Hitler'in Ölümü ve Akıbeti

«Mengershausen'in İtirafı»
Ruslar, sığınağa girdikleri zaman bir çoğunu esir götürdüler. Bu hadise, 1-2 Mayıs günleri arasında cereyan etti. Esirlerin arasında Harri Mengershausen adlı bir muhafız da vardı. Bu kişi, on gün soru yağmuruna tutulsa da o, ısrarla Hitler'le hiç bir ilgisinin olmadığını söylüyordu. 10 Mayıs'ta Ruslar, Harri Mengershausen'e sığınaktaki Almanlardan biri tarafından (bu kişinin Guensche olması ihtimal olunur-Y.H.) yazılan bir yazı gösterdi. Yazıda Hitler'le Eva Braun'un bomba çukuruna nasıl gömüldükleri ve Mengershausen'in gömülme işine nasıl katıldığı gösteriliyordu. Böyle bir olay karşısında aciz kalan Mengershausen, yazılanların doğruluğunu itiraf etmeliydi. Çünkü, Hitler'i o gömmüştü. Ruslar, Mengershausen'i sığınağın avlusuna götürdüler ve kendisinden Hitler'in gömüldüğü yeri göstermesini istediler. O, bu yeri gösterdi. Fakat çukur kazıldığında, Hitler ve Eva Braun'un cesetleri orada yoktu.

Mengershausen'den alınan bilgilere ve kendi kanaatlerine binâen, Ruslar, sığınağın avlusunda kazılara başladı ve neticede cesetleri buldular.

Mayıs ayının sonunda Mengershausen, hapsedildi. Bir müddet sonra da onu bir arabayla Berlin'den Finov adlı ormana götürdüler. Burada onu tahta bir kutunun içerisinde kömürleşmiş halde olan üç cesedin yanına getirdiler. Daha sonra ona «Bu cesetleri tanıyor musun?» diye sordular. Cesetler, korkunç görünüyordu ve alev onları yakmıştı. Lakin buna rağmen Mengershausen, cesetleri tanımakta hiç de güçlük çekmedi. Bunlar, Hitler, Goebels ve Magda Goebels'in cesetleriydi. Görünen oydu ki, Goebelsler'i yakmak için benzin yetmemişti. Çünkü cesetlerin bâzı kısımları yanmamıştı. Hitler'in cesedine gelince, onun ayakları tamamiyle yanmış, derisi kömürleşmişti. Fakat yüzü tanınıyordu. Şakağındaki mermi deliği de hissediliyordu. Çenesine ise hiçbir şey olmamıştı.

Mengershausen, bu cesedin Hitler'e ait olduğunu onayladıktan sonra onu yeniden hapsaneye götürdüler. Üç ay sonra ise Hitler'i gömen bu kişiyi Rusya'ya sürgüne gönderdiler ve o, 11 yıl Sovyetler Birliği'nde kaldı.

Yukarıda söylenenleri ise Mengershausen, Almanya'ya geri döndükten sonra naklediyordu.

Kime inanmalı? Ruslara mı, yoksa Sovyetler Birliği'nden kendi vatanına kayıdan gibi savaşla ilgili hatıralarını satmaya çalışan bu «SS» zabitine mi? Bu sorunun cevabını öğrenmek için hadiselerin devamını izleyelim.

«Rusların Daveti»

1946'ün 17 Ocak günü saat 10 sıralarında, Fransız Karargahı, Sovyetlerden gelen bir telefon davetine derhal olumlu yanıt verdiler. Ruslar, Fransızlardan "Reyhin köhne" binası karşısına bir zabit göndermelerini rica ediyordu. Burada bir tören yapılacağı tahmin ediliyordu. Fakat törenin ne münasebetle yapılacağı hakkında Sovyetler, hiçbir açıklama yapmıyordu. Fransa Karargah Kurulu, bu işte teğmen Henri Rathenaun'u görevlendirdi (artık vefat eden Henri Rathenau, Veymar Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanı olmuş Walter Rathenaun'un yakın korumalarındandır. Nazistlerin yaptıkları katliamlardan önce Henri Rathenau, karısıyla birlikte Almanya'yı terk ederek bütün gayrimenküllerini de bu ülkede bırakmıştır. Paris'e göçen H. Rathenau, Berlin'in işgâlinden sonra General Koeni­g'in savunma alanında zabiti olmuştur). Henri Rathenau, 17 Ocak 1946'te Fransa'nın temsilcisi gibi Sovyetlerin davetine katılır. Ruslar, bu daveti Ameri­ka ve İngiltere'ye de yapsa da, bu ülkeler davete gelmekten imtina ettiler.

Davet edildiği bu törenin Hitler'le Eva Braun'un cesetlerinin gömüldükleri yerden çıkarılması ile ilgili olduğu bilgisi, Henri Rathenau'ya daha sonra ulaştı.

