Gizli Sırlar Öğretisi
“İnsan egosunun esiridir. Bu esaretten kurtulmadan özgürleşemez. Bunu gerçekleştirebilmek için fazlalıkların terkedilmesi gerekir.”
“Evrende her şey bildiğimiz ve bilemediğimiz belirli kurallar dahilinde gerçekleşmektedir. Bunlar bazen üstün sezgilerle bazen de bu bilgiyi bilen bir kişiden öğrenilebilir. Bu öğrenmiş olduğunuz bilgiyi, güvendiğiniz bir başkasına söylüyorsunuz. Böylece o kişi de, sizinle birlikte bazı sırları muhafaza eden kişi durumuna geçiyor. Bunu sizden sonra gelecek kuşaklara da nakletmek istiyorsunuz. İşte böylelikle gelenek oluşmaya başlıyor.
Aktarılan bu bilgiyle birlikte aslında bir enerjinin de aktarımı söz konusudur. Çünkü her bir bilginin kendine özgü bir tesir alanı yani enerjisi vardır. Örneğin Mevleviler’in sema sırasında bir ellerinin yukarıya açık olması buna karşılık diğer ellerinin yere dönük olması tesirin nakledilme mecburiyetini sembolize eder.”
“ Tüm dinler aynı gerçekleri farklı bir üslupla insanlara anlatmaktadırlar. Dinlerin içerdikleri bilgiler sembollerle aktarılmıştır. Bu semboller çözülmeden dinlerin mecazi dili çözülemez.”
“ Evrende işlemekte olan bazı yasalar vardır. Bu yasalar öğrenilirse insan yaşamını daha kolay tanzim edebilir. Örneğin her bir olayın bir sebebi ve bir sonucu vardır. Hiçbir şey evrende tesadüflerin sonucu değildir. Bu genel yasaya ‘Sebep-Sonuç Yasası’ denir. Evrende bu yasa gibi daha pek çok yasalar mevcuttur. Ve evren bu yasalarla ayakta durur.”
“ Asıl mesele kendi kendimize yalan söylemeyi durdurmaktır. Zaten bu başarılmadan diğerinin önünü almak mümkün değildir. Toplumsal bir kural olarak insanlara öğütlenen bu meselenin niçin önü bir türlü alınamıyor derseniz, cevabı son derece basittir. İnsanlar kendi kendilerine söz geçirememektedir. Çünkü duygu ve düşüncelerine hakim olamamaktadırlar. Burada da düşüncelerin kontrol altına alınamaması meselesi ile karşılaşırız. Düşüncelerin kendi kendilerine yalan söyleme durumunun önünü almak son derece zordur. Özel çalışmalar gerektirir. Yani düşüncelerinizde hiçbir negatif değerdeki enerjilere yer vermemek...”
“ Kayıp Uygarlıklar ve Kayıp Sırlar : ‘Bizim bilmediğimiz bazı sırlara eskilerin vakıf olduklarını kabul etmek zorundayız.’ Bu sözler 20.yy’ın önemli bilimadamı olan Einstein’a aittir. Evet...İster kabul edelim ister etmeyelim ancak tarihin geçmiş devirlerine doğru uzandıkça eskilerin bizim bilmediğimiz sırlara sahip olduklarını görüyoruz. Böylelikle Einstein’ın bu konuda da haklı çıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kimdi bu eskiler? Bu eski insanlar Atatürk’ün de izlerine rastladığı Mu ve Atlantisli bilgelerdi. Mu ve Atlantisliler’in, maddi ve manevi alanda son derece ileri seviyede bilgilere sahip oldukları günümüze kadar gelen yazılı belgelerde kendini göstermektedir ...... Daha sonra okyanusun sularına gömülen bu uygarlıklar, batmadan önce kendi kültürlerini çevre kıtalara yaymışlardı. Orta Amerika’ya, Orta Asya’ya ve Afrika’nın Kuzey Bölgesi’ne yani Mısır’a yaptıkları yoğun göçlerle, ellerinde bulundurdukları sırları bu bölgede yaşayanlara da aktarmışlar ve onları, gerek bilim alanında gerekse din alanında eğitmişlerdi.”
