Engizisyon Mahkemesi ve Tarihin Karanlık Sayfaları
~"Medeniyyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar... (Mehmet Akif Ersoy) ~
Engizisyon (Latince: inquisitio, soruşturma, İngilizce inquisitional), Katolik Kilisesi'ne bağlı bir mahkeme sistemiydi. Gerek kararları, gerek siyası ve dini erki nedeniyle üç büyük engizisyon adından çok söz ettirdi.[1]
13. yüzyılda Hıristiyanlık inancına ve ilkelerine karşı gelenleri bulup cezâlandırmak üzere kurulan Katolik Kilisesi örgütü ve mahkemeleri,"Engizisyon" (Kutsal Kurul) diye de adlandırılırdı. [2] Latince “inquirere” (soruşturmak) sözcüğünden türetilmiştir. [3] Hıristiyanlığa ve getirdiği ilkelere karşı çıkanlar, sadece Kilise'nin değil; aynı zamanda devletin de düşmanı sayılıyordu. [2] 1481-1808 yılları arasında Batı'da, Katolik kilisesinin siyasi baskı aracı olarak faaliyet gösteren Engizisyon mahkemelerinin Yakılarak öldürülme cezasına çarptırılan insanların sayısı, 34.024'e ulaşmıştır. [4]
Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde din adamları sapkınlığa karşı barışçı yöntemlerle savaşım verirlerdi: inandırma; törel örnek gösterme, ilahiyat üzerine tartışma vb. 4. yüzyılda Hıristiyanlık, Roma imparatorluğu'nun resmi dini olunca inanç birliğini sağlayarak uygarlığı koruma kaygısı içinde bulunan imparatorlar, sapkınlara karşı yıldırma yöntemleri kullanır oldular. Kilise önde gelenleri sapkınlara karşı devlet gücünü kullanma işlemini hemen benimsemediler. Ortaçağ başlarında sapkınlık soruşturması doğrudan bölge piskoposunun sorumluluğu altındaydı. 2. yüzyılda Avrupa'da sapkınlığın özellikle Kuzey İtalya ve Güney Fransa'da "Albigencilik" diye anılan ikilikçiliğin yaygınlaşması sonucu bu yöntemlerin etkisiz kaldığı anlaşıldı. 1017'de Fransa Kralı II. Robert. Orleans'ta 13 sapkının yakılmasını buyurdu. 1051'de imparator III. Heinrich, Goslar'da bir öbek sapkın astırdı, ikilikçiliğin artması, VValdenciliğin önderliğinde papazlığa karşı çıkma hareketlerinin hızla gelişmesi sonucu gerek kilise gerekse devlet daha etkili önlemler alma gereğini duyarak sapkınlığa ortaklaşa savaş açtılar, İngiltere Kralı II. Henry ile Fransa Kralı VII. Louis baskı yaparak Papa III. Alexander'i de da sapkınlığa karşı daha ciddi önlemler almaya zorladılar. Jours Kilise Meclisi toplantısında (1163) Papa, ruhban sınıfına yeminli tanıkların ifadelerine dayalı olarak soruşturmalar yoluyla sapkınların araştırılıp ortaya çıkarılmasını buyurdu. Bu, sapkınlığa karşı papalığın çıkardığı ilk genel kararname olduğu gibi, Engizisyon diye anılan kuruluşun temelinde yatan yöntem de işte bu “per inquisitionem”dir (soruşturma yoluyla). 1178'de III. Alexander özel yetki vererek görevlendirdiği bir ruhban kurulunu Languedoc'a gönderdi. Languedoc'ta Albigencilerin bu ziyarete gösterdikleri şiddetli tepki etkili bir eylemde bulunulmasını engelleyince papa yeni bir kararnameyle dini bütün Hıristiyanlara sapkınları korumayı yasakladı. Ayrıca, ruhban sınıfına kan dökmeyi kesinlikle yasaklarken, yerel hükümdarlara da din düşmanlarına karşı haçlı seferi açma, ellerinden mallarını alıp onları köle düzeyine indirme yetkisi verdi. Papa III. Lucius döneminde kilise yasaları daha da sertleşti. 1184'te imparator Frederick Barbarossa'nın desteğinde tüm başpiskoposlarla piskoposların, yılda birkaç kez kuşkulu kiliseleri denetlemelerini ve bu kiliselere bağlı kişileri yemin altında gizli ya da açık sapkınlık itirafına zorlamalarını buyurdu. Bunu yapmaktan kaçınanlar aforoz edilip gerekli cezaya çarptırılmak üzere sivil makamların acımasına bırakılacaklardı. 12. yy sonlarına kadar uygulanan cezalar: para, hapis, kölelik, sürgün, mal zoralımı, yasal haklardan yoksunluk, idam ve yakılma. Papa III. Innocentius döneminde yeni gelişmeler görüldü. Papa 1207-1208 arasında Güney Fransa'daki Albigenciler'e karşı kötü ünlü haçlı seferini açtı. Bu inanca bağlı olan ya da olmayanların malları ellerinden alındı ve topluca sürgüne gönderildiler, imparator II. Frederick ilk kez ölüm cezasını yasallaştırdı. Daha çok siyasal yönden hareketle, 1224'te pişmanlık duymayan Albigenciler için yakılarak ölüm cezası koyması sonucu 1231'de Papa IX. Gregorius da bu imparatorluk yasasını benimsedi ve 1231 ile 1235 arasında Engizisyon'u resmen kurarak yöntemlerini tanımladı. Bu nedenle, IX. Gregorius bir papalık yargı kurulu olarak kurulan Engizisyon'un babasıdır.[3]
Engizisyon mahkemeleri, çoğunlukla 'ihbar' müessesesi üzerine kurulmuştu. Eğer bir kişi kendi günahlarını gelip bir ay içinde itiraf ederse ve 'özür dilerse' affedilirdi. Ancak bu süre içinde böyle bir davranışta bulunmazsa, ona karşı dava açılırdı. Davalı, mahkemede kendisini kimin ihbar ettiğini asla öğrenemezdi.
