Midhat Paşa'nın Marifeti: Moskof Ordusu Yeşilköy'de
Sultan İkinci Abdülhamid Hân'ın saltanatının ilk aylarında ve "Büyük Devlet Adamı" diye anıla gelen Midhat Paşa ile avânesinin sebep olduğu meşhur 93 Harbi sonunda, Moskof ordusu, o devirde Ayastafanos denilen Yeşilköy'e kadar ilerlemiş ve bu müthiş bozgun, "Ayastafanos Mukaddimât-ı Sulhiyye"sinin imzalanmasıyla neticelenmiştir.
Gâfil Midhat Paşa, aklınca tahta henüz çıkan Abdülhamid Hân'ı avucu içine almak gâyesiyle savaş lehinde faaliyet göstermiş, taleb-i ulûmu tahrikle nümâyişler tertiplemiş, basında savaş lehinde geniş kampanya açmış ve o günlerde saray önünde sık sık şu cümle duyulmuştur: "Harb isteriz!..."
Bilindiği gibi Abdülhamid Hân'ın saltanatının ilk aylarında Midhat Paşa, "hasbezzaman ve bizzarure" sadâret makamına getirilmiş ve tarihimize 93 Harbi diye geçen meşhur 1877 Türk-Moskof savaşı, Midhat Paşa'nın bu sadâreti devresinde vukû bulmuştur. Anadolu'da ve Rumeli'de olmak üzere iki cephede cereyan eden 93 Harbi'nin Anadolu cephesine Gazi Ahmed Muhtar Paşa kumanda etmiş, Rumeli cephesine ise Gazi Osman Paşa'nın savaş san'atını alt-üst eden meşhûr Plevne Müdafâsı, nesilden nesile intikâl edip zamanımıza kadar gelmiştir.
Ancak bütün feragat ve kahramanlığa rağmen, bu vakitsiz savaş, aleyhimize neticelenmiş ve milletçe çek acı günlere katlanılmıştır. Bu acı günler bir yana, Balkanlardaki beş yüz küsûr yıllık Türk hakimiyeti, azınlık durumuna düşmüş ve tarihin ender kaydettiği büyük bir göç ile Balkan Türkleri, ecdâd yâdigârı toprakları kütleler halinde terk etmişlerdir. Bu, misli pek az görülen büyük ve acı göç, bugün hâlâ mekteplerimizde evlâtlarımıza "Büyük adam" (!) diye tanıtılan Midhat Paşa adlı "Küçük adam"ın eseridir.[1]
Çarlık Rusyası; asırlık emellerini gerçekleştirmek için, Osmanlıları Avrupa'dan atmak, İstanbul'u ele geçirerek sıcak denizlere inmek, Hıristiyanları ve özellikle Slavları korumak bahanesiyle Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışmaktaydı. Bu husus, harbin en önemli sebebini teşkil edecektir. Osmanlı ülkelerine saldırmayı millî bir hedef kabul eden Rusya, Kırım Hanlığını istilâ etmiş, Karadeniz'in kuzey ve doğu kıyılarını almış, Volga boylarındaki Türk ülkelerini istilâ ederek Türkistan'a ilerleyip kuzey kısımlarını elde etmişti. 1853 Kırım mağlûbiyeti, Rusların bu emellerini bir müddet için durdurmuştu. Ancak Rusya, büyük bir gayretle eski birliğini sağlamış ve Kırım mağlûbiyetinin acısını çıkarmak için fırsat gözetmeye başlamıştı. Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğüne en çok taraftar olan Fransa'nın, 1870 yılında Prusya karşısında ağır bir mağlûbiyete uğraması, kuvvetler dengesinin Osmanlılar aleyhine bozulmasına yol açmış ve Rusya beklediği fırsatı elde etmişti. Bunu değerlendiren Rusya, Paris Antlaşması'nın, Karadeniz'de donanma ve tersane bulundurulmaması hakkındaki maddelerini tanımadığını resmen ilan edip, bu teşebbüsünü Londra Konferansı'nda tescil ettirdi. Böylece Rusya, Karadeniz'de kuvvetli bir donanma meydana getirme imkânına sahip oldu.
