II. Abdülhamid Suikasti ve Yıldız Camii'nde Patlatılan Bomba



II. Abdülhamid Suikasti ve Yıldız Camii'nde Patlatılan Bomba

21 Temmuz 1905 Cuma günü, tarihimizde "bomba hadisesi" diye geçen meşhur olay gerçekleşmiş ve Ermeni komitacıları tarafından Cuma namazından hemen sonra Yıldız (Hamidiye) Camii önünde patlatılan 100 kiloluk bir bomba ile Sultan İkinci Abdülhamid Hân'a suikast yapılmıştır. Abdülhamid Hân devrinin önemli olaylarından olan bu bomba hadisesini bütün sebep ve sonuçlarıyla ortaya koyabilmek için Ermeni isyanlarına kısaca göz atalım:

Akdeniz'e inebilmek gayesiyle memleketimizdeki Ortodoksların himayesini üzerine alan ve Ermenilerle Balkanlar'daki gayritürk unsurları devamlı tahrik eden ezelî ve ebedî düşmanımız Moskof, kendi idaresi altındaki Ermenilerin istiklâllerini hatır ve hayâle getirmemiş iken, Türkiye'deki Ermenileri Doğu'da kuracakları özerk bir Ermeni devleti vaadiyle, gerçekteyse kendi menfaatleri uğruna himâye ve tahrik etmiştir. Bir taraftan Hınçak teşkilatının tehdit ve tahrikleri, diğer taraftan özerk Ermenistan hülyâsıyla ayaklanıp büyük devletler tarafından korunan Ermeniler, İstanbul'da, Adana'da ve Doğu'da büyük tedhiş / terör hareketlerine girişmişlerdir.

Meşhûr 93 Harbi sonunda Balkanlar'dan ümidini kesen Moskof, İskenderun ya da Basra Körfezi'ne inebilmek için bütün çalışmalarını Ermenilerin üzerinde yoğunlaştırmış ve sözde Ermenileri himaye / koruma maksadıyla Berlin Muâdehesi'nin ünlü 61. maddesinin tatbîki için Bâbıâlî'yi sürekli kışkırtmıştır. Doğu'da Ermeniler lehine bazı reformlara mecbûr edildiğimiz bu meşhur 61. maddenin tatbîki konusunda bütün bu kışkırtmalara Sultan II. Abdülhamid Hân, metanetle göğüs germiş, hatta Alman Büyükelçisine; "Bu maddeyi yürürlüğe koymaktansa ölümü tercih ederim!" diyerek direnmiş ve şahsî gayretiyle Doğu Anadolu'yu Ermenilerin elinden kurtarmıştır.

1894'te Muş'la Siirt arasındaki Sason kazâsında patlak veren Ermeni isyanı sonucunda Ermeniler tarafından yüzlerce Müslüman öldürülmüş, büyük devletlerin müdahalesini temin için Türk köylüsü kıyafetine giren Ermeniler, kendi ırktaşlarını bile öldürmekten çekinmemişlerdir. Çabuk bastırılan bu isyanın sonucunda, isyanın elebaşısı Hamparsum Boyacıyan kaçmış; fakat ne hazindir ki bu adam, Sason İsyanı'ndan 13 yıl sonra, İttihatçi gâfiller tarafından Harput Milletvekili yapılarak Türk Meclîs-i Meb'ûsânı'nda boy göstermiştir!..

Sason İsyanı'ndan 1 ay sonra, Diyarbakır'da, 1 yıl sonra da İstanbul'da tekrar ayaklanan Ermeniler, 1896'da Patrik İzmirliyan idaresinde İstanbul'da büyük bir harekâta girişerek Osmanlı Bankası'nı basmışlarsa da muvaffak olamamışlardır.

Sultan Abdülhamid Hân, Osmanlı Baskını olayından sonra aldığı sert tedbirlerle Ermenileri sindirmesini bilmiş ve Türk topraklarının selâmeti uğruna alınan bu sert tedbirler neticesidir ki, Sultan İkinci Abdülhamid Hân'a Fransız tarihçisi Albert Vandal tarafından "Le Sultan Rouge" (Kızıl Sultan) adı verilmiştir. Bu vesileyle hemen kaydedelim ki Türk topraklarını Ermenilere vermediği, büyük devletlerin müdahalesini temin etmek gayesiyle ikide bir ayaklanan Ermenileri aldığı sert tedbirlerle sindirip perişan ettiği, dolayısıyla Türk düşmanlarının iştihâlarını kursaklarında bıraktığı için bir yabancı tarafından uydurulan bu "Le Sultan Rogue" adını, bizim millî şuur yoksunu kimi aydın(!)larımız, "Kızıl Sultan"a çevirerek Türk'ün şerefli bir evlâdını lekelemekten utanmamışlardır.[1]
Abdülhamid Han'ın Ermeniler'e karşı takındığı bu tavrı inceleyen Mâbeyn Başkâtibi Tahsin Paşa, alınan tedbirlerden bahisle Hâtıratında diyor ki;