Sovyetler, Fransız zabitinden bu konuda üçüncü kişilere bilgi vermemesini rica ettiler. Henri Rathenau, gerçekten de sözüne sadık bir adamdı. Şöyle ki, o, bu akşam bir raporla bu konuda yalnız rehberliğini bilgilendirdi ve başlayan hadiseler hakkında 1963 yılına kadar hiç kimseye, hatta yakınlarına bile hiçbir şey demedi. 1963'teyse Berlin'e gönderilen Fransız tarihçileri Michel Beauguey ile Victor Zigelmayer, Henri Rathenaun'u ziyaret ederek ona 17 Ocak 1946'ta başlayan hadiseleri anlatmasını rica ettiler. Ortalıkta Hitler'in ölümü ile ilgili bir çok faraziyelerin dolaştığını ve artık bunlara son koymanın zamanının geldiğini düşünen Henri Rathenau, Michel Beauguey'le Victor Zigelmayer'e kaleme aldıkları “30 Nisan'da Ortadan Koybolan Adam” adlı kitabında onun Berlin'e davetiyle ilgili baş verenleri açıklamalarına izin verdi. İlk olarak “Paris Match”, 17 Ocak 1946'te Henri Rathenaun'un şahit olduğu hadiseleri kısa şekilde yayınladı. Daha sonra “Production de Paris”in yayınları, Charles Testut ve Pierre Amiot sayesinde “Histoire Pour Tous” adlı dergide Henri Rathenaun'un açıklamaları tamamiyle basıldı.

“17 Ocak 1946'te Başlayan Hadiseler”

Saat 12:30-da Henri Rathenau batı istikametinden Reich binasının giriş kapısının karşısına gelmişti. Onu çok iyi tanıyan bir Rus zabiti komutan Stagov karşıladı. Stagov, Fransız zabitine bu davetin sebebini açıkladı.

Henri Rathenaun'un dedikleri:

“Stagov, Sovyet Yüksek Komutanlığının emriyle Reichin avlusunda yapılacak bâzı kazı çalışmalarına katılmamı rica etti. Bâzı Alman esirlerinin söylediğine göre, Adolf Hitler'in ve onunla birlikte ölen bir kaç Alman rehberinin cesedi, sığınağın avlusuna gömülmüştü. Tanıklar, bir azdan avluya getirilecekti. Kapının önünde beklerken, Sovyet Komutanı Stagov, bu davetin Amerika ve İngiltere'ye de yapıldığını söyledi”.

Onlar, Amerikan ve İngiliz temsilcilerini yarım saat beklediler. Fakat bu iki devletten de gelen olmadı. Sabrı tükenen Stagov, iki küçük teğmen ve Nikolai adlı tercümanıyla birlikte Henri Rathenau'ya onların ardından gelmesini rica etti. Onlar avluya girerek sığınağın karşısına geldiler.

Henri Rathenau, sığınağın kapılarında yangın izlerini gördü:

“Bu yangın izleri, yerden 3-4 metre yükseklikteydi ve bir sis tabakası meydana getirmişti. Herhalde bu izler, yağlı bir maddenin yanması neticesinde oluşmuştu”.

Kazılara dört asker, Sovyet zabiti Yarbay Rykov, Komutan Swalov, Yüzbaşı Abrenski'yle Yüzbaşı Lieven eşlik ediyordu. Hemen arkalarında da başka bir grup vardı. Bu gruba iki Sovyet doktoru, üç küçük teğmen ve silahlı muhafızlar dahildi. Kenardaysa başlarında Almanca danışan bir Sovyet teğmeninin durduğu Alman esirleri bekliyordu.

Henri Rathenau geldiğinde görülen işlere ara verildi. Saat 13:15'te çalışmalara yeniden başlandı. Bir süre sonra üzerinde «SS» savaş üniforması olan, rütbeleri sökülmüş bir Alman esirini çukurun yanına getirdiler. Onun adı Lucke idi ve o, Hitler'in şahsî korumasıydı. Araştırmaları Lucke yönlendirmeliydi. Biraz ileride bir Alman esiri daha vardı. Bu kişi, Hitler'in diş hekimi Junge'ydi. Burada Henri Rathenau'ya diğer bir «SS» zabitini de gösterdiler. Pflug adlı bu esirin üzerindeki paltoda onun Alman Genel Karargahına mensup olduğu görünüyordu.

Toprağın kazılmasına son derece dikkat ve temkinle başlandı. Birkaç kürek darbesinden sonra kaba bir emirle Alman esirleri elleri ile toprağı kazmaya başladı.

Saat 15:45'te toprağın 1.10 metre derinliğinden savaş elbiseleri ortaya çıktı. Bunlar, toprağın altında kaldığından renkleri esmer renge çalıyordu. Aynı zamanda, ıslanmış bir haldeydiler. Bu giysilerin kenarı, kırmızı ve sarı renkteydi. Bunların içerisinde iki adet paket var idi. Birinci paket, sığınaktan 5-6 metre uzaklıktaydı. Henri Rathenau ise bu hadiseyi tahminen 10 metre mesafeden izliyordu. O, çukura yaklaşmak istedi. Fakat Sovyetler, onu medenî şekilde ikâz ettiler. Nihayet, giysiler güçlükle de olsa, çukurdan çıkarıldı. Fakat bu elbiseleri cesetten ayırmak zordu. Çünkü elbiseler ete oldukça yapışmıştı. Herhalde ceset, yağlı bir madde ile yakılmıştı. Bu sahneyi izlemek, insana çok iğrenç geliyordu. Cesedin sol tarafı, sağ tarafına oranla daha az yanmıştı. Önce doktorlar cesedi muayene etti, sonra fotoğraflarının çe­kil­me­si­ne izin verildi. Ceset, herhalde bir kadına aitti. Çünkü cesedin kemikleri ince, diz­le­ri ufaktı ve geniş göğüs kafesi boşlukları görünüyordu. Ağzı, geniş açılmıştı; göz oyukları ise boştu.