“ Sembol gizleyerek açıklar, açıklayarak gizler. Bu sembolizmin ne olduğunu açıklayan en güzel sözlerden biridir.”
SIR
Başınıza gelen her şeyi, hayatımıza biz çekiyoruz veya oluşan olaylar, bizim düşüncelerimizdeki kurgulardan dolayı gerçekleşiyor. Tıpkı bir mıknatıs gibiyiz ve ne düşünürsek, onu kendimize çekiyoruz.
İlk kez bu konularla ilgilenmeye başladığımda, ne kadar ilginç gelmişti bana bunlar Oysa, bu öğretiler yeni değilmiş. Taaa Babillerden beri bilinen ve uygulanan bir bilgelikmiş. (Bknz.Paulo Goelho, Simyacı, Çekim yasası. Herkesin kişisel bir menkıbesi vardır. Birşeyi çok isterseniz, ama çok çok isterseniz, bütün evren, o dileğinizi gerçekleştirmek için işbirliği yapar.)
Buna göre, düşünmeyi öğrenmemiz gerekiyor. İstediğimiz şeyi zihnimizde netleştirmek. İşte bu noktadan sonra, evrenin en güçlü yasası işlemeye başlıyor; çekim yasası.
En çok neyi düşünürseniz, onu kendinize çekersiniz ve o hale gelirsiniz. Bu prensip üç basit kelimeyle açıklanabilir:
1. Düşünceler nesnelere dönüşür;.
2. Her düşüncenin bir frekansı vardır.
3. Düşünce, ölçülebilir.
Bir düşünceyi tekrar tekrar düşünürseniz ya da sürekli hayalini kurarsanız: (İstediğiniz yeni arabayı almak, ihtiyacınız olan parayı bulmak, veya ruh eşinizi bulmak); o düşünceyle ilgili olan frekansı uygun bir temele yerleştirirsiniz.
Düşünceler etrafa manyetik bir sinyal yayarlar ve bu sinyaller tekrar size dönerler. Sorun şu ki; çoğu insan istemediği şeyi düşünür! Ve başlarına olumsuzlukların niye tekrar tekrar geldiğini merak eder. Çekim yasası sizin birşeyi iyi ya da kötü algılamanızla veya olmasını isteyip istememenizle ilgilenmez!
Sadece düşüncelerinize cevap verir. Eğer kendinizi berbat hissediyorsanız, yolladığınız sinyal budur: "Kendimi berbat hissediyorum." Çekim yasası da, bu düşünceye cevap verir ve uygun şeyleri size getirir. İstemediğiniz bir şeye baktığınızda ve ona "Hayır!" diye bağırdığınızda onu uzaklaştırmaz, aksine onunla ilgili düşünceyi harekete geçirirsiniz ve bu defa çekim yasası o düşünceyle ilgili şeyleri önünüze getirmeye başlar. O anda frekansınız devreye girer. Söylenen sözler ikinci plandadır.
Oluşum her an devam ediyor. Her anın kendi düşüncesi ya da sürekli bir kuantsal düşünce şekli vardır. Çekim yasası: "Neyi düşünür ya da odaklanırsan onu alırsın" der. Ondan yakınıyor olman, yakındığını sana daha çok yaklaştırır. Çok pozitif bir bakışımız olabilir ve pozitif kişi, olay ya da durumları kendimize çekebiliriz. Ya da tam aksi; negatif yönelimli ve kızgın olabiliriz, bu durumda da olumsuz kişi ya da koşulları kendimize çekeriz.
En çok hasta olan, hastalıktan en çok bahsedendir. Bolluktan en çok bahseden, bolluk içindedir. Aslında algılanan her şeyi akıl şekillendirir. Anlamamanız, reddetmeniz anlamına gelmez.
İki şeyden uzak olmalısınız:
Zaman tamponu olan bir gerçeklikte yaşıyoruz ve bu gerçekten işimize yarıyor. Düşüncelerinizin anında gerçekleştiği bir çevrede yaşamak istemezdik, öyle değil mi? Düşüncelerinizin ortaya çıkışı biraz zaman alır ve bu iyi gerçekten iyi bir şeydir!
"Güç"leri olmadan koştular, çünkü "sır"rı çok az insan biliyordu.
