Mezopotamya Uygarlığı
Görülen hiçbir değişiklik, Sümer ülkesinde İ.Ö. 3500-2500 arasında oluşan temel olaylar gibi sonraki yüzyıllarda yinelenecek türden değildi. Sulama yapılan ovaların zenginliklerini yağmalamaya göz dikmiş barbarlara karşı sınırları koruma sorunu, daha uzun süre çözülemedi. Bundan daha az çetin ve daha az karmaşık olmayan kentler arasında barışı koruma sorunu, ancak yabancılara, genellikle de sevilmeyen barbar ya da yarı barbar bir fatihe birlikte boyun eğilmesiyle çözüldü.
Bitmez tükenmez siyasal ve askeri kargaşalar arasında, iki önemli değişikliğe değinmek gerek. Birincisi, İ.Ö. 2000'den az sonra, Sümer dilinin günlük dil olmaktan çıkışıdır. Yerini, içlerinde ilk olarak Akadça'nın yazı dili olmayı başardığı çeşitli Sami dillen aldı. Sümercenin günlük dil olmaktan çıkışı, yavaş yavaş gerçekleşmiş görünüyor. Çöl kıyılarından içeriye doğru göç eden Sami dili konuşan insanlar, öylesine büyük sayılarda Mezopotamya'ya sızmış olmalılar ki, Sümer dilini, yavaş yavaş okullarda öğrenilecek ve dinsel şenliklerde okunacak bir din dili derecesine indirebilsinler.
Tanrılara kendi dilleriyle seslenme gereği, Sümercenin daha yüzyıllarca unutulmamasına yol açtı. Bugün bizim Latinceyi öğrenmek zorunda oluşumuz gibi, rahiplerin Sümerceyi öğrenmek zorunda oluşları, onların iki dilden sözcüklerin karşılıklı sıralandığı sözcük listelerini ve okullarda kullanılacak öteki bazı kolaylık yöntemlerini geliştirmelerini gerektirdi. Bunlar ileride, günümüz bilim adamlarının, eski Persçe (Farsça) ve Akadça olarak her iki dilin yan yana yazıldığı metinleri kolaylıkla okuyabilir duruma geldikten sonra Sümerceyi çözüp okuyabilmelerine olanak verecekti.
İkincisi, sık sık gerilemek zorunda kalmalarına karşın, geniş topraklar üzerindeki siyasal imparatorlukların yavaş yavaş birlik ve kararlılık kazanmasıdır. Daha sonraki siyasal sistemler için büyük önem taşıyan üç yöntemin, bürokrasinin, hukuğun ve pazar fiyatları düzeninin geliştirilmesi buna olanak verdi. Bürokrasi ilkesi bugün öylesine alışılmış bir veri olarak görülmektedir ki, bir bireyin kamu ya da iş yaşamında üstlendiği rolün, onun doldurduğu memurluğa ya da elinde tuttuğu atamayla saptanan göreve bağlı olmadığı bir toplumu kafamızda canlandırmakta güçlük çekeriz. Elinde kendisini kral adına yerel yönetici atayan belgeyle gelen bir yabancıya öteki yabancılara gösterilenden farklı bir davranış gösterme zorunluluğu vardı.
Yargıçların, subayların, vergi toplayıcılarının ve daha birçok öteki memurun da oynayacakları özel rolleri söz konusuydu ve bu kişiler, görevlerinin kendilerine verdiği yetkiyle davrandıkları yolundaki savlarını kabul ettirerek, karşılarındaki asıl yabancıları kendileriyle işbirliğinde bulunmaya ikna etmek zorundaydılar. Fakat bu düşünce, bir kez benimsendikten sonra, bir kralın, uzak ülkeleri subaylarıyla ve memurlarıyla yönetmesine olanak verdi. Nil'in Mısır ülkesine sağladığı türden özel bağlantıların bulunmadığı yerlerde bile, birbirlerinden uzak bölgeler arasında etkin bir işbirliği olanağı doğdu.