Şimdiyse, sığınağın kapısına daha yakın mesafede gömülen ikinci cesedin çıkarılmasına gelmişti. Bu ceset, toprağa çok da derin gömülmemişti. Cesedin her tarafı çürümüştü ve onun kemikleri görünüyordu. Cesedin yarı açık halde olan ağzı, toprakla dolmuştu. Kafatasının üst kısmıysa sanki yonulmuşdu.

Sovyet doktorlar, cesedi muayene ettiler. Bu, insan cesediydi. Derhal cesedin antropometrik ölçüleri götürüldü. Cesedin çeşitli açılardan, özellikle de üst kısımdan fotoğrafları çekildi. Daha sonra diş hekimi Junge, cesedin yanına geldi ve onun çene kemiklerini tamamiyle temizledi. Bu sırada kafa, vücuttan tamamiyle ayrıldı. Diş doktoru, cebinden yandan çekilmiş bir fotoğraf çıkardı. Fotoğrafta, çekilmiş dişlerle cesedin dişleri birbirlerine tam olarak uyuyordu..

Henri Rathenaun'un dedikleri:

«Yarbay Rykov, tercümanı vasıtasıyla bize Hitler'in cesedi ile karşı karşıya olduğumuzu söyledi. Sovyetler, artık Hitler'i bulduklarından tamamiyle emindi. Kadının cesedine gelince… Bu, belki de Eva Braun'un cesediydi. Fakat bunu tam olarak belirliyemiyorlardı. Çünkü Junge, kadının dişlerini hiç zaman görmemişti. Fakat antropometrik ölçüler, cesedin Eva Braun'a ait olduğunu ispat etmeye yetiyordu.»

Daha sonra her iki ceset, en ince ayrıntılarına kadar kamerayla video kasede çekildi.

Teğmen Henri Rathenau, ilginç ve önemli bir olayla karşı karşıyaydı. O, batılılar arasında Hitler'in öldüğünün şahidi olan tek kişyidi. Bu diktatörün cesedini bizzat gören Henri Rathenau, şahitlik için tesadüfen seçilen eski bir alman Yahudisiydi. Bundan habersiz olan Yarbay, Henri Rathenau'ya Almanca bilip bilmediğini sordu. Fransız temsilci, onun bu sorusuna olumlu yanıt verdi. Sovyet zâbiti, Lucke ve Pflug'u yanına çağırdı. Kadının gömüldüğü yeri tam olarak gösteren Pflug, her iki cesedin de üzerine benzin dökenlerden biriydi. Daha sonra Sovyet Komutanı Stagov, Henri Rathenaun'u yolcu etti.

Henri Rathenaun'un Söyledikleri:

«Sovyet zâbiti, çok medeni şekilde bana yol gösterdi. Buna ek olarak, mene bu günümü boşuna geçirmediğimi desöyledi.»

«Sovyet Resmî Görevlilerinin Gizemli ve Garip Suskunluğu»

Fransız zabiti Henri Rathenaun'un açıklamaları, insanın aklına çeşitli şüpheler ve ilginç sorular getiyor. Şöyle ki, Hitler'in gömüldüğü yerden çıkarılması gibi mühim ve önemli bir olay, nasıl oldu da, 1946'tan 1963'e kadar, yâni 17 yıl boyunca gizli kalabilmişti?!

Bilindiği gibi, Sovyetler'e verdiği sözünü tutan Henri Rathenau, 17 Ocak 1946'da yaşanan olayları 1963 yılına kadar kadar bir sır gibi saklayarak bu konuda kendi devlet rehberliğinden başka hiç kimseye bilgi vermemişti. Aynı şekilde, Henri Rahhenaun'un raporunu alan Fransa devleti de bu konuhakkında hiç bir açıklama yapmamıştı.

Gelin, tarihe kısa bir yolculuk yapalım:

Sovyet resmî görevlileri, üç Batı müttefikini bir yere davet ediyor.Fakat bu davete yalnızca Fransa katılıyor. Bütün olaylar, bir Fransız zabitinin gözleri önünde gerçekleşiyor. Gömüldükleri yerden çıkarılan cesetlerin fotoğrafları ve filmleri çekiliyor.

Şüphesiz ki, yaşanan bütün bu şeyler, o günkü olayın çok önemli olduğunu haber veriyor.

Belirtelim ki, Sovyet resmî görevlileri, o gün çekilmiş fotoğraf ve video kasetleri yalnızca kendileri için sakladılar. Çünkü bu fotoğraf ve video kasetleri bir daha hiç kimse görmedi. Meseleye mantıkla yaklaşıldığında, böyle kanaate varıyoruz ki, Batı müttefiklerini bu yere davet etmekteki Sovyet resmî görevllerinin asıl maksadı, Hitler hakkında susmak değil; tam aksine bu meseleyi dünyanın dört bir etrafına yaymakla reklam etmekti.

