Sümer Tabletleri ve Kutsal Kitaplar



Sümer Tabletleri ve Kutsal Kitaplar
Nadir Elibol

I

Zecharia Sitchin'in 12. . GEZEGEN adıyla, 1977 yılında yayınladığı, dilimize 1998 yılında çevrilmiş, günümüzde popüler olmuş kitabını okuduğum sırada, iddialarında sürekli atıf yaptığı Sümer Tablet'lerinden dolayı, inanmakta güçlük çektiğim bazı tablet çevirileri oldu. Beni şaşırtan konular ve cümlelerle karşılaşınca, Sümer tabletleri hakkında araştırmaya başladım. İnancımı etkileyen öyle metinler vardı ki, kutsal kitaplarımızda ki anlatılanlar ile aynı veya benzerdi. Ürkerek, şaşırarak bu kez kutsal kitaplara döndüm. Sümerler ve kutsal kitapları çok az yorum yaparak, yalnızca benzerliklerini ve ilgilerini ortaya koyarak, sizlere aktarmaya ve sizlerle paylaşmaya karar verdim ve bugünkü sunumu hazırladım.

Rönesans ve Reformların yüzyıllarında( 15 ve 16 ) eski Yunan Uygarlığı'nın pek çok yapıtının Avrupa dillerine tercüme edilmesiyle, Avrupa medeniyeti, karanlıklar içinden kurtulurken; şükran nişanesi olarak ta; Yunan ve Latin Kültürü'nün üstünlüğünü yıllarca dile getirdi ve savundu.

Zaman geçtikçe Yunan Uygarlığı'nın bilgi kaynağının; Orta Doğu vasıtasıyla veya doğrudan Mısır Uygarlığı'ndan oluştuğunu ve geliştiğini fark ettiler. Bu kez gözleri Mısır ve Orta Doğu'ya çevrildi. Yıllarca Mısır hiyerogliflerinde metinler çözülmeye çalışıldı, gerçek bilgi kaynağı, gün ışığına çıkmıştı.
Ancak; Avrupalının düşüncesi yine bulanıktı, inanç kaynağı olan, Eski ve devamı Yeni Ahitlerde adı geçen ve bilinmeden ve doğrudan kabul edilen eski uygarlıklar ve şehirler bu kez merak uyandırmaya başladı. İlahiyatçılar ile bilim adamları, bulduklarıyla ya sustu, ya çığlık attı - ya şaşırdı, ya da sevindi, ama her şeyi iyice birbirine karıştırdı.

Tevrat Yaratılış 10. Bab/8-12'de

“Kuş'un Nemrut adında bir oğlu oldu, yiğitliğiyle yeryüzüne ün saldı. Rab'bin önünde yiğit bir avcıydı, “Rab'bin önünde Nemrut gibi yiğit avcı” sözü buradan gelir. İlkin Şinar topraklarında, Babil, Erek, Akat, Kalne kentlerinde krallık yaptı. Sonra Asur'a giderek Ninova, Rehovat-ir, Kalah kentlerini ve Ninova'yla önemli bir kent olan Kalah arasında Reseni kurdu. Büyük şehir budur. ”

Ne diyordu Tevrat, neresiydi buraları? Asur, Erek, Babil. Bu bölge hakkında İ. Ö. IV ile İ. S. IV yy. larda Herodotos ve Ksenofon, Sicilyalı Diodoros, Yaşlı Plinius ve Straban bir şeyler anlatıyordu. Bu kayıp ülkeler, şehirler nasıl bulunacaktı? Bir zamanlar uygar dünyanın merkezi olan bu yerler nerelerdeydi? Mezopotamya'nın yıkık taşlarının hüzünlü görkeminden bile yoksun harabelerle kaplı bu eski toprakları kim bulacak ve kim inceleyecekti? 1620'de Romalı Pietro Della Valle, 1644'lü yıllarda Fransız Jean-Baptiste Tauernier ve 1770'de Danimarkalı Carsten Niebuhr gibi meraklı gözüpek insanlar Persepolis'te geziyordu. Grek'lerin kıskançlık ve gıpta ile baktığı ve daha sonra yakıp yıktığı Persepolis, o günlerde bilinen ve ilk gidilecek yerdi.