Mahkeme işlemleri basitti. Sanık ya piskoposluk sarayında ya da bir manastırda yargılanırdı. Mahkeme bir sorgucu kurulundan, noterden ve iki hukuk uzmanından oluşurdu. Bu uzmanlardan biri kilise dışından seçilebiliyordu. Mahkemelerde suçlanan kişinin bir avukatı yoktu.
İşkence uygulamasının kurumlaşması 14. yüzyıldan sonra Roma hukukunun kabul edilmesinden sonra gerçekleşti. İşkence, mahkeme boyunca söylediklerinde çok büyük kuşkular ve çelişkiler olan suçlular için, ancak ve ancak başpiskoposun onayıyla yapılırdı. Engizisyon mahkemelerinin uyguladığı işkenceler konusundaki tartışma, günümüzde de tüm hızıyla sürüyor.[4]
Engizisyon mahkemelerinin ilki, Fransa'da Touluose'da kurulmuş, daha sonra Avrupa'nın çeşitli yerlerinde de kurulmaya başlanmıştır. Mahkeme binaları, özellikle görkemli binalar ve saraylar arasından seçilirdi. Zindanlar, güneş ışığının asla girmeyeceği, ses yalıtımı olan yerlerdi. İşkenceye başlanmadan önce mahkumlar günlerce tek başlarını tutulur ve onlara başlarına gelecek olanlar gösterilir ve anlatılırdı. Engizisyoncular, işkenceyi bir sanat haline getirmişlerdi. İtirafa yanaşmayan mahkûma her gün düzenli olarak işkence yapılır ve bunun şiddeti günden güne arttırılırdı. İşkence sırasında mahkûmun acıdan bayılmaması için işkence süreye tâbî tutulurdu. Bazen, bu süre içinde mahkûmun kol gibi uzuvlarının koptuğu görülürdü. Engizisyon yargıçlarının pek çoğunun mahkeme binası içinde, zaman zaman hafif denebilecek işkenceler yaptıkları genç kızlardan oluşmuş bir haremleri vardı. Bu kızlar, bir kaç ay içinde mutlaka öldürülür ve yerlerine yenileri getirilirdi.[5]
Engizisyonun en büyük işkence icadından birisi 'Böğüren Boğa'dır. Metalden yapılmış olan bu boğanın karnındaki kapağa suçlu canlı olarak konur ve ardından kapak kapatılır. Boğa ateşe tutulurken içinde kavrulan mahkum bağırmaya başlar. Bu da boğanın böğürme gibi ses çıkarmasını sağlar.
Sesin şiddetine göre kişinin suçunun ne kadar olduğu anlaşılır. Şayet kişi hiç bağırmadan can verdiyse, ailesine mahkumun iyi bir Hıristiyan olduğu söylenir... [4]
Mahkemeler, Katolik, mezhebine karşı gelenlere ve bu mezhebe aykırı hareket edenlere ceza vermek amacı ile 1183 yılında İtalya'da kurulmuştur. Papalar, kayıtsız şartsız ağır cezalar veren bu müesseseleri, kendi kudretlerinin bir vasıtası olarak kullanmışlar ve Orta çağda dehşet saçan müesseseler haline gelmesi sonucunu doğurmuşlardır. Bu mahkemelerin bütün dehşetleriyle hüküm sürdüğü memleketler, İspanya ve İtalya olmuştur, özellikle İspanyada Müslüman olanlara ve Yahudilere karşı tatbik edilen bu mahkemeler Birinci Napolyon tarafından ilkin İspanyada 1807 yılında kaldırılmış, 1834 te bütün Avrupa'da son bulmuştur. [6]
Ortaçağ Engizisyonu
Orta Çağ Engizisyonu, Valdensesler ile Katharlar'ın kurulu düzeni sarsan öğretiler yaymaya başlamaları üzerine, 1231'de Papa IX. Gregorius tarafından kuruldu. Engizisyon Mahkemesi'nde mahkûm suçunu kabûl edene kadar işkence görürdü.Eğer suçunu kabul etmez ise işkenceden ölürdü, kabûl ettiğinde de zâten hapishanede ömür boyu ceza çekerdi.Yâni kısacası, neresinden bakılırsa bakılsın, Engizisyona düşen bir kişi, [artık] ölüydü.[1]
Sınırsız yargılama yetkisi çerçevesinde her şey Engizisyon yargıcının ağzından çıkacak son söze bağlıydı. Genellikle koyu dinci tarikatlardan birinin üyesi olan ve göreve üstlerince atanan Engizisyon yargıcı yetkisini doğrudan papadan alırdı. Kurumda papaya bağlı olmakla birlikte, uygulamada tam anlamıyla bağımsızdı. Engizisyon başyargıcı yalnız çalışmazdı. Papazlar, soruşturmacılar, danışmanlar, casuslar, sanıkları tutuklamak için çavuşlar komutasında mangalar, gardiyanlar, işkenceciler vb. gibi kişiler onun yakın çevresini oluştururdu.
