Huruf-i Mukattaa

Hurûf, harf kelimesinin çoğuludur. Mukattaa kelimesi de ayrılmış, münferit demektir Hurûf-u mukattaa ise; ayrılmış, münferit harfler demektir. Bunlara "hurûf-u teheccî""evâilü's-süver" ve"fevâtihü's-süver" de denilmiştir.[1] Harf ve sayılara birtakım anlamlar yükleyen İlm-i Huruf, zamanla bu sembollere kutsallık yüklemek suretiyle inanç sistemi hâline gelmiştir. Kuran’da yirmi dokuz surenin başında bulunan Hurûf-ı Mukattaa âyetleri, anlamı herkesçe bilinmeyen şifre ayetlerdir. Bu ayetler, harf simgeciliğine ve bazı harflerin kutsal addedilmesine vesile olmuştur.[2][3]
28 harfli Arap alfabesinin tam yarısı - on dört harfi- müstakil olarak Kurân surelerinin başında yer alır. ا ح ر س ص ط ع ق ك ل م ن ه ي şeklinde yazılan bu harflere ayrık yazıldıkları için"mukattaa" harfleri ya da surelerin başında yer aldıkları için "fevâtih" (başlatanlar) denir. denir. Mukattaa harfleri başında bulunduğu surenin bir parçası olup Kurân kıraatinde diğer harflerde uygulanan tecvit kurallarına göre telaffuz edilir.[4] Bu harfler, bir kelime gibi yazıldığı halde, okurken ayrı ayrı olarak okunur. Meselâ, الم tek bir kelime gibi birleşik olarak yazılsa bile, elif-lâm-mîm diye okunur.[1]
Kurân harflerinin tamamı vokallerle (sesli harflerle) / harekelerle seslendirilirken, sadece yirmi dokuz sûre başında yer alan bu on dört harf yer aldıkları sûre başlarında üstün, esre, ötre gibi vokallerle seslendirilmez sadece isimleriyle okunur. Harflerin bu şekilde okunuşları, bize okunan harfin “elifbâ”daki sıralamada isimlendirilmesi konusunda da yanlış isimlendirmenin önüne geçmemiz hususunda kesin bilgi verir. Sûre başlarında yer alan ve kendilerine “mukataa harfleri” denen bu harfler tekli, ikili, üçlü, dörtlü veya beşli terkipler halinde yer almaktadır.[4]
Kurân okumayı teşvik eden, Allah'ın kelâmını okuyana her harfi için 10 sevap verileceğini ve bu arada Elif Lâm Mim'in tek harf değil üç harften meydana geldiğini
bildiren hadisin dışında muteber hadis kaynaklarında hurûf-u mukattâ'ya dair herhangi bir açıklama bulunmamaktadır.[1] Müfessirlerimiz de el huruf-u mukattaa ile ilgili olarak bunlarla neyin murat edildiğini Cenabı Hakkın bileceğini söyleyerek daha fazla açıklamada bulunmaz.[5]Bazı sûrelerin başında bulunan hecâ harflerinin (hurûf-i mukattaa) esmâ-i hüsnâdan birinin ilk harfini oluşturduğu ve onun yerini tuttuğu ileri sürülmüşse de bu telakki itibar görmemiştir.[6]
Bu harflerin mânâları hakkında sahâbeden farklı rivâyetler gelmiştir. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve İbn Mes'ûd bu harfler hakkında da sahâbenin genel tavrını korumuş ve bu harflerin ne anlama geldiğine dair bilginin Allah'a ait olduğunu bildirmişlerdir.[49] Hz. Ebu Bekir,“Allah'ın her kitapta bir sırrı vardır. Kurân'daki sırrı ise sure başlangıçlarıdır” [7] sözüyle, Hz. Ali de“Her kitabın bir özü vardır ve bu kitabın özü de hece harfleridir” [50] ifadesiyle bu tavrı açıkça ortaya koymaktadırlar.[8]
Başta da belirttiğimiz gibi, çoğunluğun kanaati, bunların mânâsını ancak Allah’ın bildiği sırlar olduğu yönündedir. Ama kaynaklarda Mekke ekolü müfessirlerinden İbn Abbâs başta olmak üzere bazı bilginlerin bu tür kavramlar üzerinde zihin yordukları görülmektedir. Rivâyet edildiğine göre, Ziyad b. En’am, İbn Abbâs’a hurûfu mukattaanın Cahiliye döneminde Kureyşliler tarafından bilinip bilinmediğini sormuş, İbn Abbâs’ın bu soruya verdiği cevap söz konusu harflerin Cahiliye döneminde bilindiği yönünde olmuştur.[9] Bu durumdan hurûfu mukattaanın anlaşılıp anlaşılamaması üzerideki tartışmanın sahabe dönemine kadar uzandığını söyleyebiliriz.[10]
Bir görüşe göre bu harflerle başlamak “Kurân-ı Muhammed kendisi uydurdu” diyenlere meydan okumadır. “Buyurun Kurân bu harflerden meydana gelmiştir. Siz bu harfleri biliyorsunuz. O halde Kurân-in bir benzerini sizde getirin” demektir.[11]
Mukattaa harfleri, Kuran’ın 27’si Mekki, 2’si Medeni olmak üzere 29 sûresinin başında bulunmaktadır. Tamamı 14 çeşit harften meydana gelmiştir. Sûre başlarında tek, iki, üç, dört ve beş harfli olmak üzere 13 değişik halde görülürler. Âlimlerin çoğunluğu, mukattaa harflerinin“müteşabih” ayetlerden olduğunu belirtmişlerdir.[12]
Ahmed Fârûkî'ye göre Hurûf-ı mukattaa, bulunduğu sûreden bir âyettir. Manâsı kapalı olan müteşâbih âyetlerdendir. Müteşâbih âyetin gerçek mânâsını Allah, Peygamber efendimiz ve Ulemâ-i râsihîn denilen derin âlimler bilir. Çünkü bunların her harfi, Allah ve sevdikleri arasında gizli sır ve ince işâretlerdir.[13]
Kurân müteşâbihâtı denildiğinde akla ilk gelen “hurûf-u mukattaa”dır. Kurân’ın 29 suresinin başında yer alan bu harfler zâhiren bir mânâ içermemelerinden ötürü “hakîki müteşâbih” kabûl edilmiştir. Câbir b. Abdullah’a göre, yorumunu ve mânâsını âlimlerin bilip anladığı âyetler muhkem, bazı sûre başlarında bulunan hurûf-u mukataa ve kıyametin ne zaman kopacağı gibi sadece Allah tarafından bilinebilen âyetler ise müteşâbihtir.[14]
Müteşabih âyetler, manasını ve hakikatini sadece Allah’ın bildiği âyetlerdir. Bunların insan zihni tarafından tümüyle kavranmasına imkân yoktur. Allah’ın sıfatları, kıyametin ahvali, cennet, cehennem gibi hususlarla ilgili âyetler ile, sûrelerin başında yer alan “hurûf-u mukattaa”bunlardandır. İnsan ne kadar çabalarsa çabalasın, bu âyetleri bütün yönleriyle anlaması mümkün değildir. Müteşabih âyetler dışındaki âyetler de muhkem âyetlerdir.[15]