Bu gelişmeden sonra Rusya, Panislavizm fikirlerini Balkanlarda yaymak için Moskova'da bir kongre topladı. Rus Panislavistleri, Bosna-Hersek ve Bulgaristan Slavlarını ayaklandırmak için Balkanlarda yoğun propagandaya giriştiler. Ayrıca Romanya ve Karadağ'da birer teşkilat kurdular. Rusya bu tür faaliyetlerinden başka, Osmanlı Devletine de baskı yapmaktaydı. Sadrazam Mahmud Nedim Paşa, Bulgarların, Fener Rum Kilisesi'nden ayrılarak millî bir kilise kurmalarını kabul etti. Böylece, Bulgarların siyâsî bağımsızlıklarına yol açıldı.
Çok geçmeden, Panislavizm propagandası etkisini gösterdi. İlk olarak Bosna-Hersek eyaletindeki Hıristiyanlar ayaklandı. Daha bu isyan bastırılmadan yine Rus tahrikiyle Karadağlılar ve Sırplar da ayaklandılar. Osmanlı Devleti, bu iki isyanı bastırınca, bunlar, Avrupa devletlerinden yardım istediler. İşe karışan Rusya, Osmanlı Devletine Karadağ ve Sırbistan'la anlaşma yapması için ültimatom verdi. Bunun üzerine muhtemel bir savaştan çekinen Avrupa devletleri, Balkan meselesini görüşmek üzere İstanbul'da bir konferans tertip ettiler (23 Aralık 1876). Aynı gün Osmanlı Devleti, Konferansın çalışmalarına mâni olmak için Kânun-i Esâsî'yi ilan etti. Çalışmalarına devam eden Tersane Konferansına, Osmanlı Devletinden başka İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya, Almanya ve İtalya katıldı. Yabancı delegeler, önceden hazırladıkları metni Osmanlı delegelerine sundular. Buna göre, Osmanlı askeri, Karadağ ve Sırbistan'dan çekilecek, Bulgaristan'da doğu ve batı Bulgaristan adı ile iki ayrı eyalet kurulacak ve Bosna-Hersek'le birlikte bu iki eyalete muhtariyet verilecekti. Osmanlı Devletinin bu şartları kabul etmemesi üzerine konferans dağıldı. Konferansa katılan İngiltere Başmurahhası Hindistan Nazırı Lord Salisbury, savaşı önlemek hususunda çok gayret gösterdi. O, Midhat Paşa'nın aksine, bir savaş çıktığında İngiltere'nin, Osmanlı Devletine yardım etmeyeceği kanaatindeydi. Lord Salisbury, Sultan İkinci Abdülhamid'le de görüşerek durumun vahametini izah etti. Padişah, savaş istemiyordu, fakat, savaş isteyen devlet adamlarının baskısı altında idi. Bunların başında Sadrazam Midhat Paşa ve Harbiye Nazırı vekili Müşir Redif Paşa geliyordu. Midhat Paşanın teşvikiyle, yüksek medrese talebesi sokaklara dökülüp, Padişahın penceresi altına kadar giderek “Harb istiyoruz!” diye bağırdı.[2]
Babıâli'de toplanan «Meclis-i Umumî»nin Tersane Konferansı tekliflerini müzakereye başlaması 20 Ocak 1877 Cumartesi gününe rastlar.
Tersane Konferansı, İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan, İtalya ve Türkiye'nin iştiraki ile 23 Aralık 1876 günü Haliç'teki Bahriye Nezâreti'nde toplanmış, aynı gün Kanun-i Esâsî ilân edilmiş, o günlerde sadâret makamında bulunan Midhat Paşa, Kanun-i Esâsî ilânını kasten konferansın toplandığı güne rastlatıp bu hareketiyle âdeta bir nümayiş yapmak istemiş, ancak, konferansa katılan yukarıdaki devletler murahhasları, o yıllarda bizde Kanun-i Esâsî ilânına «Çocuk oyuncağı!.», deyivermişlerdir!..