Mahkemesi geziciydi. Bir kente ya da köye varınca baş yargıç din adamlarını ve halkı toplantıya çağırırdı. Orada sapkınlığın kötülüklerine ve ne büyük bir günah olduğuna değinen bir vaaz verip suçludan suçunu gönüllü olarak itiraf etmesini isterdi. Bu toplantının ardından itiraf ve pişmanlık için 15 ile 30 gün arasında bir sürenin geçmesi beklenirdi. Başyargıcın karşısına çıkıp suçunu açıklayarak yanılgılarını kabullenenler hafif cezalara çarptırılırdı, itiraf için tanınan sürenin dolmasıyla, baş yargıç dini bütün Hıristiyanlardan gizli sapkınları ele vermelerini isterdi ve toplumun güvenilir üyelerinin yardımlarıyla bir sapkın avı başlardı, iki kişinin yeminli tanıklığı adımı açlık, uykusuzluk ve türlü işkencenin beklediği ve sonuçta direncinin kırıldığı cezaevine göndermeye yeterliydi. Eğer kişi suçlu değilse korkacak bir şeyi olmadığından savunucuya gereksinim duymayacağı savından hareketle, dava vekili tutma izni verilmemesi sonucu sanık tek başına yargı kurulunun karşısına çıkardı. Bunu baş yargıç yönetiminde katı bir sorgulama işlemi izlerdi. Suçunu kabullenmesi için sanığı tuzağa düşürmek amacıyla soruşturma sırasında hile ve aldatmacaya da başvurulduğu olurdu.
1252'de Papa IV. Innocentius Engizisyon'a işkence yöntemleri kullanımı için yetki verdi, işkence nedeniyle ölüm olaylarının artması sonucu 1311'de Papa V. Clementius işkencenin ancak başpiskoposla başyargıcın ikisinin birden onayından geçtikten sonra kullanımını buyurduysa da bu papalık bildirgesine pek aldıran çıkmadı. Soruşturma tamamlandıktan sonra baş yargıç tüm kayıtları inceleyip danışmanlarıyla görüşür bir karara varırdı. Ardından her zaman pazara rastlayan ciddi birdinse! törende Engizisyon kararları halka açıklanırdı. Mutlaka uygulanan ceza kararlan para, bir süre belirleyici giysiler içinde dolaşmak, kutsal yerleri ziyaret, haç taşımak, yasa! haklardan yoksun bırakılma, kırbaçlanma gibi hafiflerle ölüme kadar uzanan en ağır ve ürkütücüler arasında değişirdi. Suçlarını yadsıyan sabıkalı sapkınlara genelinde yaşam boyu hapis cezası verilirdi. Suçu sabit görülenlerle pişman olmayanlar ve eski yanılgılarını yenileyenler kötürümleştime ya da ölüm cezasına çarptırılırdı. Tören sona erdikten sonra bu talihsizler infazın yerine getirildiği bir meydanda yakılarak öldürülürdü. Kazığa bağlanmışken tövbe edenler son bir insanlık gösterisi olarak odunlar ateşe verilmeden boğ-durulurdu. Yakılanların ya da yaşam boyu hapis cezasına hüküm giyenlerin mal varlıklarına el konur ve çoluk çocukları yoksulluğa terk edilirdi. Engizisyon'un her yere erişen kolu mezara bile uzanırdı. Öldükten sonra sapkınlıktan hüküm giyenlerin cesetleri mezardan çıkarılıp yakılırdı. Ayrıca, soyundan gelenlerin mal varlıklarına da el konurdu. Ortaçağ sonlarında papalığın etkisi azaldıkça, Engizisyon sivil yetkililerin eline geçti. Templar Şövalyeleri'nin yok edilmeleri (1307-1314), Jean d'Arc (1413). ve Savanarola'nın yakılmaları (1498) Engizisyon'un siyasal amaçlı kullanımına örneklerdir. 16. yy Fransa'sında Paris Üniversitesi Protestanlığı ezmekte Engizisyon'un yerini aldı. [3]
Mahkeme İşlemleri
Mahkeme işlemleri basitti. Sanık ya piskoposluk sarayında ya da bir manastırda yargılanırdı. Mahkeme bir sorgucu kurulundan, noterden ve iki hukuk uzmanından oluşurdu. Bu uzmanlardan biri kilise dışından seçilebiliyordu. Mahkemelerde suçlanan kişinin bir avukatı yoktu. Sadece, sorgulamalarda itiraf edip etmediğine tanıklık etmek için bir kraliyet temsilcisi hazır bulunuyordu. Sorgucular, mahkemede suçlamalarını hem Latince hem de suçlunun anadilinde yapmak zorundaydılar. Sorgucular, çoğunlukla suçlu sıralarından çok daha yüksekte bulunan bir kürsüde otururlardı. Sorgucu konuşmasına, önce suçlunun kimliğinden, işinden, ailesinden söz ederek başlar ve daha sonra sözü işlenen suça getirirdi. Sorgucular psikolojik taktik konusunda çok uzmandılar. Suçluyu çelişkiye düşürüp, erken ve acele bir itiraf peşindeydiler. Bazı sorgucular bu konuda öyle uzmanlaşmışlardı ki, suçluyu giyiminden, bakışından ve duruşundan saptayabiliyorlardı. Engizisyon sorgucularının en ünlülerinin başında Bernardo Gui geliyordu. Çeyrek yüzyıl boyunca kendini soruşturmalara adayan bu Dominiken din adamı, sorgulamalarının büyük bir çoğunluğunu, 1324 yılına kadar Fransa'nın Toulouse kentinde sürdürdü. Başpiskopos ilan edildiğinde, o güne kadar tam 930 kişiyi yargılamış ve cezalandırmıştı. Suçunu itiraf etmekte direnenler için işkence uygulanması, belki de engizisyon adının bu denli tiksinti ve ürperti yaratmasının nedeni... [6]
Engizisyon ve Cadı Avı
(Bu dönemde) insanlar, olmadık şeylerle suçlanmışlardır. Özelliklede kadınlar, "cadılık", "büyücülük" suçlamalarına muhatap olmuş, sonunda da Engizisyon mahkemeleri kararıyla yanan odun yığınları üstünde can vermişlerdir. Kadınların tüm suçu ve günahı, erkek egemen toplumlarda, erkeklerden farklı bir vücut yapısına sahip olmalarıdır. Bu farklı beden ve farklı yapı, günahın kaynağı olarak algılanmaktadır.