I. Darius'un İ. Ö. 521-486 kendine yaptırdığı mezar ile oğlu I. Kerkes'in İ. Ö. 485-465 Hemedon'da yaptırdığı 3 sütunda, 20'şer satırdan oluşan yazıtı, 1840'da bulunduğunda tarihe ışık tutuyor, yeni bir şeylere başlangıç oluyordu. Araştırmacılara bir söylevin, Persepolis'de üç çeşit yazı ile her biri ayrı dillerde yazılmış olması şaşkınlık yaratıyordu. 

Bu eski Pers krallarının dilleri Zerdüşt dininin kutsal metinlerdeki dile benziyor gibiydi. Yazıda: İlk sütun, bu Eski Farsça denilen bir dil idi, çözülmüştü, I. Darius'un zaferlerinden söz ediliyordu. İkinci sütundaki dil tanınan hiçbir dil ile uzaktan yakından bağlantılı değildi, “Medler”e veya “İskitler”e ait denildi ise de, bu dilin Elam'ca olduğu ortaya atıldı. Üçüncü dili çözmek için Babil'de olmak gerekiyordu. Buna önce Asur dili denildi, ancak simetrik babil diliyle birlikte bunun da önceleri Akad dili olduğu anlaşıldı.

1850'lerde Asur-bilim doğdu. Tabletler, metaller derken İsa'dan önce 1100'lerde yaşamış kralların yüzlerce satırlık yazıları çözüldü.

1872'de Asur bilimci George Smith elindeki tabletlerde Tufan Hikayesini okuyunca Kutsal Kitap Tevrat'ın “dünyanın ilk ve en eski kitabı” olma ayrıcalığı sona erdi. İngiltere ve onu dinleyenlerle her şey altüst oldu.

Bütün Kutsal Kitaplar uzun bir zincirin sadece halkaları idi.

Bu dil ve yazı Mısır hiyerogliflerinde olduğu gibi, belirtilmek istenilen şeyleri temsil edecek resimlerle başlamış olmalıydı. Yoksa yeni bulunan bu dil onlardan önce de var olan ve İ. Ö. 5 inci yüzyıllara kadar gelebilmiş başka bir kültürel grubu veya halka mı ait idi? Mezopotamya'da Samiler'den, Babil'lerden, Asur'lardan önce birileri de olabilir miydi? Düşünce yazısının ve bunun sesçil uygulamalarının dayandığı bu dili daha önceden konuşanlar var mıydı ki, bu kitabede yer almıştı.

En uzun yürüyüş bir adımla başlar, artık çalışmalar heyecanlı hale gelmişti.

Mezopotamya'nın güneyine ve daha derinlerine kazıların inmesi gerekiyordu. Daha eski ve tamamen farklı bir üslupta olduğu açıkça görülen çok sayıda tablete ulaşıldı. 1905 yılında Francois Thureau-Dangin Sümerce ve Akadca'yı tamamen farklı olarak ortaya koydu, tamamen ayrı kökenden bir dilin varlığı, (Sümerce) kanıtlandı. Evet Persepolis'teki

üçüncü sütun Sümerce idi. İ. Ö. 500'lerde bile yaşayan bir dil idi ve binlerce yıl öncesine aitti.
Şimdi, Musul'dan aşağıda Horsabad, kazılara merkezdi. Güneyde Dicle ve Zap suyunun birleştiği yerde Nimrud Harebeleri vardı. Antik Ninova'nın yerleşim alanı burada sanıldı. Ama burası Tevrat'taki Ninova değildi. Botta tarafında koyuncuk tepesi bulundu, burada Asurbanipal'in sarayı ve kütüphanesi ortaya çıkarıldı.