Çalışmaları yirmi dokuz gün süren ve bu müddet zarfında dokuz celse akdeden Tersane Konferansı, Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek ve Bulgaristan'da ıslahat yapılması için Babıâli'yi zorlamış ve o günlerde henüz ilk Meclisi Meb'ûsan açılmadığı için bu Tersane Konferansının tekliflerini tetkik ve müzakere etmek üzere Babıâli'de bir «Meclis-i Umumî» toplanmıştır.
Altmışı gayr-i müslim olan bu, iki yüz kırk kişilik «Meclis-i Umumî»de, Sadrâzam Midhat Paşa, Serâsker Redif Paşa ve Tophane müşîri Dâmâd Mahmud Paşa harp lehinde bulunmuşlardır!.. Sultan İkinci Abdülhamid Hân'ın saltanatının ilk aylarına rastlayan bu mühim meselede, aklınca, pâdişâha karşı efkâr-ı umümiyyeyi kazanıp mevkiini tahkim etmek peşinde koşan Midhat Paşa, «talebe-i ulûm»u tahrik ve teşvikle harp lehine nümayişler tertiplemiş, aldatılan yüksek tahsil talebesi Abdülhamid
Hân'ın penceresi altında «Harb.. Harb!..» diye bağırmış, bâzı gazetecilere heyecanlı yazılar yazdırılmış, harbe taraftar olmayan yeni Pâdişâh Abdülhamid Hân'ın «Moskof taraftarı!..» olduğu yolunda kesîf bir propagandaya girişilmiş, bu arada Dâmâd Mahmud Paşa, mahlû' Pâdişâh Beşinci Murad'ın oturduğu Çırağan Sarayı'na kadın kıyafetiyle iki kişi sokup güya bunları yakalattırarak, Abdülhamid Hân'a, halkın Beşinci Murad'ı tekrar tahta çıkarmak istediğinden bahisle gözdağı verilmiştir!..
Midhat Paşa, bu çeşit faaliyeti yanı sıra yayınladığı bir beyanname ile «Meclis-i Umumî»ye halihazır durumu güya izaha çalışmış ve bu beyannâmede: Devlet-î Aliyye'nin beş, altı yüz bin askerle cenge hazırlandığından, donanmanın Karadeniz hâkimiyetinden, savaşın, «Devlet ve milletin kadr ü şanına muvafık olduğu»ndan bahsedip, Tersane Konferansı tekliflerinin reddini istemiş, Meclis-i Umumî'de okunan bu beyannameye «Dudu kuşu gibi talimli» kimseler de alkış tutmuşlardır!..
Meclis-i Umumî, bu çeşit tertiplerle Tersane Konferansı tekliflerinin reddine karar vermiş ve saltanatının ilk aylarında bu karara karşı çıkamayan Sultan İkinci Abdülhamid Hân da, o fecî kararı tasdik etmek mecburiyetinde kalmıştır!..
Hatıratında bu mühim meseleye temas eden Abdülhamid Hân, der ki: «Ben ne gibi şerait dahilinde ve nasıl bir zamanda cülus ettim? Bunu hatırlatmak isterim: Bosna - Hersek kıyam etmiş; Karadağ, ordumuzu sarmış ve mağlûb etmiş; Sırbistan, muntazam ve tehlikeli bir kuvvetle ilân-ı harb eylemiştir.
Bu badireden o müthiş Rus muharebesi (93 Harbi) doğdu. Bu muharebeyi tevlid eden vekayi-i dahiliyye ve hariciyye benim zamanımda tahaddüs etmemişti. Ben iki hal'den ve doksan üç günlük bir fasılayı saltanattan sonra pâdişâh olmuştum.