Kâinattaki birtakım kanunlar, nasıl açık değil, insanın araştırmasıyla, üzerinde derinden düşünmesiyle ve uzun yıllar süren incelemeleriyle ortaya çıkarılabiliyorsa, metinsel kanun olan vahiylerin/âyetlerin bazılarında da aynı durum söz konusudur. Kurân'ın, hem evrende var olan ve meydana gelen olayları, hem de sözlü ifade olan metinlerini âyet olarak adlandırması bu yönüyle oldukça ilginçtir. Nitekim: Bakara 2/99, Meryem 19/58, Nûr 24/1, Nûr 24/46 ve Hac 22/16 benzeri yüzlerce âyette Kurân'ın sözlü ifadeleri âyet olarak isimlendirilirken, Âl-i İmrân 3/190, Yûnus 10/6, Rûm 30/20-25 benzeri yüzlerce âyette de, kâinattaki kanunlar ve oluşumlar âyet olarak isimlendirilmiştir.
Kurân'ın bazı sûrelerinin başlarında bulunan huruf-u mukattaalara bu açıdan bakabiliriz. Harflere bazı anlamlar yükleme, bunları gizemli kabul etme, birer gösterge olarak kullanma ve bazı şeylerin şifresi olarak görme hadisesi, yeni olmayıp çok eskilere dayanmaktadır. Mesela Yahudi geleneğinde hurûf ilmi, esasta bazı İbranice harflere sayısal değerler vermeye veya harflerin yerlerini değiştirmeye dayanır. Bu yönteme göre mesela Tekvin 14’te Hz. İbrahim’e bir savaş sırasında yardımcı olan 318 kişi aslında onun hizmetçisi olan Eliezer’den başkası değildir; çünkü Eliezer kelimesinin sayısal değeri 318’dir. Harflerin yerini değiştirme yöntemine (temurrah) göre “galip gelmek” anlamındaki “şşk” (şeşak) kelimesi (Yeremya, 25/27) “Bbl” kelimesine (Bâbil) [48]denk düşer.[47] Böylece kutsal kitabın huruf ilmiyle yorumu neticesinde Tanrı’nın Babil’e üstün geleceği sonucuna ulaşılmaktadır. Yahudi mistikleri, bazı peygamberlere ve kahramanlara sayısal değerler yanında özel anlamlar da vermişlerdir. Mesela Zahor’a göre İbrahim hikmeti, İshak aklı, Yakup ise bilgiyi temsil etmektedir.[16][17]
Bu harflerin manaları hakkında kesin bilgiler olmamakla beraber bazı alimler bazı şeyler de söylemişlerdir. Mesela bu surelerin başındaki harflerin Kurân-ı Kerîm’in bütünü, tertibi ve konularının Ümmü’l-Kitap olan Fatiha suresiyle ilgisini sezip bunu kaleme almış kimseler vardır. Kurân-ı Kerîm’in başında bir özet gibi olan Fatiha’nın Kurân-ı Kerîm’in bütün öbür kısımlarıyla ilişkisi vardır. Bu harflerin de bununla, bu özetle mufassal kısım arasında bağlantının sırrı olma durumu var diye yorumlayanlar olmuştur.[17]
İbn Atiyye, çoğunluk alimlerin (cumhur), sûre başlarında yer alan Huruf-i Mukattaa'nın bir takım manalar ihtiva ettiği görüşünde olduğunu kaydeder.[18] Bedruddin ez-Zerkeşi de aynı görüşe meyledip der ki: Bu konuda farklı iki görüş vardır. Birincisi: Bunlar, gizli bir ilim, kapalı bir sır olup bilgisi Allah'a mahsustur. Fahruddin er-Razi, kelamcıların bu görüşü kabul etmeyip şöyle dediklerini nakleder: Allah'ın Kitabı'nda, insanların anlamadığı hususların bulunması caiz olmaz; çünkü Allah, Kurân üzerinde iyiden iyiye düşünülmesini ve O'ndan hükümlerin istinbâtını emretmiştir.[19]
İkincisi: Huruf-i Mukattaa'nın muradı bilinmektedir. Bu konuda, uzak veya yakın yirmiden fazla görüş olmakla birlikte şu görüş, birincisini de kapsamakta ve onu açıklamaktadır. "Allah'ın her kitapta bir sırrı vardır. O'nun Kurân'daki sırrı ise, bazı surelerin başlarında gelen Huruf-i Mukattaa'dır". İbn Faris, şöyle der: Sanırım, bu sözü söyleyen şunu kasdetmiştir: O sır, Allah'tan ve ilimde ileri gidenlerden başkasının bilemeyeceği sırdandır.[53] Huruf-i Mukattaa'nın bir takım anlamlar ifade ettiğini kaydeden alimler, işari tefsire de yol vermiş olmaktadırlar.[20]
Bazı âlimlere göre de bu harfler yemin için olup, Allah, onlarla yemin etmektedir.[21] Buna göre Allah, Kurân-ı Kerîm’de nasıl bir takım şeyler üzerine yemin etmişse, aynı şekilde bu harflerle de yemin etmektedir. Ahfeş bu hususu şöyle yorumlar: Allah, şeref ve yüceliklerinden dolayı bu harflerle yemin etmiştir. Çünkü bu harfler aynı zamanda, farklı dillerde indirilmiş olan kitaplarının, Allah’ın yüce isim ve sıfatlarının ve değişik milletlerin aralarında tanışmaya vesile olan dillerinin asıllarını teşkil eder. Bundan kastedilen her ne kadar bütün harfler olsa da, bunlardan sadece bir kısmı zikredilmiş ve onlarla yetinilmiştir.[17]
Şunu da belirtelim ki, şimdiye kadar bu harflere mana veren ilim adamları hep şifresel manalar vermişler ve sonunda: “Allah bununla neyi murat ettiğini daha iyi bilir...“ demeyi de ihmal etmemişlerdir. Fakat bu manaları verenlerden hiç biri, bu âyetten Allah’ın muradı budur deyip de kesin bir delil gösterememişlerdir... Ama bu harflerin ifâde ettikleri anlamlar kıyamete kadar çözümlenemeyecektir de denilemez. Çünkü ilim ve teknolojik gelişmeler Kurân’ın anlaşılmasına katkıda bulunmaktadır; ileride bu katkının, daha da artmayacağını hiç kimse iddia edemez.[22]
Alimlerden pek çoğu, “ إِلا اللّو ” kavlinin önceki kelamın sonu olduğunu, bu ifadeyle cümlenin tamamlandığını “ وَالرَّاسِخُون ” ile yeni bir cümleye başlandığını, “ الرَّاسِخُون ”un mübteda, “ي قَُولُونَ ” cümlesinin ise ref’ mahallinde haber olduğunu savunarak âyete şöyle mana vermişlerdir: “Onların tevilini ancak Allah bilir.” İlimde derinleşmiş olan alimler ise derler ki:“Onlara iman ettik, hepsi Rabbimiz katındandır.” Bu anlayışa göre ise, müteşâbihleri bilen sadece Allah’tır. Bu görüşü savunanlar bazı surelerin başında geçen huruf-u mukattaayı da bu cümleden saymışlardır.[23]
Harfçilik ve etkilerinin İslam’da ne zaman ortaya çıktıkları konusu oldukça tartışmalıdır. İslam harfçileri için uygun koşulları, Kurân’da bazı surelerin başında birbirinden ayrı ve anlamsızmışçasına yer alan ve “Huruf-u Mukattaa” diye adlandırılan harfler sağlamıştır.

