[9] Moshe Sevilla-Şaron, a.g.e., s. 50.
[10] Moshe Sevilla-Şaron, a.g.e., s. 54.
[11] Şalom, 6 Ocak 1993.
[12] Hürriyet, 12 Mayıs 198?.
[13] Prof. Dr. Haydar Kazgan, "Galata Bankerleri", s. 45.
[14] Prof. Dr. Haydar Kazgan, a.g.e., s. 9.
[15] Vakit, 28 Mayıs 1881.
[16] Lady Montaqu, "Türkiye Mektupları", 1001 Temel Eser, s. 84.
[17] Prof. Dr. Haydar Kazgan, a.g.e., s. 7.
[18] Prof. Dr. Haydar Kazgan, a.g.e., s. 46.
[19] Tevbe Suresi, 6.
[20] Al-i İmran Suresi, 64.
0Awesome Comments!