"Ermeniler, gerek ticaret aleminde ve gerek hükümette müteahhitlik işlerinde çok esaslı ve kuvvetli mevkileri işgâl ediyorlardı. Sultan Hamid, Ermeni ihtilâlinin bu kaynaklardan kuvvet ve para aldığına kâni ve hakikat de bu merkez de olduğundan, ilk tedbir olarak Ermenilerin badema hiçbir münakaşa ve muameleye kabul edilmemelerini ve kendileriyle kat'ı hesap olunmasını suret-i katiyyede emretti. Hünkârın bu iradesi, lâyık-ı vech ile tatbik edilip edilmediği, sık sık kontrol olunmakta idi. O vakit, sarayın Kuyumcubaşılığı, Ermenilerde idi ve bu yüzden külliyetli istifade ederlerdi. Sultan Hamdi bunları da Saray'dan çıkardı. Bu memnuiyet, İstanbul'dan vilayetlere de temsile dilerek bilimum vali ve mutasarrıflıklara tebligat-i kat'iye ifâ olundu. Bu tedbir, Ermenileri fevkâlade sarsmıştı. Ermeni milleti, yıllarca çalışıp kazandığı ticaretten, piyasadan ve hükümet kapısından mahrum oluyordu. Ermeniler, bu memnuiyeti kaldırtmak ve eski mevkilerini tekrar ele geçirebilmek için çok çalıştılar. Birçok istirhamlarla Hünkâr'ın merhametine müracaat ettiler. Fakat Hünkâr, Ermeni ihtilâlcilerine ve bu ihtilâlcilere yardım eden diğer Ermenilere o kadar gayz ve gazap taşıyordu ki, o istirham ve niyazlar, netice vermek şöyle dursun, bazen buna kalkışanlar bile fena muamele görüyordu." [2]
Sultan II. Abdülhamid Hân, aldığı bu ve benzeri tedbirlerle Ermeni melanetine mâni olup Türk'ün hukûkunu midafaa ve muhafaza etmiş ve bu hassasiyeti dolayısıyla o, bütün Ermeniler'in düşmanlığını kazanmıştır. Esasen o devirde yalnız Ermeniler değil; gayrütürk ve gayrimüslim unsurların cümlesiyle onlara uyan kendi içimizdeki gafilleri maşa olarak kullanan büyük devletler, Abdülhamid Hân'a düşmandırlar.

İşte 21 Temmuz 1905 Cuma günü meydana gelen bu suikast olayı, bu düşmanlıkla hazırlanmış ve Ermeni melanetlerine mâni olan Sultan II. Abdülhamid Hân, Yıldız Câmii önünde patlatılan bomba ile öldürülmek istenmiştir. Ermeni komitacıların uluslararası teröristlerle işbirliği yaparak hazırladığı bu suikast planı, en ince teferruatına kadar büyük bir ustalıkla tertiplenmiş ve çok geniş tutulmuştur.

Hazırlanan plan gereğince, önce Cumâ Selâmlığı'nda padişâhı öldürecekler, sonra Bâbıâlî'yi (medyayı), Galata Köprüsü'nü, Tünel'i, Osmanlı Bankası'nı ve bazı devletlerin ateşelikleriyle yabancı kurumları havaya uçurarak büyük bir kargaşalık çıkaracaklar, böylece büyük devletlerin müdahalesini temin ederek özledikleri Özerk Ermenistan'a (!) kavuşacaklardı. Bu gaye uğruna içlerinde birkaç kadın da bulunan, yurtdışındaki Ermeni komitacıların pek çoğu Türkiye'ye gelmiş, bu arada Belçikalı ünlü terörist Joris'e çengel atılmıştır. 29 yaşındaki bu genç terörist, karısı Anna ile birlikte suikastçiler arasına katılmış ve yapılan uzun çalışmalar sonucunda bir araba içine yerleştirilecek saatli bomba ile Cuma Selamlığı'nda Abdülhamid Hân'ın öldürülmesi kararlaştırılmıştır.



Bu suikastte kullanılmak üzere Viyana'da özel bir araba yaptıran ve Cuma günleri padişahın camiye gelip gidişi dolayısıyla tertiplenen "Selamlık resm-i âlîsi"ni bir çok kereler takip edip padişahın her hareketini saniyesi saniyesine tespit eden Ermeni komitacıları, 21 Temmuz 1905 Cuma günü, 100 kiloluk saatli bombayı kurup arabalarına yerleştirerek Yıldız Camii önüne gelmişler ve muazzam kalabalık arasında padişahın camiye gelişini seyredip Abdülhamid Hân camideyken arabayı terk ederek oradan uzaklaşmışlardır.