Yaşar Nuri Öztürk, “Tarihi Boyunca Bektaşilik” adlı kitabında bu konuda şunları belirtmektedir:“Şunu da söyleyelim ki, bu harf kümelerine muhtelif ve çoğu kez esrarlı manalar verme işi, sahabeler devrinde başlamıştır…Hatta Hz. Ali’nin: “Kurân Fatiha’dan, Fatiha Besmele’den, Besmele Ba harfinden ibarettir. Bense o Ba harfinin altındaki noktayım” sözü çok ünlüdür. [24]
İslam’da “Kutsal Metinlere” harf düzeyinde yorum getirme çabasının ilk örneği 10. yüz yılda Hallac-ı Mansur’da görülür. Mansur, Kurâna sözcük anlamlarına bakarak "Yorum" getiren (Te’vil) Karmatiler’in bir propagandacısıydı. [25] Mansur, divanında ve “Kitab al-Tavasin” adlı eserinde harfler ve sayıların “gizli anlamlarına” değinen ilk İslam harfçisidir. Evreni ve Tanrı’yı insanda görmenin bir sonucu olarak ilk kez “Enel-Hakk” diyen Mansur olmuş ve bu sözü nedeniyle 922 yılında idam edilmiştir.

İslam’da harfçiliğin ikinci önemli örneğini Endülüslü düşünür Muhyiddin-i Arabi oluşturur. Endülüslü Yahudi düşünürlerin ve Kabalacıların etkisinde kalarak “El-Fütuhat El Mekkiye” adlı yapıtında harfçiliğin bir çok örneğini sergilemiştir.[24]
Mantığı değişmeyen hurafe aslında her yerde ve her çağda aynıdır. Hurûfîler tarafından uydurulanlar hurafeye uymadı diye çoğu kez hurafeden vazgeçme yerine ayetten vazgeçme tercih edilmiştir. Buna “Kurân’a iman etmek” değil “19’a iman etmek” derler. Bu, Allah’ın Peygamberine dahi bildirmediği kıyametin tarihini bildiğini söyleyecek kadar aklını ve nefsini putlaştıran bir mantıktır. “Bu hesaba göre kıyamet 1710 hicri (2280 miladi) yılında kopacaktır. Bunu da Kurân’da ki tüm huruf-u mukattaa’nın cifr hesabındaki rakamsal karşılığını alt alta toplayarak bulduklarını söylemektedirler.[26]
Allah hiç kimseye gaybden haber verme hususunda bir ilim ve yetenek vermemiştir. Yalnız, bazı peygamberlere âhiret, melekler ve cinlerle ilgili bilgiler bahşetmiştir ki bunlar vahiy ile sabittir, inanmak gerekir. Araştırmacı ve titiz alimler “Cümmel Hesabı” diye isimlendirilen cifr hesabına şiddetle karşı çıkmışlardır. İbn Hacer el-Askâlanî, buna itimat etmenin caiz olmadığını söylemektedir. İbn Abbâs’ın da bu hesabı sihir cümlesinden saydığı nakledilmektedir. [27] Bu konuda İbn Kesir ise tefsirinde ebced hesabı ile Hurûf-u Mukattaaâ’ya çeşitli manalar vermek isteyenler hakkında genişçe izahat verdikten sonra şunları söyler: “Bu harflerle vakitlerin bilindiği, olayların, fitne ve savaşların zamanlarının çıkarılacağını öne sürenler Kuran’da olmayan şeyler iddiâ etmekte ve uçulması gerekmeyen yerde uçmaya çalışmaktadırlar.” [28][29]
Hurufiler’e göre evrenin üç temel dönemi vardır: peygamberlik (Nübüvvet), imamlık (İmamet) ve tanrılık (Uluhiyet). Peygamberlik dönemi Adem ile başlamış ve Muhammed’de sonra ermiştir. İmamlık dönemi Ali ile başlamış ve on birinci imam Hasan Askeri ile bitmiştir. Fazlullah ile tanrılık dönemi başlamıştır. Tüm peygamberler “Mehdi” olan Fazlullah’ın habercisi ve müjdecisidirler. Fazlullah’tan sonra gelecek olan “Yetkin İnsan” (İnsan-ı Kamil) Fazlullah’a uymak zorundadır. Fazlullah Musevilerin beklediği “Mesih”, Hıristiyanlar ve Müslümanların gökten ineceğine inandıkları “İsa”dır. Fazlullah, gökten inmiş ve kıyamet kopmuştur, dünya ahiret bir olmuştur. Bu nedenle ahiret yoktur. Gerçek ortaya çıkmış ve tüm dinsel yükümlülükler kalkmıştır. Böylece Hurufiler tüm ibadetleri harfler ile yorumlayarak iptal ederler ya da değişik biçimde uygularlar. Örneğin hac, Fazlullah’ın öldürüldüğü yeri ziyaret etmektir. Şeytan taşlama ise, Fazlullah’ı öldüren ve “Maran Şah” (Yılanlar Şahı) dedikleri Timur’un oğlu Miranşah’ın yaptırdığı Senceriye Kalesi’ni taşlamaktır.