Bu toprağın derinliklerinde daha eski, tamamen yabancı, bilinmeyen, herkese ve tüm uygarlıklara esin kaynağı olmuş ve kesinlikle kimse tarafından var olduğu düşünülmemiş bir kültür gün ışığına çıkıyordu.

1889-1900 yılları İngiliz, Alman, Fransız arkeologlardan sonra Amerikalılar bölgeyi farkettiler ve onlar da çalışmalara katıldılar. Nippur'un güneydoğusunda en eski, en büyük tapınağa rastladılar. Tanrıların ve insanların hükümdarı ENLİL'e ithaf edilen EKUR tapınağın duvarında;

“ENLİL için, bütün ülkelerin kralı, çok sevgili efendisi, tapınağını desteklemesi için Enlil'in Nippur'a çağırdığı Amarsuena, Ur'un hükümdarı, güçlü kralı, dünyanın dört bir yanının hükümdarı, bu gördüğünüz tapınağı inşa ettirdi, sungularından bal, yağ ve şarap hiçbir zaman eksik olmayacak ”

diye yazıyordu. Amerikalılar, bugün Irak savaşı sırasında Bağdat müzelerinde yaptıkları gibi, telaşla 23. 000 tableti hemen Philadelphia Üniversitesi müzesine taşıdılar. 

Babil'deki İştar Tapınağı, kutsal yol, yüksek duvarlar, tören alanları toprak altında idi. Babil ’in o ünlü, evrenin hükümdar tanrısı Marduk'a ithaf edilen Eşağil Tapınağı, yedi katlı kulesi, burada idi. Kutsal kitaptaki Babil kulesi bulunmuştu. Kutsal Kitaplar doğru yazıyordu; şehirler kuleler, tapınaklar, krallar hepsi burada idi ve 1902 müthiş bir yıl idi.

1963-1965 yıllarında Amerikalılar daha derinlere, daha aşağılara iniyor ve İ. Ö. 2700 yılının edebi eserlerine ulaşıyorlardı.

Almanlar da 1929-1930 Uruk şehrinde (bugünkü Warka) idiler. Onlar da Gökyüzü tapınağına (Eanna Tapınağına) ulaştılar. Gökyüzü tanrısı Anu ve ülkenin tümünde her zaman ünlü, zengin ve güçlü Anu'nun kölesi İnanna'ya bu tapınak yapılmıştı, tarih İ. Ö. 3200'lere ulaşıyordu.

İngilizler 1854'den başlayıp 1934'e kadar devam eden kazılarında yine Uruk yakınlarında (bugünkü Tel Mugaiyar) Ay tanrısına Sümerce Nonna ve Akadca'da Sin'e ithaf edilmiş, Ekişnugal Büyük Işık Tapınağı'nı buldular. II Nabukadnezar dönemine kadar inecek yazıt ve tabletlere ulaştılar.
Iraklı arkeologlar da 1946-1949 arasında Eridu'da tanrı Enki/Ea'ya ithaf edilen tapınağı buldular. Tarih İ. Ö. 4000 olmuştu, ayrıca bölgenin onyedi kültür katmanından oluştuğunu ortaya çıkardılar. Asırlar, asırlar geriye gittiler.

Kazılar sürüyor, tarih İ. Ö. 6000'lere iniyordu. Halâ bugün Nippur ve Sippar arasında bir yerlerde, daha eski tarihler bu toprakların altında yatıyor.

Amerikalıların; Bağdat'ın 50 km doğusundaki Diyale Vadisi'ndeki, Esunna (bugünkü telasmar) Tutub bugün haface) Neribtum (bugünkü İsali)deki yarım kalan kazılarında, buldukları gözlüklü, maskeli astronot kılıklı tanrı heykelleri gibi, bu tapınaklarda çıkarılmayı bekleyen pek çok belgeler ve daha eski tarihler yine bu toprakların altında yatıyordu.