Kralın yönetimi altındaki herhangi bir yerde tekil durumlara uygulanabilen hukuğun da benzeri etkileri oldu. Bürokrasi ilkesi gibi hukuk da insan ilişkilerinin önceden yaklaşık olarak bilinebilirlik derecesini artırdı. Birbirini tanımayan kişiler, ilişkilerinin sonucu hakkında az çok güven sahibi olarak birbirleriyle ilişkiye girebildiler. Ve eğer bir kişi yükümlülüklerini yerine getirmezse ondan kralın yasaları ve yargıçları önünde hesap sorma olanağı vardı. İlk yasa derlemelerinin en ünlüsü Babil kralı Hammurabi (İ.Ö. 1700 dolaylan) tarafından çıkarıldı; ancak o tarihlerden zamanımıza kalan hukuk davalarının kayıtlarına bakılırsa, bu yasalar derlemesindeki hükümlerin gerçekten uygulanan yasalar oldukları söylenemez; uygulanan yasalar olup olmadıkları belli değil.
Pazar fiyatları ve mahkemelerde uyulmaya zorlanabilecek olan alışveriş kuralları da birbirlerini tanımayan kimseler arasında etkin bir işbirliği olanağı sağladı. Eski Mezopotamya'da önceleri fiyatlar arpaya göre hesaplandı. Daha sonra gümüş çubuklar da büyük alım satımlarda aynı amaca hizmet etti; fakat sıradan halk seyrek olarak herhangi bir alışveriş işlemine katıldı. Katıldığı zaman değiş tokuş yöntemini sürdürdü ve hiçbir zaman ortak bir standart değer ölçütü kullanmak zorunda kalmadı.
Nüfusun çoğunluğu her zaman, tarlalarda çalışan, vergi ve kira toplayıcıları geride yetecek kadar yiyecek bıraktıkları zaman kendilerini talihli sayan yoksul köylüler olarak kaldı. Onların kralın memurlarıyla, yasalarıyla ya da bölgeler arası pazarlarla, ya pek az ilişkileri vardı ya da hiçbir ilişkileri yoktu. Fakat bürokrasinin, hukuğun ve pazar fiyatları düzeninin yavaş yavaş gelişmesi, tarım ürünlerinde ve öteki mallarda sağlanan toplumsal artıyı doğru ya da eğri yollarla ellerinde toplamış olan zenginler arasında, birbirlerine yüzlerce kilometre uzaklıktaki bölgelerde yıllar hatta onyıllar boyunca sürecek çapta işbirliği yapılması olanaklarını yarattı.
Gene de, eski Mezopotamya'daki siyasal imparatorluklar, hiçbir zaman uzun süre güven içinde olmadı. Yerel bağlılıklar çok güçlüydü; iletişim ağır ve pahalıydı ve yalnızca memurlarına yazdığı mektuplardan çoğu zamanımıza kadar kalabilmiş olan Hammurabi gibi çok enerjik bir yönetici etkin bir denetimi tüm Mezopotamya üzerine yayabildi. Siyasal erk merkezleri ırmağın yukarılarına doğru kayma eğilimi gösterdi. Bunun nedenlerinden biri, buharlaşmanın bir sonucu olarak toprağın tuzlaşmasının, Mezopotamya'nın en güneyindeki en eski tarlaların verimliliğini azaltıp sonunda büsbütün yok edişidir.
Ayrıca, herhangi bir askeri çatışmada ırmağın yukarısında bulunan kent, kanalları kapatıp aşağıdaki kentlerin su kaynaklarını kesebileceği için her zaman üstünlüğe sahipti. Bunların bir sonucu olarak Akad, Sargon zamanında (İ.Ö. 2350 dolaylarında) Sümer'e egemen olmaya başladı ve ondan daha kuzeyde olan Babil, Hammurabi zamanında Mezopotamya'nın başkenti oldu.