Reha Çamuroğlu, "Sabah Rüzgarı" adlı kitabında şunları belirtmektedir: Hurufiliğin uyguladığı sayı ve harf oyunlarının asıl hedefinin inançsal olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Hurufilik’te amaç tüm o sayı ve harfler arasından insana, insanın konuşmasına, kendini açıklamasına ve bilinçlenmesine ulaşma çabasıdır. İnsan, belirli sayıdaki harflerle konuşmaktadır. İnsan, bu harfler aracılığı ile oluşturduğu dil sayesinde bir simgesel evren kurmakta ve böylece Tanrı’yı bulmakta, var etmektedir. Hurufilik’te ulaşılan bir nokta da konuşan insana, yazıya bağlanmış ve kaydedilmiş kutsal metinler karşısında üstünlük tanımaktır. İnsan “Konuşan Kurân”dır (Kurân-ı Natık), kağıda geçirilmiş Kurân ise “Sessiz Kurân”dır (Kurân-ı Samit). “Konuşan Kurân” her an yenilenir, değişir ve kalıplaşmadan yaşar. “Sessiz Kurân” belirli bir anda kaydedilmiş bir metindir. Tüm heterodoks düşüncelerde olduğu gibi Hurufilik’te de kişi, “Zamanın Çocuğu”dur (İbn-ül Vakit). Onu sınırlı belgeler ve metinlerle kalıplamak ve kutsallığın sınırları içinde hapsetmek olanaklı değildir. Sonuç olarak, Hurufiliğin kullandığı harf ve sayı teknikleri, kalıplaştırmayı aşma yollarından biri olarak görülebilir.[25]

Mukattaa Harflerinin Anlamları

I. Selef Âlimlerinin Görüsü

Daha çok Selef âlimlerinden meydana gelen gruba göre hurûf-u mukattaa, tevilini yalnızca Allah'ın bildiği mütesâbih âyetlerden olup, bu harfler üzerinde yorum yapmak mümkün değildir. Bu alimler; söz konusu harflerin indirilişinde Allah'ın mutlaka hikmetinin bulunduğunu, ancak insanların idrakinin bu hikmeti kavrayamayacağını söylemekle yetinmişlerdir. Kurân-ı Kerim'in temel gayesi insanları hidâyete ulaştırmak olup, bütün âyetler içinde çok küçük bir yer tutan hurûf-u mukattaanın anlamının bilinmemesi Kurân'ın bu fonksiyonunu hiçbir şekilde zedelemez. Mânâsı bilinmeyen bazı kelimelerin Kurân'da yer alması, kişinin kulluk samimiyetini ölçme ve Allah'a teslimiyetini sağlama amacı da taşır.
Hz. Ebu Bekir: Her kitabın bir sırrı vardır, Allah'ın Kurân'daki sırrı da evâili's-süverdir, demiştir. Hz. Ali: Her kitap için bir zübde/öz vardır. Bu kitabın zübdesi de mukattaa harfleridir. İbn Mes'ûd ve Hülefâ-yı Râşidîn'den su haber nakledilir: "Bu harfler gizli bir ilim ve kapalı bir sırdır. Allah onları bilmeyi kendine mahsus kılmıştır." [30][1]

II. Halef Âlimlerinin Görüsü

Bu âlimler, Mütesâbih âyetlerin ve dolayısıyla hurûf-u mukattaanın mânâlarını araştırmanın gerekli olduğunu söylemişlerdir. Bunlara göre, apaçık bir Arapça ile nâzil olan, insanları üzerinde düşünmeye davet eden, her şeyi açıklayan ve hidâyet rehberi olan Kurân'da anlaşılmayan sözlerin bulunması onun bu özellikleriyle bağdaşmaz. Hurûf-u mukattaanın tefsir edilmesinin gerekliliği üzerinde ittifak eden âlimler, bu harflerin anlamları konusunda çok farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Bazı kaynaklarda 30'dan fazla görüş bulunmakla beraber, onlardan en fazla nazar-ı itibara alınması gerekenleri özetleyelim:

Genel Mana Verenler

  1. Kurân, alışılmamış, mûtad olmayan, mûsikî tesiri de olan bu tâbirlerle, etrafın dikkat nazarlarını çekmek, dinlemelerini sağlamak istemiştir. Bu seslerden sonra ne gelecek diye dinleyicileri tembih etmektedir. Bu dikkat çekme, Kurân'ın Allah kelâmı olduğunu kabul etmeyen o asırdaki müşrik ve Ehil-i kitabın yanı sıra her devirdeki insanlardır. Mekkeli müşriklerin, Kurân'ın insanları etkisi altına almasını önlemek amacıyla Kurân okunurken gürültü çıkarmaya karar vermeleri üzerine, Kurân'a vurgu yapan devamındaki âyetlere dikkat çekmek için söz konusu harfler nâzil olmuştur. Kurân, bunlarla icâzına işaret etmektedir. Yani, Kurân'ın cümleleri, ibâreleri, hepinizin bildiği, sizin konuşmalarınızda ve yazılarınızda kullandığınız bu basit harflerden meydana gelmektedir. Eğer onun beser kelâmı olduğunu iddia ediyorsanız, öyleyse uğrasın bakalım, sizler de elinizde olan bu imkânı kullanarak benzerini getirmeye çalısın. Siz benzerini yapamadığınıza göre Kurân mûcizedir. demek istemektedir.
  2. Allah, kitâbetin (yazının) önemine çarpıcı bir şekilde dikkati çekmek istemiş olabilir. Harflerin Elifba'daki isimlerini sayarak hecelemek, yeni okuyup yazmaya başlayanlara mahsustur. Buradan, Kurân'ın, ümmî bir kavme ve mühtedi bir muhite muallimlik yaptığı anlaşılmaktadır. Yazının keşfi nasıl
    insanlığa en önemli bir ilerleme döneminin açılmasına yol açmışsa, bu Kitabın hidâyeti de, medeniyette ve içtimâî gelişmede büyük bir ilmî yükselmeye yol açacak, Câhiliyyeden aydınlığa çıkaracaktır. Nitekim o, "Oku!" diye başlayan bir Kitap olmuş ve gelen ilk vahiy de Allah'ın "insana kalemle (yazıyı)
    öğretmesinden" bahsetmiştir.[31]
  3. Âlimler bu münferit hece harflerini izah etmek üzere yapılan yorumlardan hiç birinin kesin olmadığını, Allah   ile Resûlü arasındaki bu şifrelerin ittifakla mütesabihattan sayıldığını belirtirler. Bu hususta Subhî Sâlih söyle demektedir: 'Bu sûre başlangıçları, hâla hayret âmili olmaya devam etmektedir. Hayret meraka, merak ise dikkate yol açar. Semânın, arzın kulağına fısıldadığı bu harflerden daha müessir bir şekilde hiçbir şeyin, insanların dikkatini celbedeceği tasavvur edilemez.' [32]
  4. Elif Lâm Mîm ve benzeri bu hurûf-u mukattaada göze çarpan garâbet, bu harflerin pek garip ve alışılmamış bir şeyin mukaddimesi ve keşif kolları olduklarına işarettir.
  5. Sûrelerin başlarındaki hurûf-u mukattaa, İlâhî bir şifredir. Beşer fikri ona yetişemiyor. Anahtarı, ancak Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dadır.
  6. Şifrevari şu hurûf-u mukattaanın sûre başlarında zikri, Kuran'ın kendisine indiği ve diğer insanlara tebliğ ile mükellef olan Zâtın, yani Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın fevkalâde bir zekâya mâlik olduğuna işarettir ki, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, remizleri, îmaları ve en gizli şeyleri sarih gibi telâkki edip, anlıyordu.
  7. Elif Lâm Mîm ve benzeri harfler, beraber yazıldıkları halde, ayrı ayrı okunmaları, bu şeklin Kuran'a has olup, Kuran'ın bu hususta kendisinden önceki hiçbir kitaba, hiçbir imama tâbi olmadığına ve hiç kimseyi taklit etmediğine ve üslûbunun çok güzel ve hârika olduğuna işarettir. Hatip ve beliğlerin âdetindendir ki, mesleklerinde daima bir misale tâbi olup ve bir örnek üzerine nakış dokuyarak işlenmiş bir yolda yürürler. Halbuki, bu harflerden anlaşıldığına nazaran, Kurân hiçbir misale tâbi olmamıştır ve hiçbir nakş-ı belâgat örneği üzerine nakış yapmamıştır ve işlenmemiş bir yolda
    yürümüştür.[33]
  8. Sûrelerin başlarındaki hurûf-u mukattaa İlâhî bir şifredir. Allah, diğer insanlar ve peygamberler  arasından seçip özel donanımlı olarak gönderdiği son elçisi Hz. Muhammed'e onlarla bazı işâret-i gaybiye veriyor. O şifrenin anahtarı, o özel kuldadır, hem onun mirasçılarındadır. Kurân-ı Hakîm madem her zaman ve her taifeye hitap ediyor, her asrın her tabakasının hissesini içine alan çok çeşitli yönleri ve mânâları olabilir. Selef-i Sâlihîn ise, en hâlis pay onlarındır ki, beyan etmişler. Ehil-i velâyet ve tahkik, seyr ü sülûk-ü ruhâniyeye ait çok muamelât-ı gaybiye işârâtını onlarda bulmuşlardır.[34][1]

Özel Mânâ Verenler

Bazı âlimler ise, Hurûf-u mukattaaya daha özel mânâlar vermişlerdir. Şimdi de onlardan bazılarını
zikredelim:
  1. Mukattaa harfleri, başında bulundukları sûrelerin isimleridir. Mesela: Bakara sûresine, sadece Bakara sûresi denildiği gibi aynı zamanda Elif Lâm Mîm Bakara, Secde sûresine de, sadece Secde sûresi denildiği gibi, Elif Lâm Mîm Secde de denildiği gibi.
  2. Bunlar Kurân'ın isimleridir. Kitap, Zikir, Furkân gibi ki, bunlarla Kurân'a yemin edilmiştir.
  3. Kurân'da kalem, fecir, asır, incir ve zeytin gibi şeylere yemin edildiği gibi, bu mukattaa harflerine de yemin edilmiştir. Çünkü harfler, Allah'ın çeşitli dillerde gönderdiği kitapların ve esmâ-i hüsnâsının esasını oluşturur.
  4. Hurûf-u mukattaa, ebced hesabıyla bazı olayların tarihine işaret eder. Bu görüşü benimseyenler, genellikle hurûf-u mukattaanın İslâm ümmetinin dünyadaki kalış süresini gösterdiğini ileri sürerler. Rivayete göre bir grup Yahudi, Peygamber Efendimizin huzuruna gelerek Bakara suresindeki Elif Lâm Mîm'in sayı değerine göre İslâm Ümmeti'nin 71 yıllık ömrü olduğunu iddia etmişler, Resûl-i Ekrem, Kurân-ı Kerim'de elif-lam-mim-sad, elif-lam-mim-ra'nın da bulunduğunu söyleyince bu harflerin toplamının 700 yılı aştığını gören Yahudiler, canları sıkkın bir şekilde oradan ayrılmışlardır.[35] Fakat birçok İslâm âlimi, hurûf-u mukattaanın ebced hesabında kullanılmasını doğru bulmazlar.
  5. Hurûf-u Mukattaadan her biri belli kelimelerin anahtarı veya kısaltmasıdır. Ancak bu harflerin hangi kelimelerin kısaltması olduğu konusunda ihtilaf vardır. Hurûf-u mukattaa, ism-i a'zâmın bazı sûrelerin başına dağılmış şeklidir. Meselâ, elif-lâm-râ, hâ-mim ve nûn harfleri bir araya getirildiğinde er-rahman الر+حم+ن ismi ortaya çıkmaktadır. Ancak ism-i a'zâm kesin olarak bilinmediğinden hurûf-u mukattaadan nasıl bir ismin oluşturulacağı belli değildir.
  6. Her harf Allah'ın bir isim veya sıfatının sembolüdür. Elif: Allah, Lâm: Latif, Mîm: Mecîd, ismine karşılık gelir. Bunlarla Allah'ın isimlerine yemin edilmiştir.
  7. Bu harflerden bazıları Allah'ın zâtî isimlerinin, bir kısmı da sıfatlarının kısaltılmasıdır. Mesela; eliflam-mim, انا الله اعلم 'Ben Allahım, Ben bilirim', elif-lâm-râ ise, انا الله اري 'Ben Allah'ım, Ben görürüm' mânâsındadır.
  8. Bu harflerden bazıları Allah'ın, bazıları diğer varlıkların isimlerinin kısaltılmasıdır. Elif Allah; Lâm Cibrîl, Mîm Muhammed'e tekâbül eder ve: 'Bu kitap Allah katından Cebrâil vasıtasıyla Muhammed'e indirilmiştir', demektir. Elif Lâm Mîm üç harfiyle üç hükme işarettir. Şöyle ki: Elif, هذا كلام الله الازلى 'Bu, Allah'ın Ezelî Kelâmıdır.' hükmüne; lâm, نزل به جيبرل'Bunu, Cebrâîl indirdi.' hükmüne; mim ise, على محمد عليه السلام 'Muhammed aleyhisselâm'a indirmiştir.' hükmüne remzen ve imâen işarettir.
  9. Bu harflerin her biri O'ndan gelecek nimet ve belâlara, ayrıca bazı milletlerin dünyada kalış sürelerine de delâlet etmektedir.
  10. Bu harfler, iki sureyi birbirinden ayırma işlevi görür. Nitekim Arap şiirinde bir kasidenin bitip diğerinin başladığını göstermek üzere kasidenin başına bazı edatlar getirilirdi.
  11. Tasavvufî bir yaklaşım: Hurûf-u mukattaa ile başlayan surelerde anlatılan bütün ahkâm ve kıssalar, bu harflere yerleştirilmiş olup, bunlar surenin içinde açıklanmıştır. Bu şifreleri ancak Peygamber veya velîler çözebilir.
  12. Bu harfler, dinî, kevnî veya tarihî birer sırdır ve ileride keşfedilecektir.[1]
Kurân’daki hurûf-ı mukattaaâ ile diğer bazı âyetlerin bâtınî manalarına ulaşma aracı olarak görülen cefr, özellikle İsmâilîyye ve İhvân-ı Safâ mensuplarınca bâtınî yorumların temel kaynağı haline getirilmiştir. Bâtınî yorumlar ilâhî metinlerin değerlendirmesinde ikilem meydana getirmiştir. Bâtınî yorum, esas itibariyle aşırı yorumun bir yansımasıdır. Bu, farklı aşırı yorumların meşruiyet gerekçesi ve sebebi de olmuştur. Kurân’da ebced ve cefre dair hiçbir bilgi; kelime olarak, yöntem olarak yoktur. Selefin Kurân tefsirini bu yöntemle yaptığına dair ebcedle uğraşanların dahi ittifakıyla bir bilgi yoktur. Farklı bir ifadeyle Kurân’da ne ebced vardır ne de bu yöntemin meşruiyetini mümkün kılacak bir tefsir yöntemi imkanı. Ancak süreç içerisinde Kurân’a ebced yöntemiyle bakanlar olmuştur. Kısaca İslâm’da cefrin meşruiyetine, ilâhî metinlerin yorumunda kullanılabileceğine dair hiçbir delil olmadığı halde, neredeyse cefrin özü olarak anılan gaybden haber vermenin reddine dair birçok imanî prensipler vardır. Ancak gabya taş atma sapkınlığına İslâm kültür tarihinde maalesef sıkça rastlamaktadır.[29]