Yoksa Amerikalılar, bu kazılarında, Tapınak Şövalyelerinin (Knights Templar) Süleyman Mabedi'nde Kabala'daki kutsalları araması gibi, İncil ve Tevrat'dakileri doğrulamak için, kendilerinden önceki kutsal kitapları arıyor olmasınlar? Babil'in Yedi Işıklar Tapınağı için Nabukadnezar'ın söylediği sözler sakın Amerikalıları çok etkilemiş olmasın?

“Bu yapıyı, Yedi Işıklar Tapınağı'nı, ki Borsippa'nın en eski günlerine kadar uzanır, antik dönemde bir kral inşa ettirdi (. . . ), fakat bunun çatısını yükseltmedi. İnsanlar, Tufan'dan sonra kargaşa içinde bağrışarak, burayı terk etmişti. deprem ve yıldırım ham tuğlanın çökmesine neden olmuş, kaplamalardaki pişmiş tuğlanın çatlamasına yol açmıştı ve yığmalardaki ham tuğlalar, çökerek tepeleri oluşturmuştu. Büyük Tanrı Marduk, bunu yeniden inşa ettirmek için yüreğimi buna adamamı istedi; yerini değiştirmedim, temellerini de değiştirmedim. Kurtuluş ayında, mutlu günde, kemerler aracılığıyla yığmaların ham tuğlasını ve kaplamaların pişmiş tuğlasını deldim. Daire biçimindeki rampaları ekledim; ismimin ihtişamını kemerlerin frizlerine yazdırdım. ”

“Kuleyi inşa etme ve çatısını yükseltme işine giriştim; eskiden olduğu gibi olmalıydı, böylece her şeyini yeniden gözden geçirdim ve yeniden inşa ettim; tıpkı eski zamanlarda olduğu gibi olması için, tepesini yükselttim. ”


Burası Marduk tapınak alanıydı. Babil Kulesi burada yükselmişti. Ne Tevrat'taki (2. krallar Bab 25,Ezra Bab 3, Hezekiel Bab 40-41-42, Daniel Bab 1) gibi göklere erişmişti, ne de tufandan önce veya sonraydı, ama bir gerçek vardı ki; Kule İ. Ö. 1700'lerde Hitit Kralı I. Murşil tarafından yıkılmıştı. Yahudiler Babil'e geldiklerinde kule yıkık durumda idi. Babil Kralı Nabokadnezzar (İ. Ö. 604-562) onun için böyle demişti. 

Nabukadnezar sanki duvarları yükselen, çatısı olmayan Tevrat'taki gibi (1. krallar Bab 5-6-7, 1. Tarihler Bab 28-29, 2. tarihler Bab 2-3-4-5) Süleyman Mabedini tarif ediyordu! Yahudiler Babil'den dönünce, aynısını yapmaya, yıkılmış Süleyman Mabedini, Marduk Tapınağına benzeterek tekrar ve eskisinden daha güzel yapmaya çalışacaklardı.

Amerikalılar çılgına dönmüşlerdi. Tevrat'ta anlatılanlar tepeler, şehirler birer birer önlerine çıkıyordu. Bir anlamda, hem kutsal kitapta anlatılanlar doğrulanıyor, hem de ilk kutsal kitap olan Tevrat, kendinden öncekilerinin benzeri durumuna düşüyordu. Grek ve Roma'nın edebi şaheserlerinin esin kaynağı, Akkad, Hurri, Hitit, Kadim yakındoğu, Babil ve Asur iken; artık onların da Sümer orijinallerinin çevirileri veya versiyonları olduğu anlaşılıyordu. Gök cisimleri ve fenomenleri, yıldız listeleri, gezegen hareketlerinin hesaplanması, Asurbanipal'ın Ninova'daki kütüphanesinden çıkan 25. 000 adet Sümer tabletinde anlatılıyordu.