Yasaları olan bir evrende yaşıyoruz; mesela yerçekimi yasası, eğer bir binadan düşerseniz, iyi insan veya kötü insan olmanız hiç fark etmez, yere düşersiniz.
Hayatınızdaki her şeyi -yakındıklarınız dahil- hayatınıza siz çektiniz! İlk bakışta bunu duymaktan nefret edeceğinizi biliyorum; diyeceksiniz ki: "Trafik kazasını ben çekmedim". "Bu durumu ben çekmedim" ya da yakındığınız herhangi bir şeyi çekmediğinizi iddia edeceksiniz. Bu noktada söylemeliyim ki; evet hepsini biz çekiyoruz. Bu anlaması en zor olan kavramdır. Ama bir kez kavranırsa, hayatınızı değiştirir.
Duygularınız, duygusal rehberlik sisteminiz ne düşündüğünüzü anlamanızı sağlar. Düşünceleriniz, duygularınızı oluşturur. Duygularımız, neyi kendimize çektiğimizi anlamamıza yardım ederler.
Bize göre iki duygu vardır: İyi hissettiren ve kötü hissettiren. Her durumu bu iki duyguyla değerlendiririz.
Olumsuz hisler; suçluluk veya öfke veya kırgınlık gibi bunların hepsi aynı iyi hissetmeme duygusunu yaşatırlar. Tüm bu hisler, bize o anda düşündüğümüzün istediğimiz türden bir şey olmadığını söylerler .
Bunlara "kötü frekans" ya da "kötü titreşim" vb. de denebilir. İyi hisler; sevgi, mutluluk, umut gibi bize düşüncemizin isteyeceğimiz türden şeyleri getireceğini söylerler.
Yani "Şu anda neyi kendime çekiyorum?" sorusunun cevabı hislerinizdir. Eğer iyi hissediyorsanız, devam edin doğru yoldasınız.]
Pozitif olma ve kuantum hakkında bazı çalışmalarım vardı. Ama üzerinde yoğunlaştığım bu konuyu sizlerle paylaşmadan edemedim.
Kaynak: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=44518
Kaynak: www.gizlimi.com
“İnsan egosunun esiridir. Bu esaretten kurtulmadan özgürleşemez. Bunu gerçekleştirebilmek için fazlalıkların terkedilmesi gerekir.”
“Evrende her şey bildiğimiz ve bilemediğimiz belirli kurallar dahilinde gerçekleşmektedir. Bunlar bazen üstün sezgilerle bazen de bu bilgiyi bilen bir kişiden öğrenilebilir. Bu öğrenmiş olduğunuz bilgiyi, güvendiğiniz bir başkasına söylüyorsunuz. Böylece o kişi de, sizinle birlikte bazı sırları muhafaza eden kişi durumuna geçiyor. Bunu sizden sonra gelecek kuşaklara da nakletmek istiyorsunuz. İşte böylelikle gelenek oluşmaya başlıyor.
Aktarılan bu bilgiyle birlikte aslında bir enerjinin de aktarımı söz konusudur. Çünkü her bir bilginin kendine özgü bir tesir alanı yani enerjisi vardır. Örneğin Mevleviler’in sema sırasında bir ellerinin yukarıya açık olması buna karşılık diğer ellerinin yere dönük olması tesirin nakledilme mecburiyetini sembolize eder.”
“ Tüm dinler aynı gerçekleri farklı bir üslupla insanlara anlatmaktadırlar. Dinlerin içerdikleri bilgiler sembollerle aktarılmıştır. Bu semboller çözülmeden dinlerin mecazi dili çözülemez.”
“ Evrende işlemekte olan bazı yasalar vardır. Bu yasalar öğrenilirse insan yaşamını daha kolay tanzim edebilir. Örneğin her bir olayın bir sebebi ve bir sonucu vardır. Hiçbir şey evrende tesadüflerin sonucu değildir. Bu genel yasaya ‘Sebep-Sonuç Yasası’ denir. Evrende bu yasa gibi daha pek çok yasalar mevcuttur. Ve evren bu yasalarla ayakta durur.”