Gene Hammurabi zamanında, Babil rahipleri, Babil topraklarının tanrısal sahipleri ve Babil'in koruyucusu Marduk'un adını ve gücünü yüceltmek için Sümer ve Akad bilgilerini inceleme ve öğrenme yürekliliğini gösterdiler.
Böylece, örneğin, "Yaratılış Destanı" denen, dünyanın nasıl yaratıldığını anlatan, daha sonra Kitabı Mukaddes'in "Tekvin" bölümünde yankılanan destan, Marduk'u tanrıların başkanı yapar. Bu, destanın Sümerce olan ilk aslında tanrılar arasında başrolü oynayan Nippur'un fırtına tanrısı Enlil'in yerine onun adı konularak sağlandı. Hammurabi çağının yazıcıları ve matematikçileri başka bakımlardan da kendilerinin olağanüstü girişken kimseler olduklarını kanıtladılar. Örneğin karmaşık aritmetik hesapları ilk kez bu çağın tabletleri üzerinde görülür ve bunu izleyen bin yılı aşkın bir süre içinde matematik alanında önemli herhangi bir yenilik görülmez.
Zenginlik ve kudret merkezinin Sümer'den Akad'a, Akad'dan Babil'e kayışı ve kuzeye doğru göçü izleyen bu dil değişiklikleri, Mezopotamya uygarlığının temeldeki sürekliliğini bozmadı. Dünyayı ve insanların tanrılarla ilişkilerini açıklamak için, önce Sümer rahiplerince ortaya konan düşünceler zamana karşı durabildi. Taşkın alanı olan ovalarda yaşayabilmek için geliştirilen eski teknolojik uyum yöntemlerinde de aynı başarı gösterildi. Mezopotamya uygarlığının bu iki yönünde görülen değişiklikler oldukça önemsizdi. Yenilikler ve ağır bir gelişme hareketi, bu alanlarda değil, gördüğümüz gibi imparatorluk yönetim sanatlarının yavaş yavaş incelikli bir düzeye yükseltildiği siyasal ve askeri konularda odaklaşma eğilimi gösterdi.
Görülen hiçbir değişiklik, Sümer ülkesinde İ.Ö. 3500-2500 arasında oluşan temel olaylar gibi sonraki yüzyıllarda yinelenecek türden değildi. Sulama yapılan ovaların zenginliklerini yağmalamaya göz dikmiş barbarlara karşı sınırları koruma sorunu, daha uzun süre çözülemedi. Bundan daha az çetin ve daha az karmaşık olmayan kentler arasında barışı koruma sorunu, ancak yabancılara, genellikle de sevilmeyen barbar ya da yarı barbar bir fatihe birlikte boyun eğilmesiyle çözüldü.
Bitmez tükenmez siyasal ve askeri kargaşalar arasında, iki önemli değişikliğe değinmek gerek. Birincisi, İ.Ö. 2000'den az sonra, Sümer dilinin günlük dil olmaktan çıkışıdır. Yerini, içlerinde ilk olarak Akadça'nın yazı dili olmayı başardığı çeşitli Sami dillen aldı. Sümercenin günlük dil olmaktan çıkışı, yavaş yavaş gerçekleşmiş görünüyor. Çöl kıyılarından içeriye doğru göç eden Sami dili konuşan insanlar, öylesine büyük sayılarda Mezopotamya'ya sızmış olmalılar ki, Sümer dilini, yavaş yavaş okullarda öğrenilecek ve dinsel şenliklerde okunacak bir din dili derecesine indirebilsinler.