Millet, rüşdünü iddia ediyordu. Umumun itimadına mazhar olan Midhat Paşa'yı derhal sadârete getirdim. Rusya'nın teklif ettiği mevaadı veya Rusya ile muharebeyi kabul edip etmemeği yine millete bırakmıştım. Bunu müzakere için toplanan Meclis-i Umumî'ye de, milletin o kadar sevdiği ve itimat ettiği Midhat Paşa riyaset etti. Binaenaleyh 93 Muharebesi ile bunun neticelerinden ben, ne şahsen, ne de mevkien mes'ulüm.»
Harb isteyen ve aklınca, Moskof'un Balkanlara inmesini istemiyen İngiltere'nin savaşta bizim yanımızda yer alacağını, böylece harbi kazanıp mevkiini sağlamlaştırmayı hayâl eden gaafil Midhat Paşa ile avanesinin bu harb mevzuunda söylediklerine bakınız:
«Harb etmek için askerîn kuvvetine bakılmaz, bunda istitâat (güç) aranmaz; biz Anadolu'ya dört yüz elli atlı ile geldik, yine dört yüz kişi kalıncaya kadar harbetmek lâzımdır!»
İşte, Tersane Konferansı'nm teklifleri böylesine bir demagoji havası içinde reddolunmuş ve Meclis-i Umumî toplantısının hemen ertesi günü bu red kararını inceleyen Konferans delegeleri, o gün yaptıkları dokuzuncu ve sonuncu toplantıdan sonra İstanbul'u terk etmeye başlamışlardır. Bu arada, Konferansa katılan devletlerin İstanbul'daki Büyükelçileri de bir siyasî nümayişle Sefaretlere birer Maslahatgüzar bırakıp yurdumuzdan ayrılmışlardır!..[3]
Tersane Konferansında müspet bir netice alınamayınca, Londra'da bir konferans daha toplandı. Bu konferansta Bâbıâlî'ye, Tersane Konferansının kararlarından daha hafif ıslahat şartları teklif edildi, ancak Osmanlı devlet adamları, bu teklifi de reddettiler. Londra protokolünün Osmanlılar tarafından reddedilmesinden sonra Çar, Karadağ'a sadece Nikşik kazası bırakılırsa savaşı önleyebileceğini Bâbıâlî'ye bildirdi. Ancak, bu teklif de sadrazam İbrahim Edhem Paşa tarafından reddedildi.[2]
Midhat Paşa ve arkadaşları, Kanunı Esâsi'yi ilan ederek, Avrupalıların gözüne gireceklerini ve onların devlet üzerindeki baskılarını kaldıracaklarını umuyorlardı Umdukları olmadı Avrupalılar, Tersane Konferansı ile Osmanlı Devleti'ni Bulgaristan ve Bosna Hersek gibi eyâletlerde ıslâhata zorluyordu Midhat Paşa ve arkadaşları, Ocak 1877'de, çoğunluğu Türk olmayan Meclis'e bu teklifleri reddettirdi ve Rusya ile savaşı göze aldı Hatta Midhat Paşa, bu konuda yeni Padişah Abdülhamid'i azarladı Batılı devletler de büyükelçiliklerini çekerek Osmanlı Devleti'ni Rusya ile başbaşa bıraktılar Mart 1877'de altı büyük Avrupa Devleti, daha hafif tekliflerle Londra Protokolünü imzaladılar ve Rus Çarı II Aleksandr'ın barış yanlısı olmasını da kullanarak, Karadağ'a Nikşik Kazasının verilmesi şartıyla, savaşı önlemek istediler Ancak Midhat Paşa'nın ekibinin elinde olan ve Abdülhamid'i devre dışı bırakan grup, bu teklifi de reddetti ve resmen Nisan 1877'de halkın 93 harbi dediği harp başlamış oldu.
Avrupa devletlerinin savaşa mâni olma teşebbüsleri başarısız kalınca, Rusya, 24 Nisan 1877′de Osmanlı Devletine savaş ilan eti. Sırbistan, Romanya ve Karadağ prenslikleri de Osmanlı Devletine isyan ederek Rusya'nın yanında yer aldılar. Yunanistan da düşmanca bir tavır takınınca, Osmanlı Devleti savaşta yalnız kaldı.