Huruf-i Mukattaa ve Saklı Remizler

Âlimlerden bazılarına göre, surelerin başlarındaki bu harflerden her biri birer remizdir. Ancak bu remizlerin ne anlama geldiği hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bunların belli başlılarını şöyle sınıflandırabiliriz: Bunlar Allah’ın isim, sıfat ve fiillerinin remizleridir.
Bazı âlimlere göre bu harfler Allah’ın değişik isim ve sıfatlarına delalet eder.[36] Mesela İbn Abbas’a göre ا لم deki “Elif” Allah'a, “lam” Latif ismine, “mim” Mecid ve Mâlik ismine delalet eder. Aynı zamanda “Elif” nimetlerine, “Lam” lütuf ve ihsanlarına, “Mîm” ise yüceliğine delalet eder.[37]Mâturidi, bu harflerin her birinin bir remiz anlamı taşıyabileceğini, bunların da Allah’ın isimleri, sıfatları, müminlere olan nimetleri, bu ümmetin ömrü, yöneticilerinin sayısı, bölgeleri gibi hususlar olabileceğini belirterek, böyle bir anlatım şekliyle, konuyu detaylı değil de özetle anlatımın söz konusu olduğunu ve bunun da işte bu harflerle yapıldığına dikkat çekiyor.[38]
Bu harflerin Allah’ın isim ve sıfatlarına delalet etmesinin yanında, bütün bir anlam içerdiğini kabul edenler de vardır. İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre, ا لم ile ilgili olarak, انالله اعلم “Ben en iyi bilen Allah’ım”ا لمص ile ilgili olarak انالله افصل “Ben ayıran, kesen ve hüküm veren Allah’ım”,ا لمر ile ilgili olarak  انالله اري “Ben gören Allah’ım” demiştir.[39]
Bu harfleri, Allah’ın fiillerine birer remiz olarak yorumlayanlar da vardır. Mesela ا لم deki her bir harf bir fiile işaret etmektedir. Buradaki “ ألف الله ”ا محمدًا فبعثه نبيًا Yani: “Allah Muhammed’i sevdi ve onu peygamber olarak gönderdi”, ‘ لامه الجاحدون ,’ل Yani: “İnkarcılar onu inkâr etti”,م‘de, ميم الكافرون غيظوا وكبتوا بظهور الحق Yani: “Kâfirlere öfkelenildi ve gerçeğin ortaya çıkmasıyla onlar zillet içinde kılındılar” demektir.[40] Buna benzer bir anlamda da, ا’ten maksadın Allah, م’den maksadın Hz. Muhammed, ل’dan maksadın da Cebrail olduğudur.[41]
Buna yakın yorumları tasavvufî tefsir ekolünde de görmemiz mümkündür. Bunlara göre de ا Allah demek, ل Latîf ve م de Mecîd demektir. Yani: “Ben Latîf ve Mecîd olan Allahım”المر “Ben Allahım görürüm” demektir. كھيعص ’ın anlamı: “Ben Kerîm olan, hidayete erdiren, her şeye yerli yerince hükmeden, her şeyi bilen Sâdık olan Allahım” ق Allah'ın Kâdir ve Kâhir olduğuna, نda Nûr ve Nasîr (yardımcı) olduğuna işaret sayılmıştır.[42]
Şia ekolünde de aynı minval üzere, bu harflerin değişik anlamların birer remzi olduğuna inanılır. Mesela Ca’fer es-Sâdık’tan gelen bir rivayette Meryem Sûresinin başında yer alan كھيعص ’dakiك “Allah bizim şiamıza kâfidir”ه “Onlara hidayet verendir”ي “Allah onların dostudur”ع “Allah itaatkâr olanları bilendir”ص “onları yüksek makamlara ulaştırma sözünde sadıktır.” [43]
Bu konuyla ilgili örnekleri çoğaltmak mümkündür. İlk bakışta bu yorumlar mantıklı görünse de, hangi harfler nerede, hangi isim, sıfat ve fiillere delalet eder konusu net değildir. Çünkü herhangi bir harfle ilgili olarak birden fazla isim, sıfat ve fiilin kastedilmesi mümkündür. Bu durumda:“neden o isim değil de diğeri?” ya da “neden o fiil de başkası seçilmemiş?” gibi hususlar sorulabilir. Yani “Elif” neden Allah ismine delalet ediyor da, Ehad ismine delalet etmiyor? Ya da“Mîm” neden Musavvir, Muktedir veya Muhsin isimlerine değil de Mecid veya Mâlik isimlerine delalet ediyor? Bunlar bu konuda sorulabilecek muhtemel sorular ve bununla ilgili kesin bir cevap vermek de herhalde oldukça zor gözükmektedir. Ayrıca herkesin, bu harflerden kendi düşüncesine göre, istediği anlamı bulması hiç de zor olmaz. Dolayısıyla böyle bir bakış açısı, oldukça vahim anlamların ortaya çıkmasına sebep olabilir.[17]