Gelin bir anlık Amerika ve İngiltere'nin bu davete katıldıklarını düşünelim. Şüphesiz ki, böyle olduğu takdirde Ruslar, bu iki devletten en azı birinin bu davetin mahiyetini ve yaşanan olayları bütün dünyaya car çekeceğini zannediyordu. Şöyle ki, İngilizler siyasetlerini hiç kimseden gizlemiyorlar. Örneğin T.Roper, İngiltere hükümetinin isteğini yerine yetirerek raporunu yayınlamıştı. Amerika'ya gelince, Nurunberg mahkemesinin hakimlerinden biri olan Komutan Musmannon'un, dünya kamuoyuna bir çok kararlar hakkında açıklamalar yapması, tarih sayfalarından çoğumuza malumdur. Hitler ve Eva Braun'un cesetlerinin gömüldükleri yerden çıkarılarak muayene edilmesi olayını Fransız hükümeti de isteseydi bütün dünyaya yayabilirdi.

Demekki, Sovyetler bu detayları ölçüp biçmişti. O zaman ne için bele bir durumda Sovyet resmileri müttefikleri kabaklayarak ve yaşanabilecek her tür tehlikeli ihtimali etkisizleştirmek için dünya kamuoyuna her şeyi olduğu gibi açıklamadı? Şöyle ki, Ruslar «Biz, Hitler'le Eva Braun'un cesetlerini bulduk ve Batı temsilcilerinin de katılımıyla cesetleri gömüldükleri yerden çıkardık.» deyip bütün bu olanları dünyaya niçin ilan etmediler?! Ya da, eğer Sovyet resmî görevllerinin asıl amacı, yaşananları bütün dünyaya yayarak bununla reklam etmek niyeti güdüyorsa, onlar niçin Henri Rathenau'dan gördüklerini üçüncü kişilere söylememesini rica etmişti? Yoksa tüm bunlar da sebeplerini bildiğinizi düşündüğümüz veya tahmin ettiğimiz Rus oyunlarından başka bir şey değil mi?!

Böylelikle, Sovyet resmî görevlilerinin bu gizemli ve garip suskunluğunu gerçekten izah etmek çok zordur.

«Hitler'in Diş Hekimlerinin Kaderi»

Silezya'dan Yahudi bir diş hekimi gelmişti. Bu kişi Hitler'in diş hekimi Hugo Blesche'nin asistanı olmuştu. Sovyet Savaş Kuvvetleri, Berlin'e girdiğinde doktor Hugo Blesche de kurtuluş yolunu  kaçmakta  görmüştü.  9 Mayıs 1945'te bir erkek ve bir kadın - iki Sovyet zabiti muayene yerine gelerek doktor Hugo Bleschen'i sordu. Uhlanstrasse'de yerleşen Bleschen'in muayenesin­de Sovyet zabitlerini Bruck adlı bir kişi karşıladı. Bruck, doktor Hugo Bleschen'in orada olmadığını bildirdi ve Sovyet zabitlerine başka nasıl yardım edebileceğini sordu. Sovyet zabitleri, Hitler'in dişlerine ait diş kalıbı formasını arıyorlardı. Bruck, bu kalıbın nerde olduğunu bilmediğini söyledi. Daha sonra o, Sovyet zabitlerini doktorun diğer asistanı Fraulein Kate Hausmann adlı bir kişiyle tanıştırdı. Bu kadın, çok önemli bilgiler verdi. Şöyle ki, onun dediklerine göre Hitler, Bleschen'in muayene yerine hiç zaman gelmemişti. Tedaviye ihtiyacı olduğu takdirde; Hitler, Bleschen'i kendisi çağırıyordu.

Demekki, bu diş kalıbının Reyhin Hükümet Dairesi'nde olması ihtimali çok büyüktü.

Fraulein Kate Hausmann ise Hitler'in diş kalıbının her inceliğini bütün detaylarına kadar biliyordu. Şöyle ki, onun anlattıklarına göre Hitler'in üst çene kemiğinin diş oyuklarında köprüler vardı. Aynı köprülerden onun alt çenesin­de de vardı. Çağdaş stomatoloji biliminde nadir hallerda mevcut olan kuron tipindeki bu köprü, Hitler'in kesici dişlerinden birinin altında yerleşmişti.

Sovyet zabitleri, bu mesele hakkındaki kayıtları götürdüler. Daha sonra da Fraulein Hausmann'ı da kendileri  ile beraber götürerek Reyhin Hükümet Dairesi'ne gittiler. Onlar, burada her tarafı araştırdılarsa da Hitler'in dişlerine ait kalıbı bulamadılar. Bütün bu aramaların hiç bir netice vermediğini gören Sovyetler, Frau­lein Hausmann'ı Genel Karargah'a götürdü. Burada Sovyet zabitleri bir kutu getirip açtılar. Kutunun içinde Hitler'in Savaş Haçı (Nazist partisinin işareti) ve bir pro­teze ait dişler vardı. Sovyetler, Alman kızılına «Bu protezleri tanıyor musun?» diye sordular. Fraulein Hausmann, bu protezlerin Hitler'e ait olduğunundan emin olduğunu söyledi.