93 Harbi, Tuna ve Kafkasya cephelerinde cereyan etti. Tuna cephesi başkumandanı, Serdâr-ı ekrem Müşir Abdülkerim Nâdir (Abdi) Paşa idi. Emrindeki kuvvetler, üç orduya ayrılmıştı. Bunlardan Garp ordusunun başında Müşir Osman Paşa, Şark ordusunun başında Müşir Ahmed Eyüp Paşa, Cenup ordusunun başında ise Müşir Süleyman Paşa bulunuyordu. Bu cephedeki denge, Osmanlıların hayli aleyhineydi.
Abdülkerim Nâdir Paşanın, düşmanın Tuna'yı geçmesine seyirci kalmasıyla, harp yarı yarıya kaybedildi. Halbuki Osmanlılar için en büyük ümit, Rusları Tuna seddi üzerinde durdurabilmek ve bu seddi aşmalarına engel olabilmekti. Bu zafiyetinden dolayı Serdâr-ı ekrem, bir müddet sonra Dîvân-ı harbe verilip mahkum olacaktır.
7 Temmuz'da Tırnova, 16 Temmuz'da Niğbolu'yu alan Ruslar, Şıpka Geçidine hâkim olup, Balkan Dağlarını aşmaya başladılar. Abdülkerim Nâdir Paşanın azledilip yerine çok genç, müşir Mehmed Ali Paşanın başkumandan olması ve ordu içindeki diğer ayrılıklar, müşirler arasında rekabeti artırdı. Bu husus, savaşın kaybedilmesinde önemli sebep teşkil etti. Müşir Süleyman Paşa, Şıpka Geçidini ele geçirmek için, bir hafta gece-gündüz demeden taarruzda bulundu, ancak muvaffak olamadı. Bu defa Şıpka'yı geçmek için, Müşir Mehmed Ali Paşa taarruza geçti. Ayazlar, Karahasan, Ablova ve Kaçılova Meydan Muhârebelerini kazandı ise de, devamlı takviye alan Rus kuvvetlerini söküp atamadı. Müşir Osman Paşa ise savunma savaşına yeni prensipler getirerek, Plevne'de düşmanı üç defa mağlup etti. Üçüncü Plevne Zaferinden sonra, Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından “Gâzi” unvânı verildi. Yeni takviyelerle güçlenen düşman karşısında Osman Paşa, yardım alamadığından Plevne de düştü. Plevne'nin düşmesi ile, sayıca pek fazla olan Rus birlikleri serbest kaldılar. Bu sırada Sırplar Niş'e girmişler, Karadağlılar da İşkodra çevresine kadar ilerlemişlerdi. İleri harekâtlarına devam eden Ruslar, Sofya, Niş ve Vidin'i aldıktan sonra Edirne'ye ve burayı da alıp Yeşilköy'e ulaştılar. Grandük Nikola, sulh şartlarını dikte etmek üzere, umumî karargâhını burada kurdu. Böylece Tuna cephesindeki savaş, Osmanlıların aleyhine netîcelendi.
93 Harbi'nin ikinci cephesi Kafkasya idi. Kesin neticenin alınacağı ve alındığı Tuna cephesi kadar mühim olmamakla beraber, burada da pek büyük savaşlar oldu. Cephe kumandanı Ahmed Muhtar Paşa idi. 125.000 kişilik Rus ordusunun başında ise, Ermeni asıllı Melikof bulunuyordu.