Kilise, kitleler üzerindeki egemenliğini korumak, sürdürmek ve pekiştirmek için önce büyücülüğü din dışı saymış, sonra da karşıtlarını büyücülükle suçlamıştır. Büyücülerin Şeytan'la ve kötü ruhlarla işbirliği yaptığı ileri sürülmüştür. Bu görüş, kilisenin çaba ve baskılarıyla uzun süre toplumda kabul görmüştür. Aynı zamanda büyücülük, "heretiklik" olarak kabul edilmiştir. Hıristiyan yazarlar ise, büyücülüğü paganlığın bir kalıntısı olarak değerlendirmişler... (...)
Avrupa, 16. ve 17. yüzyıl boyunca, cadı avlarıyla birlikte büyücüleri de birlikte yargılamış ve yakmıştır. İslam dininde büyücülük yapmanın günah olduğu, Bakara 101-102, Taha 69 ve Maide 90 surelerinde açıkça yasaklanmıştır. Ancak Ancak Hıristiyanlıkta olduğu gibi yakma ve yok etme gibi bir yaptırıma bağlanmamıştır. Oysa Hıristiyanlık'ta 1320'de çıkartılan papalık bildirisiyle, büyücülük ve cadılık, heretiklik olarak kabul edilmiş, bu gibi suçlamaların muhatapları, Engisizyon'da yargılanmışlardır.
Ayrıca Engizisyon mahkemeleri, insanları, büyücüleri ihbar etmeleri için teşvik etmiştir. İhbarda bulunanlar, mahkemenin korumasına alınacak ve altı aylık bir süre için tüm günahları bağışlanacaktır. Böyle bir talep ve teşvikin dinle, mantıkla, dahası insanlıkla bir ilgisinin olmadığı kesindir. Çünkü böyle bir yol açıldığında, kimlerin suçlanacağı hiç belli olmaz; ama zenginlerin kendilerini koruma ve savunma önlemleri alabileceklerinden yine de en çok canı yananlar, yoksullar olacaktır ve öyle de olmuştur.
Büyücülüğün belirtileri ise şöyle sıralanmaktadır: Birden zengin olma, dinine aşırı düşkünlük, sık sık konut değiştirme, yaşlılık, delilik ve hastalık. Bu gibi belirtiler, en sıradan ve en ilgisiz insanların bile suçlanabileceğini göstermektedir. Özellikle de çekememezlik, miras davaları, arazi uyuşmazlıkları gibi nedenler, ihbarların artmasına neden olmaktadır. Hele bir de Engizisyon, ihbarda bulunanlara cennet vaat ediyorsa......