Daha sonra Sovyet temsilcileri, Fraulein Hausmann'ı serbest bıraktılar. O da bütün bu olanları Bruck'a açıkladı (tesâdüfî değil ki, yukarıda anlatılanlar Doktor Bruck'un söyledikleri çerçevesinde keleme alınmıştır). Fakat sonradan anlaşılacaktı ki, Sovyetler, Fraulein Hausmann'ı geçici olarak serbest bırakmıştı. Şöyle ki, onlar daha sonra Fraulein Hausmann'ı tekrar çağırdılar. Bu kez o, bir kaç hafta ortalıktan kayboldu. Daha sonra ise bu kadını hiç kimse görmedi. Yalnız 1953'te Sovyetler Birliği'nden kaçan Liselott Spalcke adlı bir kadın, Butırka hapsanesinde Kate Hausmann adında biriyle rastlaştığını ve bu kadının Hitler'in dişlerini tanıması yüzünden hapsaneye düştüğünü bildirdiğini söyledi.

Bundan başka, diş protezcisi Fritz Echtmann, Hitler ve Eva Braun'un dişlerini tedavi ettiğinden onu 9 Mayıs 1945'te hapsettiler. Sovyetler, ona da Fraulein Hausmann'a gösterdikleri kutudaki dişleri gösterdiler ve o da bu dişleri tanıdı. Bundan sonraysa diş protezcisi Fritz Echtmann, Moskova'daki Lubianka hapsanesine gönderildi ve o, 1954 yılına kadar bu hapsanede kaldı.

Hitler'in dişlerinin tedavisi ile meşgul olan doktor Helmut Kunz da Sovyetler Birliği'nde on yıl hapiste kaldı. Böylelikle, Hitler'in diş hekimlerinin kaderi, şanssızlıkla sonuçlandı.

«Mantıkî Analiz»

Gelin, yaşanan bu olaylar hakkında mantıkî bir çözümleme yapalım. Şöyle ki, hadiseler 1945'ün Mayıs ayında cereyan ediyor. Yâni 9 Mayıs günü Sovyetler, Kate Hausmann ile Fritz Echtmann'ı hapsediyor. O gün, bu kişiler Hitler'in protezlerini tanımıştı. Demekki, o gün, yahut da o günden çok çok önce Hitler'in cesedi artık bulunmuştu.

Şimdiyse, Mengershausen'in itirafı meselesine bir de göz atalım. Yâni Mengershausen'in 9 Mayıs günü Hitler'i şahsen gömmesi ile ilgili ona takdim olunan anlaşmayı imzalaması olayına.

10 Mayıs günü Sovyetler'e Hitler'i şahsen gömdüğü çukuru gösterdiği zaman Mengershausen, gözlerin önünde kazılan çukurun boş olduğunun şahidi oluyor.

Elimizdeki olayların her birini yerine koymağa çalışmakla mantıki yargı yürütmeye çalışalım.

Demekki, 9 Mayıs günü bazı şeyler yaşandı. Büyük ihtimalle, Sovyetler 10 Mayıs günü, yahut da bu tarihten daha önce Hitler'in gömülü olduğu yeri öğrenmişti. Bununla da rahatlıkla Hitler'in  gömüldüğü  çukuru bulmuş ve cesedi oradan «yok etmişti». Anlaşılıyor  ki, cesedi ortadan kaldırmadan önce Ruslar, bu cesetten diş protezini çıkarmayı da unutmamıştı. Bununlaysa bu protezin malum diş hekimlerine gösterilmesi olayı kanıtlanmış oluyor.

Daha da geriye dönelim: Mengershausen, Mayıs ayının sonlarına doğru Hitler'in cesedini gördüğünü ve onu derhal tanıdığını söylüyor.

Böylece, şu kanaate varıyoruz ki, Sovyetler, Mayıs ayının başlarında Hitler'in cesedini çoktan bulmuştu. Daha açık söylersek; ceset, en geç Mayıs ayının 9'una kadar Rusların eline geçmişti.

«İhtilaflı Açıklamalar»

Bütün bu yaşanan bu hadiselere rağmen, Sovyet Mareşali Joukov, 9 Haziran tarihinde dünya kamuoyuna Hitler'in cesedinin bulunamadığını söylüyordu. 16 Eylül'de ise Potsdam Konferansı'na katılan Stalin, Hitler'in yaşadığından emin olduğunu ve onun ya İspanya yahut da Arjantin'de gizlendiğini söylüyordu.

Bütün bu ihtilaflı açıklamaları nasıl izah etmeli?

Kısası, Hitler'in akıbeti, muammalar dumanında ykaybolup batmak üzereydi.