“ Asıl mesele kendi kendimize yalan söylemeyi durdurmaktır. Zaten bu başarılmadan diğerinin önünü almak mümkün değildir. Toplumsal bir kural olarak insanlara öğütlenen bu meselenin niçin önü bir türlü alınamıyor derseniz, cevabı son derece basittir. İnsanlar kendi kendilerine söz geçirememektedir. Çünkü duygu ve düşüncelerine hakim olamamaktadırlar. Burada da düşüncelerin kontrol altına alınamaması meselesi ile karşılaşırız. Düşüncelerin kendi kendilerine yalan söyleme durumunun önünü almak son derece zordur. Özel çalışmalar gerektirir. Yani düşüncelerinizde hiçbir negatif değerdeki enerjilere yer vermemek...”
“ Kayıp Uygarlıklar ve Kayıp Sırlar : ‘Bizim bilmediğimiz bazı sırlara eskilerin vakıf olduklarını kabul etmek zorundayız.’ Bu sözler 20.yy’ın önemli bilimadamı olan Einstein’a aittir. Evet...İster kabul edelim ister etmeyelim ancak tarihin geçmiş devirlerine doğru uzandıkça eskilerin bizim bilmediğimiz sırlara sahip olduklarını görüyoruz. Böylelikle Einstein’ın bu konuda da haklı çıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kimdi bu eskiler? Bu eski insanlar Atatürk’ün de izlerine rastladığı Mu ve Atlantisli bilgelerdi. Mu ve Atlantisliler’in, maddi ve manevi alanda son derece ileri seviyede bilgilere sahip oldukları günümüze kadar gelen yazılı belgelerde kendini göstermektedir ...... Daha sonra okyanusun sularına gömülen bu uygarlıklar, batmadan önce kendi kültürlerini çevre kıtalara yaymışlardı. Orta Amerika’ya, Orta Asya’ya ve Afrika’nın Kuzey Bölgesi’ne yani Mısır’a yaptıkları yoğun göçlerle, ellerinde bulundurdukları sırları bu bölgede yaşayanlara da aktarmışlar ve onları, gerek bilim alanında gerekse din alanında eğitmişlerdi.”
“ Sembol gizleyerek açıklar, açıklayarak gizler. Bu sembolizmin ne olduğunu açıklayan en güzel sözlerden biridir.”
SIR
Başınıza gelen her şeyi, hayatımıza biz çekiyoruz veya oluşan olaylar, bizim düşüncelerimizdeki kurgulardan dolayı gerçekleşiyor. Tıpkı bir mıknatıs gibiyiz ve ne düşünürsek, onu kendimize çekiyoruz.
İlk kez bu konularla ilgilenmeye başladığımda, ne kadar ilginç gelmişti bana bunlar Oysa, bu öğretiler yeni değilmiş. Taaa Babillerden beri bilinen ve uygulanan bir bilgelikmiş. (Bknz.Paulo Goelho, Simyacı, Çekim yasası. Herkesin kişisel bir menkıbesi vardır. Birşeyi çok isterseniz, ama çok çok isterseniz, bütün evren, o dileğinizi gerçekleştirmek için işbirliği yapar.)
Buna göre, düşünmeyi öğrenmemiz gerekiyor. İstediğimiz şeyi zihnimizde netleştirmek. İşte bu noktadan sonra, evrenin en güçlü yasası işlemeye başlıyor; çekim yasası.
En çok neyi düşünürseniz, onu kendinize çekersiniz ve o hale gelirsiniz. Bu prensip üç basit kelimeyle açıklanabilir:
1. Düşünceler nesnelere dönüşür;.
2. Her düşüncenin bir frekansı vardır.
3. Düşünce, ölçülebilir.
Bir düşünceyi tekrar tekrar düşünürseniz ya da sürekli hayalini kurarsanız: (İstediğiniz yeni arabayı almak, ihtiyacınız olan parayı bulmak, veya ruh eşinizi bulmak); o düşünceyle ilgili olan frekansı uygun bir temele yerleştirirsiniz.
Düşünceler etrafa manyetik bir sinyal yayarlar ve bu sinyaller tekrar size dönerler. Sorun şu ki; çoğu insan istemediği şeyi düşünür! Ve başlarına olumsuzlukların niye tekrar tekrar geldiğini merak eder. Çekim yasası sizin birşeyi iyi ya da kötü algılamanızla veya olmasını isteyip istememenizle ilgilenmez!