Sıradan ve "arkasız" bir kişinin büyücü olduğu ihbar edildiğinde, bu kişinin işi bitmiş demektir. Çünkü yapılan testler sonucunda suçlanan kişi test sırasında ölürse aklanmakta (temize çıkmakta)dır. Eğer ölmezse, o zaman da büyücü olduğu kanıtlanmış sayılmaktadır. Böyle bir"kapan"dan kurtulmanın olasılığı YOK! Suçlanan kişi, çırılçıplak soyuluyor ve kendisine bir duayı okuması emrediliyor. Eğer içinde bulunduğu koşullar nedeniyle şaşırır ve duraksarsa, onun büyücü olduğu yolunda ilk kanıt olarak kabul ediliyor. Daha da (komiği), sanığın, suya atılmasıdır. Eğer (cadılıkla suçlanan bu kişi), yüzerse bu, Şeytan'la işbirliği yaptığının kanıtıdır ki artık onu yakılmaktan hiç kimse kurtaramaz. Yok eğer yüzemez de boğulur ise, o zaman suçsuz olduğu kanıtlanmış olur. (Hani ne derler, iki ucu pisli değnek... )
1450 - 1550 yılları arasında sadece Almanya'da bu şekilde uygulamalar sonucunda büyücülükle suçlanarak yakılan insan sayısı, 100.000'i geçmektedir. Bu konuda, bir yargıcın başından geçenler ilginçtir: [7]
«Treves Üniversitesi rektörü ve Seçici Prensli Mahkemesi başyargıcı Flade'nin sayısız büyücüyü mahkum ettikten sonra içine bir kurt düşmüş, onların İŞKENCEYE DAYANAMAYIP suçu üzerlerine alabileceklerini düşünmeye başlamıştır. Bunun sonucunda büyücüleri mahkum ederken gönülsüz davranmaya koyulunca, ruhunu Şeytan'a satmakla suçlanmış, büyücüler gibi suçu üzerine almış ve 1589 yılında ÖNCE BOĞULUP SONRA YAKILMIŞTIR.» [8]
Bu örnek, o dönemlerde insanların ne ile karşı karşıya olduklarını göstermesi bakımından oldukça ilginçtir. Engizisyonun eline düşüp de sağ kurtulmak, imkansız gibidir. Benzer bir örnek de bir belediye başkanına aittir. Jean Junius, öldürülmeden önce kızına yazdığı mektubun son bölümünde şöyle yazmaktadır: [7]
«...Cellat, beni hapse götürürken dedi ki, "Size yalvarırım bayım... Tanrı aşkına doğru-yanlış bir şeyler itiraf edin. bir şeyler uydurun; çünkü bundan sonra uğrayacağınız işkencelere nasıl olsa dayanamayacaksınız. Dayansanız bile yine kurtulamazsınız. Çünkü büyücü olduğunuzu kabulleninceye dek, işkenceler birbirini kovalayacaktır." » [9]
Tanrı adına, kilise adına uygulanan bu yöntem, bu olunca; insanların ne kadar çaresiz oldukları daha açık olarak görülebilir. Çocuğu olan erkek ve kadın, büyücülükle suçlanıp yakılırsa, onun çocukları da öldürülürdü... Çünkü ilerde intikam almalarından korkulurdu. Büyücülerin yakılması, onların ruhlarının geri dönmesini engellemek için uygulanan bir önlemdi. Herhangi bir nedenle "biraz yumuşak davranmaları" gereken bir suçlu söz konusu olduğunda, önce kafası kesilir, sonra da yakılırdı. Zaten ölmeden önce suçlanan kişilere uygulanan işkenceler, insanı insanlığından utandırmakta ve türlerini diken diken etmeğe yetmektedir:
«...Gerilme, parmak kelepçesi, kerpetenle burulma, kor halinde kömürle parmaklarını yakma (Metz'de), buzla kaplı odaya kapatılma (Avignon'da), tırnaklar arasına demir sokma, pis yiyecekler ve her çeşit ateş işkencesi (tormentum ignis), kızdırılmış demirle dağlama, tabanların yağlanarak yakılması vb. vb...» [7]
İşkence
Tarihin şahit olduğu Hıristiyanlığın gerçek insanlık dışı vahşi yüzüdür. Aslında, Ortaçağ boyunca bu yönteme çok fazla rağbet edilmemişti. İşkence uygulamasının kurumlaşması 14. yüzyıldan sonra Roma hukukunun kabul edilmesinden sonra gerçekleşti. İşkence, mahkeme boyunca söylediklerinde çok büyük kuşkular ve çelişkiler olan suçlular için, ancak ve ancak başpiskoposun onayıyla yapılırdı. Engizisyon mahkemelerinin uyguladığı işkenceler konusundaki tartışma, günümüzde de tüm hızıyla sürüyor. Bir grup tarihçi, bu işlemlerin acımasızlığını ve zalimliğini dile getiriyor. Onlara göre, bazı yazılı kaynaklarda işkence gören kimi suçluların vücutlarının normalden 30 santim daha uzadığı belirtiliyordu. Yine kurbanın ağzına, büyük hunilerle bir seferde litrelerce su, hatta kimi zaman idrar boşaltılıyordu. Günahkârların kalçaları kızgın kerpetenlerle sıkılıyordu. 1486 yılında Alman engizisyon sorgucuları tarafından kaleme alınan "Cadıların Tokmağı" adlı el kitabı, engizisyon mahkemesinin uyguladığı bazı işkence yöntemlerini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu. Dinin afyon olduğu hakikat ancak ve ancak Hıristiyanlık için söylenebilir,burada bilime karşı verdiği savaş açıkça görülmekte ve insanlık için Hıristiyanlığın değerlerinin ne kadar ilkel ve barbar olduğu açıkça görülmektedir. Katolik kilisesi, Ortaçağ'da gücünü sağlamlaştırdıktan sonra, kabul edilmiş doktrinlere karşı çıkanları toplum düşmanı olarak ilan etmeye başladı. Ancak, pişmanlığı reddedenler de vardı: ;Roger Bacon (1220-1292):Britanya İmparatorluğu'nda yaşayan Kelt bilim adamı, deney yöntemini ilk savunan Ortaçağ aydınlarındandı. Büyüteci bulan ilk olarak tarihe geçti. Fransisken öğretisini eleştirdiği için 15 yıl hapis yattı. ;Ockhamlı William (1285-1347): İngiliz filozof, varlık konusundaki yalınlık ve tutumluluk ilkesiyle ünlüydü. "Nesneler zorunlu olanlar dışında çoğaltılmamalıdır" sözü, "Ockham'ın usturası" şeklinde adlandırılıyor. Papalığa karşı imparatorluğu desteklemenin İncil'e uygun olduğunu söylediği için mahkum edildi. Ancak, Münih'e kaçarak yaşamını burada sürdürdü. ;Giordano Bruno (1548-1600):Aristotelesçi kapalı evren görüşünden ilk sıyrılanlar arasında yer alan İtalyan filozof, Kopernik'in tezini savundu. Evrende, Dünya'dan başka birçok gezegenin bulunduğunu söyledi. Aykırı görüşler beslediği için Roma'da kazığa bağlanıp, diri diri yakıldı. 1633 yılının 22 Haziran günü, Roma, tarihinin en önemli günlerinden birine tanık oluyordu. Engizisyon mahkemesinde yargılanan Galileo Galilei'nin son sözleri merakla bekleniyordu. Ünlü bilgin acaba düşüncelerinde direnecek miydi, yoksa "itiraf" mı edecekti? Yüzlerce izleyici ve jüri sıralarını dolduran onlarca din adamının ortasında, kendisini tarihle hesaplaşmak üzere bir av gibi hisseden Galilei'nin ağzından şu sözler döküldü: "Ben, 'Güneş evrenin merkezindedir' dediğim için yargılanıyorum ve bu tür aykırı görüşleri nefretle kınıyorum, lanetliyorum. Aynı zamanda Kutsal Katolik Kilisesi'ne yapılan tüm yanlışları da..."