Devamlı takviye alan Ruslar, 30 Nisan'da Doğu Bayezid'i ele geçirdiler. Muhtar Paşa, Ruslara karşı 21 Haziranda Halyaz, 25 Haziranda Zivin, 25 Ağustosta Gedikler Meydan Muhârebelerini kazandı. Ahmed Muhtar Paşaya bu zaferlerden sonra, “Gâzi” unvanı verildi. 4 Ekimde Yahniler Meydan Muharebesi de kazanıldı, ancak takviye alan Rusları durdurmak mümkün olmadı. 15 Ekim 1877 Alacadağ Meydan Muharebesi, Kafkas cephesinin dönüm noktası oldu. Ahmed Muhtar Paşa, fazla zayiat vermemek için Erzurum'a çekilmek zorunda kaldı. Kars açıkta kaldığından, 18 Kasım'da Rusların eline geçti. Fakat Ruslar, Erzurum halkının da katıldığı destanlaşan savunma karşısında, Erzurum'u alamadılar. Bu sırada Ahmed Muhtar Paşa, Padişah tarafından İstanbul'un muhafazası ile görevlendirilip İstanbul'a çağrılınca yerine Müşir Kurd İsmail Paşa getirildi.[2]
Maalesef harbe sebep olanlar, Midhat Paşa ve ekibidir İki cephede birden başlayan 93 Harbi, Osmanlı Devleti'ni yıkılmakla karşı karşıya getirmiştir Tuna Cephesinde başkumandan Abdülkerim Nâdir Paşa'dır (Halk arasında Abdi Paşa diye bilinir) Üst üste hatalar yapılmıştır Sırbistan'ı yanına alan Rusya güçlerini arttırırken, Osmanlı'ya bağlı kalmak isteyen Romanya'nın basit istekleri reddedilerek onlar da Rusların tarafına geçmişlerdir 19 Temmuz 1877'de Şıpka Geçidini geçen Ruslar, nihayet Plevne'ye kadar dayanmışlardır Plevne komutanı Gâzî Osman Paşa, 20 Temmuz 1877'de, 30 Temmuz 1877'de ve Ekim 1877'de üç defa Rusların üstün kuvvetlerine karşı tarihe Plevne Zaferleri diye geçen başarıları elde etmişse de, Aralık 1877'de teslim olmak mecburiyetinde kalmış ve sonra da esir edilmiştir Artık Osmanlı orduları Rusları durduramamıştır; maalesef 20 Ocak 1878'de Edirne'yi ve nihayet Şubat 1878'de ise Yeşilköy'ü (Ayastafanos) işgal etmişlerdir Avrupa cephesinde savaş, Rusların kesin zaferiyle sona ermiştir.
Kafkas cephesinde ise, komutan Ahmed Muhtar Paşa'dır ve iyi bir komutandır Ancak silah ve ordu itibariyle Osmanlı'dan üstün olan Ruslar, Haziran 1877'de Ahmed Muhtar Paşa'ya yenilmişlerse de, Mayıs 1877'de Ardahan'ı işgal etmişlerdir Diğer komutanların destek vermemeleri üzerine, Kasım 1877'de Kars düşmüş ve Ruslar Aziziye Tabyalarına kadar gelmiştir Nene Hâtûnların direnişiyle karşılaşan Ruslar Erzurum'u alamamışlardır.
Devletin yıkılmak üzere olduğunu gören Abdülhamid, İngiltere Kraliçesi Victoria'dan mütâreke imzalanması için aracı olmasını talep etmiştir Mütâreke ancak Ocak 1878'de imzalanabilmiştir İstanbul'un Rusların eline geçmesinden korkan Avrupalı devletler hemen harekete geçmişler ise de, Osmanlı Devleti, Mart 1878'de Yeşilköy (Ayastafanos) Andlaşmasım kabul etmek mecburiyetinde kalmışlardır Ruslarla imzalanan bu andlaşma, tam bir intihar andlaşmasıdır İşte II Abdülhamid'in 30 yıl sürecek ve devleti bir müddet daha muhafaza edecek olan diplomatik dehası, evvela Ayastafanos'u geçersiz kılma teşebbüsleriyle başlamıştır İlk işi, Elviyei Selâse (Kars, Ardahan ve Bâyezid) Osmanlı'ya iade edilmek ve imzalanan Andlaşma yerine Berlin Muahedesini kabul ettirmek şartıyla, Kıbrıs, İngiltere'ye taviz olarak verilmiştir Berlin Muahedesi de iyi bir andlaşma değildir 1699 tarihli Karlofça Andlaşmasından sonra Osmanlı Devleti'ni Avrupa'dan tasfiye eden ikinci andlaşmadır Ancak Ayastafanos ile mukayesesi de mümkün değildir Zira Osmanlı'nın Balkanlardaki ömrünü 1913 yılına kadar (Londra Muahedesi) devam ettirmiştir Berlin Muahedesi ile, Osmanlıya bağlı üç prensliğe yani Romanya, Sırbistan ve Karadağ'a istiklâliyet verilmiştir Berlin Muahedesinin en kötü şartları, Doğu Anadolu'da Ermeniler lehine ve Makedonya'da da gayri müslimler lehine devletin bazı ıslâhat yapmaya mecbur bırakılmasıdır[4]
3 Mart 1878 Pazar günü imzalanan "Ayastafanos Mukaddimât-ı Sulhiyye"sinden 32 gün evvel, "Edirne Mütârekesi" imzalanmış, bu arada Moskof Başkumandanı Grandük Nikola, İstanbul'a bir fırka asker sokmak istemiş, bu talep üzerine İngiltere de bir filo ile İstanbul'a girmek istemişse de, Abdülhamid Hân, iki devlet arasındaki rekâbetten istifade etmesini bilip her iki teşebbüsü de önlemiştir.