Bediuzzaman'ın Bu Konudaki Görüşleri

İşte, evâil-i sûredeki الۤمۤ طٰسۤ حٰمۤ gibi hurûf-u kudsiye-i şifre-i İlâhiye hava zerrâtı içinde, zamansız münâsebât-ı dakika-i hafiye tellerini ihtizâza getirecek birer düğüm ve birer düğme harfi olduklarını ve ferşten Arşa mânevî telsiz telefon muhâberât-ı kudsiyeyi îfâ etmeleri, o şifre-i kudsiye-i İlâhiyenin şe’nindendir ve vazifesidir ve gayet mâkuldür. Evet, havanın herbir zerresi ve bütün zerrâtı, telsiz, telefon, telgraflar gibi aktâr-ı âlemde münteşir o zerreler emirleri imtisâl ettiklerini ve elektrik ve seyyâlât-ı lâtifeye âhize ve nâkılelik vazifesi gibi sâir vezâif-i havâiyeden başka bir vazifesini bir hads-i kat’î ile, belki müşâhede ile ben kendim badem çiçeklerinde gördüm. Ağaçların rû-yi zeminde muntazam bir ordu hükmünde, havâ-yı nesîmînin dokunmasıyla, bir anda aynı emri o âhizeler hükmündeki zerrelerden aldığı vaziyet-i meşhûdesi bana iki kere iki dört eder derecesinde kat’î bir kanaat vermiş.
Demek havanın rû-yi zeminde çevik ve çalak bir hizmetkâr olması ve rû-yi zemindeki Rahmân-ı Rahîmin misafirlerine hizmet ettiği gibi; o Rahmân’ın emirlerini tebliğ etmek için bütün zerrâtı telsiz telefonun âhizeleri gibi emirber nefer hükmünde evâmir-i kudsiyeyi nebâtâta ve hayvânâta tebliğ eder. Nefeslere yelpaze, nüfusa nefes, yani, âb-ı hayat olan kanı tasfiye ve nâr-ı hayatî olan hararet-i garîzeyi iş’âl vazifesini yaptıktan sonra, çıkıp, ağızda hurûfâtın teşekkülüne medâr olduğu gibi; pek çok muntazam vazifeleri emr-i فَیَكُو ن كُ ن ile icrâ eder.
İşte, havanın bu hasiyetine binâendir ki, mevcudât-ı havâiye olan hurûfât, kudsiyet kesb ettikçe, yani, âhizelik vaziyetini aldıkça, yani, Kur’ân hurûfâtı olduğundan âhizelik vaziyetini aldığı ve düğmeler hükmüne geçtiği ve sûrelerin başlarındaki hurûfat daha ziyade o münâsebât-ı hafiyenin uçlarının merkezî ukdeleri, düğümleri ve hassas düğmeleri hükmünde olduğundan, vücud-u havâîleri bu hâsiyete mâlik olduğu gibi, vücud-u zihnîleri dahi, hattâ vücud-u nakşiyeleri de bu hâsiyetten hassaları ve hisseleri var. Demek o harflerin okumasıyla ve yazmasıyla, maddî ilâç gibi şifâ ve başka maksatlar hâsıl olabilir.[44]

Havas

Huruf-u muakattaanın gerek okunması, gerekse yazılmasının maddî ve manevî pek çok tesir ve faydaları vardır. Abdullah bin Mes’ud’un rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Kim Allah’ın kitabından bir harf okursa, onun için bir sevap vardır. Her sevap da on misli kadar artar. ‘Elif-lâm-mîm’ bir harftir, demiyorum; ‘elif’ bir harf, ‘lâm’ bir harf, ‘mîm’ de bir harftir.” [45] Bu harfler okunur veya yazılırsa maddî ilâç gibi tesir ettiği gibi, daha bir çok maksatlar için de fayda verir.[52]
Diğer bir yöntemse, bir kağıt üzerine veya çini bir kap içerisine yirmi bir kere besmele yazılır. Altına da aşağıdaki ayet huruf-ı mukattaa ile yazılıp su içerisine konulur. Bu sudan zehirlenen bir kimseye içirilirse şifa bulur, iyileşir. Ayet, şöyledir: Selamun ala nuh fi’l-alemin.[46]