69 yaşındaki bilimadamı, kendisi gibi Güneş'i merkez kabul eden görüşü savunanlardan Giordano Bruno'nun kazığa bağlanıp yakılmasından sonra, pek kahramanca davranamamıştı. Ama yine de, bugün engizisyon denince akla "Galileo Galilei'nin duruşması" geliyor. Nitekim 2000 yılında papa, bin yıl kutlamalarını fırsat bilerek, başta büyük bilim adamları olmak üzere, bir zamanlar din adına gerçekleştirilen bu uygulamalardan dolayı özür diledi! Bruno (1548-1600), evrenin sonsuzluğu fikrini ortaya attığı için kilise tarafından çok ağır ve uzun işkencelere tâbi tutulduktan sonra diri diri yakılmıştır. Galile de bu akıbetten kurtulabilmek için engizisyon mahkemesi önünde, Dünya'nın Güneş etrafında döndüğü yolundaki iddiasından dönmek zorunda bırakılmıştır. Bu tür örnekler, Ortaçağ ile sınırlı değildir. Çok daha yakın dönemlerden bir isim olarak Paganini (1782-1840), ölmeden önce günah çıkartmayı kabul etmediği için, uzun yıllar boyunca ölüsüne gömülecek yer verilmemiştir. Nice'te ölmesine rağmen, oğlunun başvurusu üzerine, Papa, üç yıl kadar süren incelemelerinin sonucunda, tahnit edilmiş olan nâşının Cenova yakınında geçici olarak defnine izin vermiştir. Bu büyük müzisyenin cesedi, daha sonra gene kilisenin baskısıyla, iki kere daha gömüldüğü yerden çıkarılarak değişik yerlerdeki mezarlara nakledildikten sonradır ki nihayet 1896'da Parma'da bugün bulunduğu mezara gömülebilmiştir. [6]
İspanyol Engizisyonu
Gerçek anlamda ilk engizisyon mahkemesi, Latince "Officium Sanctum Inquisitionis" (Yüksek Soruşturma Dairesi) adıyla 1478 yılında kurulmuştur. Kuruluş amacı, İspanya'da nüfusun büyükçe bir kesimini oluşturan Yahudi ve Müslüman dönmelerin gizlice eski dinlerini koruyup korumadıklarını soruşturmaktır daha sonra kontrolden çıkıp 300 yıl boyunca tüm Avrupa'da terör estirmiştir. [10]
Ortaçağ Engizisyonu ispanya'ya 13. yüzyılda geldi. [3] İspanyol Engizisyonu Aragon kralı II. Ferdinand ve Kastilya kraliçesi I. Isabel tarafından 1478'de kurulmuş engizisyon mahkemeleridir. II. Isabel tarafından 1834'de lağvedilene kadar devam etti. İspanyol Engizisyonu, Müslümanlarla Yahudilerin kendi inançlarına bağlanmalarını sağlamak hedeflemişti. 200.000'e yakın Yahudi ve çok sayıda Müslüman'ın İspanya'yı terk etmesiyle sonuçlandı..[11]
13. yüzyıl Kastilyası'nda Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler yan yana barış içinde yaşarlardı. 14. yüzyılda soylu derebeyi sınıfı Kastilya toplumu üzerindeki etkisini artırdıkça, din ayrılıklarına ilişkin hoşgörü kaybolmaya yüz tuttu. Yükselen kentsoylu orta sınıf giderek artan bir kıskançlıkla dikkat çekerken, bu öbek arasında Yahudiler en çok göze batanlardı. Böylece Yahudi düşmanlığının kıyımlara ve zorunlu değişimlerine yol açması sonucu Yeni Hıristiyanlar diye anılan bir “dönmeler” sınıfı doğdu.Yeni Hıristiyanlar zamanla Kastilya ve Aragon soylularının bile arasına sızmayı başardılar. Zorunlu dönme olayları sıklaştıkça da sayıları arttı.