Belirtelim ki, 1964'tesığınağı işgal eden Sovyet mareşallerinden biri olan Tchouikov, hatıralarını neşrettirdi. Bu hatıralarda dikkati celp eden ve büyük ilgi doğuran, hayrete düşüren bir bölüm vardı:

«Muhafız Kıtasının askerleri Reich'e girdikleri zaman (2 Mayıs günü) Hitler'in kömürleşmiş cesedinin olduğu siyah renkli halıyla karşılaştılar».

Böylelikle, Sovyet Mareşali Tchouikov, ısrarla 1945'te Hitler'in cesedini bulduğunu bildiriyordu.

Göründüğü gibi bu da başka bir ihtilaflı açıklamadır. Bu ihtilaflı açıklamaları izah etmek, gerçekten çok zor. Fakat bir ilginç olan bir yön vardı ki, o da Sovyet resmî görevlilerinin bildiklerini yavaş yavaş açıklamağa başlamasıydı.

«Klimenkon'un Söyledikleri»

Yarbay-Teğmen Klimenko, 1945'te Hitler ve diğer nazist rehberle­ri­ni araştırmakla görevlendirilen Sovyet zabitlerinden biriydi. O, 4 Mayıs 1945'te Hitler'in gömüldüğü çukuru bulduğunu bildiriyordu.

«Candide» Dergisi, Novosti Ajansı'yla anlaşarak Klimenkon'un açıklama­larını Fransa'da yayınladı. Fakat unutulmamalıdır ki Novosti, bir Sovyet ajansıdır. Demekki Sovyetler, Klimenkon'un açıklamalarını yayınlamasına hiçbir itiraz etmemişti. Başka bir deyişle, herşey, Rusların nezareti altında gerçekleşmiştir.

Böylelikle, Klimenkon'un söyledikleri:

«Sığınakta her tarafı araştırdık. En gizli odaları bile alt-üst ettik. Bir çok Alman'ı esir aldık. Esir alınanlar arasında yüz kadar albay vardı. Fakat ne Hitler'i, ne de Goebels'i bulabildik. Daha sonra Reich'in avlusuna çıktık. Avluda bir metre kadar bir toprak kazdık. Bir süre sonra, sığınaktan biraz geride, Goebels ve karısının kömürleşmiş cesetlerini bulduk. Mag­da Goebels'in suratı, kocasının suratına oranla daha çok yanmıştı. Yerde ise bir çok yanmış kağıt külü ve parça kalıkları vardı.»

Mayıs ayının 2'sini 3'üne bağlayan gece, Klimenko esirleri sorguladı. Amiral Voss adlı bir esir, Hitler'le Eva Braun'un bir gün önce evlendiklerini, daha sonra her ikisinin birlikte intihar ettiklerini bildirdi. Daha sonra  Klimenkon'un  ısrarlı  tekidi ile Amiral Voss, bir kaç cesede baktı ve bunların Goebels, Magda Goebels ve onlarınçocuklarına ait olduğunu söyledi. Sonra Amiral Voss, Reichin avlusunda olan bir çok cesedin arasında Hitler'i belirliyebildi. Fakat bilirkişi raporundan sonra bu cesedin Hitler'e ait olmadığı anlaşıldı. Cesedin yalnız siyah bıyığı Hitler'in bıyığına benziyordu.

Klimenkon'un dedikleri:

«Emin olduğumuz tek bir şey varsa, o da Hitler'in ölmesidir. Biz, cesedi nerde aramalıydık? 3 Mayıs günü sahte Hitler cesedinden sonra adamlarım sığınağın avlusunu alt-üst ettiler. Bir çok ceset bulundu. Yeri gelmişken, bir kaç gün evvel (sahte Hitler'in cesedinin bulunduğu, fakat onun hala Hitler'e ait olmadığının kesin olarak belirlendiği vakte kadar, yâni bu zaman çizgisi içinde –Y.H.) sığınağın çatısını tamir etmek için çimento döken beton arabasının yanında, sığınağın girişine 3-4 metre uzaklıkta Tshoukov, içinde tanklara karşı istifade olunan bir bombanın olduğu çukura rastlamıştı. Bom­­ba­yı çıkarıp sökecek, bununla da onu etkisiz hâle getirecektik. Tshoukov, eğilerek bombayı tuttu. Çukurdan bombayı çıkardığı zaman, kenarda toprağın içinde iki çıplak ayak göründü. Aynı zamanda, toprağın altında bir kısmı dışarı çıkmış giysiler de görünüyordu. O, derhal toprağı ihtiyatla kazdı, Ortaya iki ceset çıktı. Bunlar yarı çıplak bir halde olan bir kadınla bir erkeğe aitti. Cesetler, demek tamamiyle yanmıştı. Fakat o zaman, Hitler'in cesedinin zaten elimizde olduğunu düşünüyorduk (Klimenko, burada Amiral Voss'un tanıdığı sahte Hitler'in cesedinden bahsediyor- Y.H.).Bu yüzden de tanıdığımız bu cesetlere ciddi şekilde fikir vermedik. Bu cesetleri yeniden gömdürdüm.