Sukastçilerin hesabına göre padişah, camiden çıktıktan sonra 1 dk 42 sn'de saltanat arabasına binmektedir. Saatli bomba, bu süre içinde patlayacak ve böylece Doğu Anadolu'yu Ermenilerin elinden kurtaran Sultan Abdülhamid Hân, Ermeni komitacıları marifetiyle öldürülecektir. O gün, Sultan Abdülhamid Hân, Çok ustalıkla hazırlanan bu plana rağmen, caminin Hünkâr Mahfili koridorunda Şeyhülislam Cemaleddin Efendi'yle biraz fazla konuşmuş ve bu "fazla konuşma", Abdülhamid Hân'ın suikastten kurtulmasını sağlamıştır.

Padişahın, merdivenleri indiği sırada müthiş bir gürültü ile patlayan bomba, muazzam kalabalık içinde büyük heyecan ve telaş uyandırmış, bu arada 26 kişi ölmüş, 58 kişi yaralanmış, çok sayıda araba ve at telef olmuştur.

Bu müthiş patlama sırasında araba parçalarının, insan ve hayvan cesetlerinin havada uçuştuğu, herkesin canının derdine düşüp sağa sola kaçıştığı anda Abdülhamid, şahâne bir jestle olup bitenleri bulunduğu mevkiden soğukkanlılıkla takip etmiş, elini kaldırarak kalın ve gür sesiyle telaş edilmemesini ihtar edip "Korkmayın, korkmayın" demiş, bazı emirler vermiş, ve sonra dizginini bizzat kendi eline alarak Saltanat arabasına yürüyüp hayvanların dizginini bizzat kendi eline alarak -yerli, yabancı- bütün orada hazır olanların "Yaşa Sultan!" haykırışları arasında Yıldız Sarayı'na dönmüştür. Bu gerçek, birçok görgü şahidinin itirafıyla sabittir ve Abdülhamid Hân'ın bu şahane jestinde bütün kaynaklar ittifak etmiştir. Etmiştir, ammâ yalan söyleyen târih, bugün hala Abdülhamid Hân'ın "korkak"(!)lığından bahsetmektedir.

Sultan İkinci Abdülhamid Hân'ın bu menfur suikast hadisesinden kurtulmasına meşhur şairimiz (!) Tevfik Fikret, bir şiirinde şöyle esef eder;

«Ey şanlı avcı, dâmını bîhûde kurmadın,
Atdın, fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!»


diyerek Ermeni komitacılarını alkışlayan Tevfik Fikret, aynı şiirinde Türk Devlet reisine, Ermeni melanetlerine mânî olan Abdülhamid Hân'a küfretmekten de utanmaz!

Adı "Müverrih"e çıkan Ahmed Refik ise; "Osmanlı milletini Abdülhamid'in zulmünden kurtarmak için bu hareket-i kahramannâmenin Ermeni vatandaşlarımız tarafından icrâ olunduğundan" [3] bahsetmekte ve böylece bu Türk müverrihi (!), nasıl bir tarihçi olduğunu ortaya koymaktadır.

Tarihimize "Bomba Hadisesi" diye geçen bu meşhur suikast olayı, bütün teferruatlarıyla devrin mâbeyn başkâtibi Tahsin Paşa'nın hâtıratında yer almıştır. Tahsin Paşa'nın yazdıklarına göre Belçikalı meşhur anarşist (terörist) Jorris, bilâhare yakalanmış, yapılan tahkikatta her şeyi itiraf edip idama mahkûm olmuşsa da, Abdülhamid Hân, bu meşhur anarşisti affetmiş, kendisiyle görüşüp 500 altın harcırah ihsan ederek onu Avrupa'ya göndermiş ve böylece bu beyynelmilel anarşist, Yıldız İstihbarat Teşkilatına alınarak mühim hizmetler görmüştür.[2]
Ermeni komitacıların faaliyetleri, "Bomba Hadisesi"nden sonra da devam edip günümüze kadar gelmiştir. Santa Barbara'da iki hâriciyemizi şehit eden Ermeni'nin sözleri, komitacıların bugünkü faaliyetini izaha kafi değil midir? [1]
Kaynaklar

[1] Mustafa Müftüoğlu, "Yalan Söyleyen Tarih Utansın", Çile Yayınları, 3. baskı, İstanbul 1978, c. 3, s.154-159.
[2] "Tahsin Paşa'nın Yıldız Hatıraları: Sultan Abdülhamid", İstanbul 1990.
[3] Kaynak belirtilmeli