Ayastafanos Mukaddimât-ı Sulhiyye'si, Yeşilköy'de imzalanmış ve bizi Başmurahhas olarak Hâriciye Nâzırı Safvet Paşa temsil etmiş, Berlin Büyükelçimiz Sadullah Bey de ikinci murahhas tayin edilmiştir. Muhtelif kaynaklarda sarahaten kaydedildiğine göre, Hâriciye Nâzırımız, bu muâhedeyi ağlayarak imzalamıştır. Müzâkereler esnasında Ruslar, donanmamızın altı zırhlısını savaş tazminatının bir kısmına karşılık olmak üzere istemişler ve bu taleplerinde öylesine ısrar etmişlerdir ki; Bâbıâli, bu isteği kabûle mecbûr olmuş, ancak Abdülhamid Hân, şâhâne bir jestle bu haksız talebe karşı çıkıp donanmamızın o altı zırhlısını kurtarmıştır. Okuyalım, Abdülhamid Hân'ın bu mevzûda Hey'et-i Vükelâ'ya (Vekiller heyetine) gönderdiği Hatt-ı Hümâyûnu;
«Başvekil Paşa'ya ve sâir Vükelâya (vekillere) kasemle beyan ederim ki, Donanmay-ı Hümâyûn'un elden çıkarılmasına katiyyen reyim ve rızam yoktur. Her türlü fedâkârlığı eder; fakat, bu donanma maddesini reddeylerim ve esbâb-ı mucîbesini dâhî beyâna muktedîrim. İcâbı hâlinde donanmayı kaybetmemek için canımı fedâya râzıyım. 27 Şubat 1878.»
Abdülhâmid Hân'ın bu kat'i kararı ve şâhâne jesti karşısında Moskof, haksız talebinden vazgeçmeye mecbûr olmuş; fakat Abdülhamid Hân, 93 Harbi'nin acı neticelerini bütün saltanatı boyunca unutamamıştır. Bu vesileyle kaydedelim ki, "Ayastafanos Mukaddimât-ı Sulhiyye"sinin imzası esnasında, Grandük Nikola maiyyetinde bulunan bir ressam, imza anını karakalem bir kroki ile tespit etmiş ve Hâriciye Nâzırımız Safvet Paşa, bu ressama bazı hediyeler vererek "Bir hatıra olur, bende kalsın." deyip o krokiyi alarak Abdülhamid Hân'a takdîm etmiştir. Fevkalâde bir marangoz ustası olan Abdülhamid Hân, o krokiyi bizzat yaptığı bir çerçeve içine koyarak, hal'ine (tahttan indirilmesine) kadar masası üzerinde bulundurmuştur. Bu hâtırayı anlatan Paris Büyükelçisi Salih Münir Paşa, devamla der ki;
«Eğer Osmanlı İmparatorluğu, 1877'de değil de, meselâ 1887'de Rusya ile harbetmiş olsaydı, zafer mutlaka bizim olurdu. Abdülhamid'in önleyemediği o harp, Abdülaziz devrinden beri hazırlanan, fakat henüz iyice kurulamamış olan güzel bir ordunun boşu boşuna harcanmasına sebep olmuştur.»