Amiral Voss'un tanıdığı cesedin Hitler'e ait olmadığı belirlendikten sonra Kli­men­­ko, esirleri yeniden sorguladı. Fakat yeni bir söz söyleyen olmadı. Esirler, yine Hitler'in cesed­inin gömüldüğünü bildirdiler. Şöyle ki, cesetler önce yakılmış, daha sonra sığınağın avlusuna gömülmüştü. Esirlerden bazıları, cesetlerin sığınağın kapısından bir kaç metre gerisinde gömüldüğünü söylüyordu.

Klimenko, içinde bomba bulunan çukuru hatırladı. Bu çukurun yeri, esir «SS»-lerin söyledikleri yere çok benziyordu.

Demekki, işe yeniden başlamak ve bu cesetleri gömüldükleri yerden çıkarmak lazımdı.

Klimenkon'un anlattıkları:

«Ertesi sabah, cesetleri çukurdan çıkardık. Her ikisi de yarı yanmış bir halde, boz renkte olan giysilerin içindeydi Alman esirleri bu cesetlerin Hitler'le Eva Braun'a ait olduğunu söylediler. toprağı daha derin kazdıkça Hitler'in köpeğinin ölüsünü de bulduk».

Klimenko, bu açıklamaları ederken Mengershausen'e de istinat ediyor. Çünkü Klimenko, daha önce Mengershausen'i dinlerken ondan Hitler'le Eva Braun'un gömüldükleri yeri gös­ter­me­sini istemişti. Mengershausen'sa bilindiği gibi ona cesetlerin gömüldüğü çukuru göstermişti.

Oleinik ve Tschoukov'un yaptıkları bir anlaşmada Klimenko, bu meseleye şöyle aydınlık getiriyor:

«Mengershausen'in söylediklerinin doğru olduğunu anladık. Bu açıklamalara göre 4 Mayıs 1945'te bir erkek ve bir kadının cesetlerini bırakmıştık… Bu yeri bize Mengershausen gösterdi.»

Klimenko'ya göre Mengershausen sığınağa götürüldüğü zaman, cesetler hâlâ çukurda gömülüydü.

Klimenkon'un anlattıkları:

«Hitler'le Eva Braun'un cesetleri, bütün bu süre içinde toprağın altında kalmıştı. Gece, adamlarımla bu cesetleri oradan çıkararak bir giysiye sarıp iki tabuta koydu. Daha sonra onları karargahımızın avlusuna gönderdiler.»

Belirtelim ki, Mengershausen'in açıklamaları, başkaları (Örneğin, Hitler'in yaveri ve diğerleri) tarafından da onaylanıyor. Demekki, gerçek, 11 yıl Sovyetler Birliği'nde hapiste kaldıktan sonra doğduğu vatanında kaçak gibi savaş ile ilgili hatıralarını satmaya çalışan «SS» zabiti Mengershausen'in naklettiği gibi yaşanmıştı.

«Gerçekler Günyüzüne Çıktı»

Böylelikle, Hitler'in akıbetinin sırrı, tamamiyle aydınlığa kavuştu: FÜHRER, EVA BRAUN'LA BİRLİKTE GERÇEKTEN DE İNTİHAR ETMİŞTİ.

Olaylarsagöründüğü gibi Mareşal Tchouikov'un söylediği gibi cereyan etmemişti. Yâni Sovyetler, Hitler'in cesedini Mayıs ayının 2'sinde değil, 4'ünde bulmuştu. Bunu ise yalanlanamaz kanıtlar ispatlıyor. Çünkü ister Klimenko ile Mengershausen'in, isterse de Alman hekimlerinin açıklamaları, birbirine tamamiyle uyuyor.

Bu sade gerçeği ise mürekkepleştiren ve onu gizemli hale salan ise Stalin ve Joukov'un kasten verdikleri yanlış beyanatlar, aynı şekilde sebebi hâlâ de tek bir manayla izah edilmeyen 17 Ocak 1946 olayları, Sovyet Mareşali Tchouikov gibi bâzı Sovyet resmî görevlilerinin iz azdıran maksatlı açıklamala­rı­dır.

«Stalin'in Maksadı»

Hitler'in cesedinin Rusların elinde olmasına rağmen, Stalin ve Joukov niçin yanlış beyanatlar vermişti? Bu soruya yanıt vermek için bâzı nüanslara dikkat etmek lazımdır. Şöyle ki, 1945'te Stalin, faşizme ait ne varsa hepsini yeryüzünden silmek istiyordu. Fakat o, böyle zor bir mücadeleye tek başına girişmek niyetinde de değildi. Bu maksadını hayata geçirmek için müttefikleri aldatmak lazımdı. Böylelikle, Stalin, Batı müttefiklerini teşfişe salan güçlü bir silahtan istifade etmekten de çekinmedi.  O, düşünüyordu ki, Hitler'in yaşadı­ğı­nı söylemek, müttefiklerini faşizmle olan mücadelelerine devam etmeye mecbur edecektir. Stalin'in bu meseleye münasebetini bildirmesinden sonraysa, Joukov ve diğer Sovyet resmî görevlilerinin Stalin'i desteklemekten başka çareleri yoktu. Bununla da Sovyet resmilerinin, dolayısıyla da Mareşal Joukovun niçin ihtilaflı, gizemli ve yanlış beyanatlar verdiğinin sebebi artık anlaşılıyor.