1492'de İspanyol hükümdarlar Ferdinando ve Isabella, Yahudilerin ülkeden kovulması buyruğunu çıkardıkları zaman çoğu İspanya'da kalmak için Hıristiyan oldu. Ancak, “dönmelerin” başarıları Eski ile Yeni Hıristiyanlar arasındaki düşmanlığı körükledi. Derebeyi soyluları din ve kanlarının saflığını vurgulamak amacıyla bütün bütüne Yahudi düşmanı kesildiler. Köylüler de derebeyi efendilerinin bu ırkçı tutumlarını benimsediler. 1480'de ispanya'nın Katolik hükümdarları Aragonlu Ferdinando ile Kastilyalı Isabella'nın Engizisyon mahkemelerinin kurulmasına izin vermeleri sonucu bu kuruluşa ilişkin yargı kuralları bir anda ülkenin her yanını sarıverdi. Vahşilik sınırlarını aşan bir sertlikle işe koyulan Engizisyon yargıçları çok sayıda “dönme”yi yakılarak ölüm cezasına çarptırdılar. Yetkisini doğrudan kuruluşun başı olan kraldan alan güçlü İspanyol Engizisyonu kimi soyluları, hükümet adamlarını, piskoposları bile (özellikle 17 yıl hapis yatan Başpiskopos Carranza, öl. 1576) kurbanları arasına katmaktan geri kalmadı. 15. yy' dan sonra İngiliz, Hollandalı ve İtalyan yazarlar Engisizyon'u bağnaz' zalim ve barbar olarak niteleyen eserler üretmekle, Katolikliğin ve ispanya'nın karşı propagandasını yaptılar. 18. yüzyılda Engizisyon gerek ispanya'da gerekse Avrupa'nın her yerinde ve Latin Amerika'da gerileme dönemindeyken, çağdaş yazarlar, kuruluşu zulüm ve batıl inançların bir aracı olarak lanetlediler. 1808'de Joseph Bonapart ispanya'da Engizisyon'u dağıttı. 1813' te gerici VIII. Ferdinando'nun yeniden canlandırdığı kuruluş, 1834'te kesin olarak kaldırıldı.Roma Engizisyonu, İtalya'da Protestanlığın yayılması sonucu Papa III. Paulus 1542'de Roma ve Evrensel Engizisyon'u ya da Kutsal Komisyon'u kurdu. 1588'de Papa V. Sixtus'ça yeniden düzenlenen ve her yerde sahte öğretilere karşı Hıristiyan inancının saflığını korumakla görevli bir kardinaller kurulundan oluşan Kutsal Komisyon, kısa sürede papalık yönetiminin en güçlü dinsel örgütü oldu. Avrupa'da dinsel ayaklanmaların doruğuna eriştiği 16. ve 17, yüzyıllar yargı kurulunun en etkin olduğu dönemdir. Özellikle 1600' de yakılan Giardano Bruno'yu ve 1633' te and içerek haklı kuramından dönmek zorunda kalan Galileo'yu suçlayarak kötü ün kazandığı gibi, kamuoyunca da lanetlendi. 1695'te Katolik inancının birliğini korumada papaya yardımcı olması için kurulan inanç Öğretisi Örgütü, Kutsal Komisyon'un yerini aldı. [3]
Endülüs Örneği
2 Ocak 1492 sabahı Kardinal Don Pedro de Mendoza, El-Hamra Sarayı'nın Alcazaba denilen baş kulesine gümüş haçı dikerek İspanya'da Müslüman egemenliğinin sona erdiğini ilan etti. 500 bin nüfusu ile Avrupa Kıtası'nın en büyük şehri olan Gırnata İspanyollara teslim oldu. Kaçanlar kurtuldu, kaçamayan Müslümanlar da kitle halinde öldürüldü. Hâlbuki taraflar arasında imzalanan ahitname gereği Müslümanların can ve malına dokunulmayacaktı. Ama kral şehre girdiği gün, daha ahitnamenin mürekkebi kurumadan sözünü çiğnemişti. Papa'nın müsaadesiyle, Engizisyon Mahkemesi kuruldu. Hıristiyanlığı kabul etmeyenler yakıldı; malları yağma edildi. Kısa zamanda İspanya'da tek bir Musevi ve Müslüman bırakılmadı. Târihçilerin belirttiğine göre Engizisyon Mahkemesi, 18 sene içinde 24.000' den fazla Müslüman'ın idamına karar verdi. Endülüs sadece insanı ile değil; tarihi, sanat ve ilmî eserleriyle, zengin kütüphaneleriyle, cami ve medreseleriyle beraber tarihten siliniyordu. Engizisyon Mahkemesi'nin kararıyla Gırnata'da 1 milyon cilt kitap yakılmıştı. Kardinal Ximenes, 80 bin el yazması eseri, bizzat eliyle yaktı. Ünlü"Karamazov Kardeşler" romanında, Ivan'ın ağzından şöyle bir öykü anlatıyordu:Hazret-i İsa yeryüzüne inip İspanya'ya gidiyor, atıp tutmaya başlıyor, Engizisyon mahkemesi baş rahibi Torquemada da onu kamu ve kilise düzenini bozmaktan tutuklatıp diri diri yakılmasına karar vermişlerdir. [6]
Roma Engizisyonu