Kaynaklar

[1] Prof. Dr. Davut Aydüz, "Hurûf-u Mukattaa", Yeni Ümit Dergisi, Sayı:71, Ocak-Şubat-Mart 2006,
[2] Dursun Ali Tökel, "Divan Şiirinde Harf Simgeciliği", Hece Yay., Ankara 2003, 63-69.
[3] Doç. Dr. Saadet Karaköse, "Klasik Edebiyatımızda Elif", Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi Sayı: 2/1 2013 s. 199-228, TÜRKİYE
[4] Doç. Dr. Alican Dağdeviren, "Kuran-ı Kerim IV" (ders kitabı), Sakarya Üniversitesi, Ünite:12.
[5] Abdurrahman Altuntaş, "Celaleyn Tefsiri ve Metodu" (yüksek lisans tezi), Ankara Üniversitesi, Temel İslam Bilimleri, Tefsir Anabilim Dalı, Ankara 2004.
[6] Beyhakî, I/163-165
[7] Beğavî, Meâlimu't-Tenzîl, c. I, s. 20; Râzi, a.g.e., c.II, s. 4; Zerkeşî, el-Burhân, c. I, s. 222.
[8] Kaynak Belirtilmeli.
[9] Zerkânî, Menâhil, s.201.
[10] Nur Ahmet Kurban, "Mekke Tefsir Ekolünün Ulûmu’l-Kurân İle İlgili Görüşleri", s.503.
[11] Gençler İçin Kuran-ı Kerim Meal Bilgisi, "Araf Suresi Meal-Tefsiri", İmam Buhârî İlmî Araştırmalar ve Hizmet Vakfı.
[12] Saray Matbaacılık, 10 Haziran Tarihli Takvim Yaprağı.
[13] Dini Terimler Sözlüğü.
[14] Zehra Yıldırım, "Mukâtil B. Süleyman'ın Müteşabih Sayılan Ayetlere Yaklaşımları" (yüksek lisans tezi). Hitit Üniversitesi, Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, Çorum 2013.
[15] "Kuran Tefsiri", Bursa Müftülülüğü.
[16] Mehmet Emin Bozhüyük, “Hurûf”, DİA, XVIII, 398.
[17] Yrd.Doç. Dr.Muhittin Akgül, "Kuran'ın Anlaşılmasında Huruf-i Mukattaa'ya Yüklenen Anlamlar"
[18] el-Kadi Ebu Muhammed Abdulhak b. Talib İbn Atiyye, el-Muharreru'l-Veciz fi Tefsiri1-Kitfıbi1-Aiiz, Thk. A. Abduşşafi Muhammed, Beyrut, Diiru1-Kutubi'l-İimiyye, 1413/1993, 2/1 hk., I, 82.
[19] Razi. Tefsir. 211 hk.
[20] Doç. Dr. Muhammed Çelik, "İşari Tefsirin Sınırları", Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 4, sayı:2, Diyarbakır 2002.
[21] Mâturîdî, a.g.e, I, 13; Zerkeşî, a.g.e, I, 173.
[22] Prof. Dr. M. Zeki Duman, "Müteşâbihat'ın Tevili", Bilimname IX, 2005/3, s.44.
[23] Prof.Dr. İdris Şengül, "Tefsir Tarihi ve Usulü", Atatürk Üniversitesi, Ders Kitabı.
[24] Thamos, "Hurufilik", hermetics.org/Hurufilik.html
[25] Karmatilik, 9. Yüz yılda dinsellikle bağdaştırılmış, sosyo-ekonomik temelli ezoterik bir akımdır.
[26] Mustafa İslamoğlu, "Yahudileşme Temayülü", Denge Yayınları, İstanbul 1995, s. 232-234.
[27] M. Sait Şimşek, “Cifr Hesabı” mad., Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Yayınevi. İstanbul 1990, 307; el-Hüseyni, s. 51.
[28] İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân’ı Kerim Tefsiri, Çev.: Dr. Bekir Karlığa, Dr. Bedrettin Çetiner, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1988, s. 2/146.
[29] Ramazan Yazçiçek, "Bilgi Değeri Açısından Cefr ve Ebced - Harfler ve Rakamlar Metafiziği", Milel ve Nihal (inanç, kültür ve mitoloji araþtýrmalarý dergisi), yıl: 2, sayı: 1, Aralık 2004, ISSN: 1304-5482.
[30] Resid Rıza, Menar Tefsiri, VIII, 302; Subhi Sâlih, Mebâhîs, s.236
[31] Suat Yıldırım, "Kurân-ı Kerîm ve Kurân İlimlerine Giriş", İst. 1983, s.111-113
[32] Subhî Sâlih, Mebâhîs, s.236
[33] Bedîüzzaman, R. N. Külliyatı, II, 1167-1169
[34] Bedîüzzaman, R. N. Külliyatı, I, 534
[35] Taberi, Al-i Imran 3. ayetin tefsiri; Suyûtî, Itkan, III, 25
[36] Zerkeşî, a.g.e, I, 173; Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmud, Te’vîlât-u ehli’s-sünne, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 2004, I, 13.
[37] Bkz: Zerkeşî, a.g.e, I, 173; Râzî, a.g.e, II, 6.
[38] Mâturîdî, a.g.e, I, 13.
[39] Zerkeşî, a.g.e, 1/174. Ayrıca bkz: İbn Ebî Hâtim, Abdurrahman b. Muhammed, b. İdrîs er-Râzî, Tefsîri’lkur’âni’l-azîm, Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut 1999, I, 32-33; Bedrüddin Muhammed b. İbrâhim b. Sadullah, Ğurarü’t-tıbyân men lem yüsemme fi’l-kur’ân, Dâru Kuteybe, Beyrut 1990, s. 195
[40] Râzî, a.g.e, 2/7.
[41] Mâturîdî, a.g.e, I, 13; Mekkî b. Ebî Tâlib, Ebû Muhammed, Tefsîru’l-müşkil min ğarîbi’l-kur’âni’l-azîm, Dâru’n-Nûru’l-İslâmî, Beyrut 1988, s. 85.
[42] İsmail Hakkı Bursevî, "Rûhu’l-beyân", Matbaa-i Osmâniyye, ts. I, 28.
[43] İsmail Hakkı Bursevî, a.g.e.
[44] Bediüzzaman, 28. Lem’a, 20. Nükte.
[45] Tirmizi, Sevabü'1-icâz, s. 32-35
[46] Kemal Kemaloğlu, "Besmele ve Salat-u Selam'ın Havassı"
[47] Çünkü bu kurala göre “s”ler “b”ye, “k” da “l”ye dönüşebilmektedir
[48] Kitab-ı Mukaddes, Yeremya, 514.
[49] İbn Kesîr, a.g.e., c.I, s. 52.
[50] Beğavî, Meâlimu't-Tenzîl, c. I, s. 20; Râzi, a.g.e., c.II, s. 4;.
[51] Mehmet Zeki Süslü, "Kuran Tefsirinde Sahabenin Görüş Farklılıkları" (yüksek lisans tezi), Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta 2009.
[52] Bediuzzaman, Lâtif Nükteler, s. 35.
[53] Bedreddin ez-Zerkaşi, el-Burhan fi Ulumi1-Kur'an, Thk. M. Ebu'l-Fadl İbrahim, Beyrut, Daru'l-Ma'rife, 139111972, I, 174.