Paris Büyükelçimiz, Midhat Paşa'nın 93 Harbi'ndeki gafleti mevzûsunda da şunları söyler;
«Sen, Haliç (Tersane) konferansını bırak, Londra'da bir konferans kurulması teklifini reddet, cepte para yokken memleketi harbe sokmak için sokaklarda talebeye nümâyişler yaptırt... Vallahi böyle bir gaflet, her kula müyesser olmaz!..»
Rusların Yeşilköy'de karargâh kurmalarından sonra, Babıâlî, 19 Ocak 1878′de Rusya'dan mütareke istedi. 9 ay 7 gün süren savaşa, 31 Ocak 1878′de imzalanan Edirne Mütarekesi son verdi. Sonradan, 3 Mart 1878′de, Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması imza edildi, ancak yürürlüğe girmedi. Abdülhamid Han, siyasî dehasıyla, bu antlaşmayı yürürlüğe koydurmadı. Ayrıca bu antlaşma, Rus nüfuzunu son derece arttırdığından, Avrupa devletlerini telaşa düşürmüştü. Avrupa devletlerinin iştirakleriyle tertiplenen Berlin Antlaşması'na göre (13 Temmuz 1878), önceki antlaşmanın bazı maddeleri hafifletildi. Ancak, Osmanlı Devleti bu antlaşmaya göre, bugünkü Türkiye'nin üçte birine yakın toprak ve büyük nüfus kaybına uğradı. Ayrıca, 800 milyon altın franklık savaş tazminatı ödeme mecburiyetinde bırakıldı. Balkanlarda ise Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsız birer devlet oldular.[2]
Hâriciye Nâzırımızın ağlayarak imzaladığını yukarıda kaydettiğimiz Ayastafanos Muâhedesi'nden 4 ay, 11 gün sonra "Berlin Muâhedesi" imzalanmış ve rakip devletler arasındaki rekabetten istifade etmesini bilen Sultan İkinci Abdülhamid Hân'ın gayretiyle Ayastafanos Muâhedesi'nin hiçbir değeri kalmamış ve böylece Moskof, 93 Harbi ile umduklarına kavuşamamıştır.[1]
93 Harbi, Osmanlı Devletinin ağır mağlûbiyetiyle neticelendi. Rumeli Türklüğü, Rus birlikleri ve Bulgarların büyük katliamı sebebiyle, büyük sarsıntıya uğradığından, Türk nüfusu azınlığa düştü. Son asır Türk tarihinin en büyük göç faciâsı vuku buldu. Balkanlardan Anadolu'ya uzanan yollar, göçmen kafileleriyle doldu. Bunların büyük bir kısmı, yine Ruslar ve Bulgarlar tarafından imha edildi. [2]
Kısaca 93 Harbi ve bunun acı meyvesi olan Berlin Muahedesi, II Abdülhamid'in değil, onu başlangıçta kukla gibi kullanmak isteyen Midhat Paşa ve ekibinin eseridir Abdülhamid'in tek başına idareyi almasının sebebi de budur Yoksa devletin yıkılacağı kesindi.[4]
Kaynaklar
[1] Mustafa Müftüoğlu, "Yalan Söyleyen Tarih Utansın", Çile Yayınları, İstanbul 1978, 3. baskı, c.3, s.139-141.
[2] http://odev.mentalmasturbasyon.com/kaynak/odev/makale/proje/93-harbi-1877-78-osmanli-rus-savasi/
[3] Mustafa Müftüoğlu, "Yalan Söyleyen Tarih Utansın", Çile Yayınları, c.2, s. 112.-115.
[4] www.forumalev.net/osmanli-devleti/256669-93-harbi-nedir-ve-sebep-olanlar-kimlerdir-berlin-muahedesi-bu.html
0Awesome Comments!