Bunlar, 1900'lerde çıkarılanlar Philadelphia Üniversitesi'ne götürülmemiş miydi? Eksik ve aranan parçalar Bağdat'ta müzede değil miydi? Bağdat'ı işgal etmek için Saddam, Petrol, Kuveyt, Kürtler pek çok sebep ileri sürülmüştü ama, kimse Bağdat müzesini talan ediyor gözükenlerin CIA görevlileri olduğunu düşünmüyordu! Kimse ABD'nin göksel ziyaretler veya araştırmalar için en uygun ve bilinen yerin geçmişte olduğu gibi buralar olduğunu anlamıyordu. Müzeden talan edilen ve çalınanların hiçbirinin satıldığını duydunuz mu?

II

Ve şimdi Profesör Samuel Nauh Kramer'in ünlü eseri “Tarih Sümer'de Başlar”ı dilimize kazandıran büyük sümerolog Muazzez İlmiye Çığ Hanımefendi'nin düşüncelerinden ve çevirdiği tabletlerinden bazı özetler sunmaya çalışalım.

Önce Sümerlerin insanlığın ilk yaradılışı ve evren hakkında bilgilerine göz atalım;

Kimin bu evreni yarattığı, nasıl geliştiği araştırılmaksızın “en eski bir ulu deniz ” “Kaos” olduğunu, ondan öncesine bakmadan “ilk neden” ve “hareket eden güç” olarak başlangıcı düşündüklerini, evrenin sonsuzluğunu, bugünkü sayısı ile güneş sistemimizi gözlediklerini, gezegenlerin ilişkilerini, hareketlerini, uzaklıklarını net ve doğru olarak bildiklerini görüyoruz.

Onlar; herhangi bir kanıtlamaya dayanmadan insan gibi, fakat insan üstü ve ölümsüz, bununla beraber ölümlülerin gözüne görünmeyen, çok iyi düzenlenmiş planlara ve evvelce yazılmış kanunlara göre evreni yöneten ve kontrol eden bir gurup Gök‘ten gelmiş canlı yaratıklardan oluşan bir tanrılar âleminin varlığını kabul etmişlerdi. Bu insanlaşmış fakat insanüstü varlıklara, evrenin belirli bir bölümü önceden konulmuş kaide ve kurallara göre idare edilmek üzere bırakılmıştı. Bu yaratıkların her biri ayrı ayrı gök, yer, hava, su, rüzgar, dağlar, tarlalar şehirlerden sorumlu idi ve oraları kontrol ediyordu. Hepsinin başında da onları yöneten tek bir görünmez tanrı vardı, onlara göre.

Böyle düşünüyorlardı, böyle yazıyorlardı. Muhakkak insan gibi olan bu varlıkları bazılarını kendi gözleriyle görmüş olmalılardı ki; bunları tabletlere çizip, yazıyorlardı.

Bu yaratıkların gözetlediğine, nezaret ettiğine, denetlediğine, önderlik ettiklerine inanıyorlardı. Bu insanın yaşam süresine göre ölümsüz gözüken (daha uzun yaşayan) bu yaratıkların en önemlileri yani “kaderleri tayin eden”ler, onlara göre YARATICI YEDİ TANRI idi, diğerleri 50 büyük tanrı ise yaratıcı olmayan idiler.

Yaratıcı olanların içinde de; gök, yer, deniz ve hava tanrısı olarak kabul edilen bir dörtlü grup vardı ki; bunlar günümüze kadar gelen Haç işaretinin kaynağını oluşturan dörtlü idi. Eberhard Schrader tarafından 1872 yılında yayınlanan “Eski Eserler ve Eski Ahit” adlı büyük çalışma buna dikkatimizi çekiyor ve bize “Babel und Bibel” yani “Babil ve İncil” çağrışımı yaptırıyordu.[1]

Kaynaklar

[1] www.3sutun.com/say2/sumersayfa1.html