Roma Engizisyonu, Roma Katolik Kilisesi'nin savunduğu öğretiyi korumak için Papa III. Paulus tarafından 1542'de kuruldu. Genel olarak Calvin ve Lutherciler'e savaş açtı. Roma Engizisyonu, cadılık ve büyücülükle de uzun yıllar mücadele etti. Bir manastıra ya da piskoposun sarayına yerleşen engizisyon sorgucusu, daha sonra halkı kilisede toplayıp uzun bir vaaz veriyordu. Amaç, yerel halkla ilişkileri sıcaklaştırmak ve onların güvenini kazanmaktı.[1]
Engizisyon ve İhbar Müsessesi
Engizisyon mahkemeleri, çoğunlukla "ihbar" müessesesi üzerine kurulmuştu. Eğer bir kişi kendi günahlarını gelip bir ay içinde itiraf ederse ve"özür dilerse" affedilirdi. Ancak bu süre içinde böyle bir davranışta bulunmazsa, ona karşı dava açılırdı. Davalı, mahkemede kendisini kimin ihbar ettiğini asla öğrenemezdi. Sorgucunun katedralde verdiği vaaz, daha sonra yazılı olarak kiliselerin kapılarına asılırdı. Böylece hiç kimse "Benim, mahkemenin geldiğinden haberim olmadı." diyemezdi. Bu ilandan sonra, sorguculara ihbarlar yağmaya başlardı. Mahkeme bir ay boyunca bu ihbarları okur, değerlendirir ve ihbar edilenlerin kendilerini göstermelerini beklerdi. İhbarların tümü noter tarafından kayda geçirilir ve bir temele dayanıp dayanmadıkları ya da sadece çamur atma olup olmadıkları araştırılırdı. 1593 yılında tutuklanan ünlü bilim adamı Giordano Bruno, önce Venedik Senatosu'na sevgilisi olan bir kadının kocası tarafından zina suçuyla ihbar edilmişti. Halkın tepkisinden korkan Senato, bu ihbarı kendisi değerlendirmek yerine engizisyon mahkemesine havale etmişti. Mahkeme tutanaklarından, engizisyona gelen ihbarların yüzde ellisinin ciddiye alınmadığı açıkça görülüyor. Öte yandan, bugüne kadar pek bilinmeyen bir nokta, yanlış ihbarlarla suçlamada bulunan kişilerin de işkenceyle cezalandırılmasıydı. İhbarın üzerinden bir ay geçtikten ve iyice değerlendirildikten sonra, engizisyon bir ön sorgulama yapardı. Bu noktada çok dikkatli davranılır ve suçlanan kişinin saygınlığını yitirmemesine özen gösterilirdi. Çok nadir olarak, ön sorgulamadan önce tutuklama yapılır ve bu durumda mutlaka iki tanık gösterilirdi. Ancak, ön sorgulamadan sonra, suçlanan kişi "tehlikeli" olarak tanımlanırsa, hemen tutuklanır veya piskoposluk sarayının ya da kraliyet mahkemesinin zindanına atılırdı. Engizisyon kurallarına göre, tutukluların her türlü bakımından ve harcamalarından kilise sorumluydu. Belgeler, bu konuda oldukça ilginç uygulamalara tanıklık ediyor. Örneğin, bazı mahkumlar pahalı şaraplar sipariş ediyor; hatta bazıları, geceyi eşleriyle birlikte geçirmeyi talep ediyorlardı. 1632 tarihinde engizisyon, mahkeme boyunca Galileo Galilei'yi üç odalı bir evde ağırlamış ve kendisine bir de hizmetçi tahsis etmişti. [6]
Sinema'da Engizisyon
1. "The Spanish Inquisition", History of the World Part I (Komedi, 1981)
2. "Gülün Adı", (Fransızca: Le Nom de la Rose)', (1986)
3. "Rex Mundi" (Yönetmen: Jim Uhls) "Rex Mundi" Hristiyanlık'ta reformların hiç gerçekleşmediği, Engizisyon'nun hala hüküm sürdüğü alternatif dünyada geçiyor. Avrupa tamamen Katolik Kilisesi'nin egemenliği altındadır. Depp filmde, kendini yetimken bulup yetiştiren bir rahibin kuşkulu ölümünü araştıran bir patologu canlandıracak. Uhls, "Rex Mundi" için, "Filmde cinayet ve gizem var. Ve karakterlerin keşfetmesi gereken ‘İncil’le ilgili büyük bir komplo var." diyor.
Kaynaklar
[1] http://tr.wikipedia.org/wiki/Engizisyon
[2] "Kaynak Sosyal Bilgiler", Güneş Gazetecilik.
[3] www.botav.org/engizisyon/
[4] http://nedir.antoloji.com/engizisyon/
[5] http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=engizisyon
[6] http://ansiklopedi.bibilgi.com/ENGİZİSYON
[7] Ferhan Ercan, "Dinsel Şiddet", Toplumsal Dönüşüm Yayınları.Ekim 1997.
[8] Bertnard Russell, "Bilim ve Din". s.66
[9] Sibel Özbudun, "8 Mart'tan 8 Mart'a mı?", s.124.
[10] http://mitoloji.info/nedir/engizisyon.nedir
[11] http://tr.wikipedia.org/wiki/İspanyol_Engizisyonu
[12] Sibel özbudun, a.g.e., s.128.
0Awesome Comments!