Sadece düşüncelerinize cevap verir. Eğer kendinizi berbat hissediyorsanız, yolladığınız sinyal budur: "Kendimi berbat hissediyorum." Çekim yasası da, bu düşünceye cevap verir ve uygun şeyleri size getirir. İstemediğiniz bir şeye baktığınızda ve ona "Hayır!" diye bağırdığınızda onu uzaklaştırmaz, aksine onunla ilgili düşünceyi harekete geçirirsiniz ve bu defa çekim yasası o düşünceyle ilgili şeyleri önünüze getirmeye başlar. O anda frekansınız devreye girer. Söylenen sözler ikinci plandadır.
Oluşum her an devam ediyor. Her anın kendi düşüncesi ya da sürekli bir kuantsal düşünce şekli vardır. Çekim yasası: "Neyi düşünür ya da odaklanırsan onu alırsın" der. Ondan yakınıyor olman, yakındığını sana daha çok yaklaştırır. Çok pozitif bir bakışımız olabilir ve pozitif kişi, olay ya da durumları kendimize çekebiliriz. Ya da tam aksi; negatif yönelimli ve kızgın olabiliriz, bu durumda da olumsuz kişi ya da koşulları kendimize çekeriz.
En çok hasta olan, hastalıktan en çok bahsedendir. Bolluktan en çok bahseden, bolluk içindedir. Aslında algılanan her şeyi akıl şekillendirir. Anlamamanız, reddetmeniz anlamına gelmez.
İki şeyden uzak olmalısınız:
Zaman tamponu olan bir gerçeklikte yaşıyoruz ve bu gerçekten işimize yarıyor. Düşüncelerinizin anında gerçekleştiği bir çevrede yaşamak istemezdik, öyle değil mi? Düşüncelerinizin ortaya çıkışı biraz zaman alır ve bu iyi gerçekten iyi bir şeydir!
"Güç"leri olmadan koştular, çünkü "sır"rı çok az insan biliyordu.
Yasaları olan bir evrende yaşıyoruz; mesela yerçekimi yasası, eğer bir binadan düşerseniz, iyi insan veya kötü insan olmanız hiç fark etmez, yere düşersiniz.
Hayatınızdaki her şeyi -yakındıklarınız dahil- hayatınıza siz çektiniz! İlk bakışta bunu duymaktan nefret edeceğinizi biliyorum; diyeceksiniz ki: "Trafik kazasını ben çekmedim". "Bu durumu ben çekmedim" ya da yakındığınız herhangi bir şeyi çekmediğinizi iddia edeceksiniz. Bu noktada söylemeliyim ki; evet hepsini biz çekiyoruz. Bu anlaması en zor olan kavramdır. Ama bir kez kavranırsa, hayatınızı değiştirir.
Duygularınız, duygusal rehberlik sisteminiz ne düşündüğünüzü anlamanızı sağlar. Düşünceleriniz, duygularınızı oluşturur. Duygularımız, neyi kendimize çektiğimizi anlamamıza yardım ederler.
Bize göre iki duygu vardır: İyi hissettiren ve kötü hissettiren. Her durumu bu iki duyguyla değerlendiririz.
Olumsuz hisler; suçluluk veya öfke veya kırgınlık gibi bunların hepsi aynı iyi hissetmeme duygusunu yaşatırlar. Tüm bu hisler, bize o anda düşündüğümüzün istediğimiz türden bir şey olmadığını söylerler .
Bunlara "kötü frekans" ya da "kötü titreşim" vb. de denebilir. İyi hisler; sevgi, mutluluk, umut gibi bize düşüncemizin isteyeceğimiz türden şeyleri getireceğini söylerler.
Yani "Şu anda neyi kendime çekiyorum?" sorusunun cevabı hislerinizdir. Eğer iyi hissediyorsanız, devam edin doğru yoldasınız.]
Pozitif olma ve kuantum hakkında bazı çalışmalarım vardı. Ama üzerinde yoğunlaştığım bu konuyu sizlerle paylaşmadan edemedim.
Kaynak: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=44518
Kaynak: www.gizlimi.com
0Awesome Comments!