17 Ocak 1946'da yaşanan hadiselere gelince, bu konuda somut ve doğru muhakemeler yürütmek çok güç.

Gelin, şöyle bir mantıkî yargı yürütelim: «Hitler yaşıyor» oyununu kaybetmemek için Sovyetler, bu oyunun hatırına yalan söylemeyi devam ettirmeye mecburdular. Hitler'in öldüğünü kanıtlayabilecek olan Almanları kendi ülkelerinden götürerek Rus hapsanelerinde saklanılması, bunun en bariz örneğidir. (diş hekimlerinin açıklamalarını hatırlamak yeterlidir.)

1946'nın Ocak'ında Amerika, İngiltere ve Fransa, araştırmalarını sona erdirmişlerdi. Bu ülkeler, artık Hitler'in öldüğü kanaatine varmıştı. Hatta cesetlerin Moskova'da olması bile ihtimal dahilindeydi. Böyle olduğu takdirde Sovyetlerin «Hitler yaşıyor.» oyununu oynamasına ihtiyaç var mıydı? Çünkü «Hitler yaşıyor.» iddiası, artık kuru bir tehditti ve hiç bir önem arzetmiyordu. Buna göre de 17 Ocak günündeki sahnenin yaşanılmasına ne lüzum vardı? Görünen o ki Sovyetler, Batı müttefiklerinden böyle bir davranış beklemiyorlardı: Ne Amerika, ne de İngiltere, davete katılmamıştı. Resmî Moskova, böyle bir durumda alçaltıcı ve rezil hâle düşmüştü. Şüphesiz ki, Sovyet resmîleri, artık bu meseleye son vermenin vaktinin geldiğini anlamıştı.

Böylelikle, cesetler tahta kutuya yerleştirildi, fakat onların nereye götürülmesi o güne dek hep gizli kaldı. Belki de şoför Kempkan'ın karışık benzininin yapamadığı işi, Sovyet resmîleri gerçekleştirdi ve her iki cesedi de sonsuza dek yok etti.

K A Y N A K

1. Weinberg, Gerhard. The Foreign Policy of Hitler's Germany Starting World War II, 1980, University of Chicago Press, ISBN 0226885119
2. Fest Joachim C. Hitler, New York: 1974, Harcourt Trade Publishers1.
3. Yunis Halilov. Hukuk: yargılar ve teklifler (Azerbaycan Cumhuriyeti'nin emektar hükuk­şüina­sı, hukuk ilimleri doktoru, Profesör Hacı İbrahim İsmayılov'un ilmi redaktorluğu ile). Ba­kı. “Nurlan” yayınları. 2005. 184 sayfa.
4. Yunis Halilov. Hitler Kimdir? (makale). “Gaypten Gelen Sesler Kitabı” (Edebî Almanak). Bakı. “Nur­lan” yayınları. 2004. sayfa. 228-236.
5. Yunis Halilov. Hitler: Ksikolojik Portresi ve Şahsî Hayatına Dair Bâzı Kayıtlar (makale). “Şaman” gazetesi. № 07 (15), Sum­kayıt. 09 Haziran 2006. sayfa. 7.
6. http://www.coverups.com/hitler/
7. http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=3543
8. http://www.2worldwar2.com/adolf-hitler.htm - 15k
9. http://www.bilgivadisi.net/adolf-hitler-kimdir-hayati-sirlari-t-528.html
10. http://www.hikayeler.net/kimdir/adolf-hitler/
11. http://en.wikipedia.org/wiki/Adolf_Hitler

Müellif hakkında

Yunis Ferman oğlu Halilov

1983'te Nahçıvan şehrinde dünyaya geldi.

Orta tahsilini Nahçıvan Türk Lisesi'nde, yüksek tahsiliniyse Nahçıvan Devlet Üniversitesi'nin Sosyal Yönetim ve Hukuk Fakültesi'nde tamamlamıştır. Devlet hukuku üzerine master derece­li hukukşinastır.

Çeşitli illerde Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti Devlet Televizyonu ve Radyo Veilişleri Komite­sin­de redaktor (2004-2005), Nahçıvan özerk Cumhuriyeti Savaş Mahkemesi'nde meslehetçi (2005-2006), Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti'nin İnsan Hukukları üzere Müvekkili (Ombuds­man) Aparatında baş meslehetçi (2007-2008), Ağır Cinayetlere dair İşler üzere Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Mahkemesinde meslehetçi (2008) görevlerinde bulunmuştur. II dereceden devlet kullukçusudur. Hazırda Nahçıvan Devlet Üniversitesi'nde Hukuk Fenleri kürsüsünde hocalık yapmaktadır.

Hukuk ilmine dair üç kitabın (“Hukuk: yargılar ve teklifler” (Bakı, “Nur­lan”, 2005), “Azerbaycan Cumhuriyeti Anayasasının preambulası ve genel müd­dea­larının şerhi” (Bakı, “Kanun”, 2007), “Azerbaycan CUmhuriyeti'nin Anayasasına dair 555 sual – 555 yanıt” (Bakı, “Kanun”, 2008) adlı kitaplar) ve 70'ten fazla bilimsel ve publisistik makalenin yazarıdır.