Tanrılara kendi dilleriyle seslenme gereği, Sümercenin daha yüzyıllarca unutulmamasına yol açtı. Bugün bizim Latinceyi öğrenmek zorunda oluşumuz gibi, rahiplerin Sümerceyi öğrenmek zorunda oluşları, onların iki dilden sözcüklerin karşılıklı sıralandığı sözcük listelerini ve okullarda kullanılacak öteki bazı kolaylık yöntemlerini geliştirmelerini gerektirdi. Bunlar ileride, günümüz bilim adamlarının, eski Persçe (Farsça) ve Akadça olarak her iki dilin yan yana yazıldığı metinleri kolaylıkla okuyabilir duruma geldikten sonra Sümerceyi çözüp okuyabilmelerine olanak verecekti.
İkincisi, sık sık gerilemek zorunda kalmalarına karşın, geniş topraklar üzerindeki siyasal imparatorlukların yavaş yavaş birlik ve kararlılık kazanmasıdır. Daha sonraki siyasal sistemler için büyük önem taşıyan üç yöntemin, bürokrasinin, hukuğun ve pazar fiyatları düzeninin geliştirilmesi buna olanak verdi. Bürokrasi ilkesi bugün öylesine alışılmış bir veri olarak görülmektedir ki, bir bireyin kamu ya da iş yaşamında üstlendiği rolün, onun doldurduğu memurluğa ya da elinde tuttuğu atamayla saptanan göreve bağlı olmadığı bir toplumu kafamızda canlandırmakta güçlük çekeriz. Elinde kendisini kral adına yerel yönetici atayan belgeyle gelen bir yabancıya öteki yabancılara gösterilenden farklı bir davranış gösterme zorunluluğu vardı.
Yargıçların, subayların, vergi toplayıcılarının ve daha birçok öteki memurun da oynayacakları özel rolleri söz konusuydu ve bu kişiler, görevlerinin kendilerine verdiği yetkiyle davrandıkları yolundaki savlarını kabul ettirerek, karşılarındaki asıl yabancıları kendileriyle işbirliğinde bulunmaya ikna etmek zorundaydılar. Fakat bu düşünce, bir kez benimsendikten sonra, bir kralın, uzak ülkeleri subaylarıyla ve memurlarıyla yönetmesine olanak verdi. Nil'in Mısır ülkesine sağladığı türden özel bağlantıların bulunmadığı yerlerde bile, birbirlerinden uzak bölgeler arasında etkin bir işbirliği olanağı doğdu.
Kralın yönetimi altındaki herhangi bir yerde tekil durumlara uygulanabilen hukuğun da benzeri etkileri oldu. Bürokrasi ilkesi gibi hukuk da insan ilişkilerinin önceden yaklaşık olarak bilinebilirlik derecesini artırdı. Birbirini tanımayan kişiler, ilişkilerinin sonucu hakkında az çok güven sahibi olarak birbirleriyle ilişkiye girebildiler. Ve eğer bir kişi yükümlülüklerini yerine getirmezse ondan kralın yasaları ve yargıçları önünde hesap sorma olanağı vardı. İlk yasa derlemelerinin en ünlüsü Babil kralı Hammurabi (İ.Ö. 1700 dolaylan) tarafından çıkarıldı; ancak o tarihlerden zamanımıza kalan hukuk davalarının kayıtlarına bakılırsa, bu yasalar derlemesindeki hükümlerin gerçekten uygulanan yasalar oldukları söylenemez; uygulanan yasalar olup olmadıkları belli değil.
Pazar fiyatları ve mahkemelerde uyulmaya zorlanabilecek olan alışveriş kuralları da birbirlerini tanımayan kimseler arasında etkin bir işbirliği olanağı sağladı. Eski Mezopotamya'da önceleri fiyatlar arpaya göre hesaplandı. Daha sonra gümüş çubuklar da büyük alım satımlarda aynı amaca hizmet etti; fakat sıradan halk seyrek olarak herhangi bir alışveriş işlemine katıldı. Katıldığı zaman değiş tokuş yöntemini sürdürdü ve hiçbir zaman ortak bir standart değer ölçütü kullanmak zorunda kalmadı.
Nüfusun çoğunluğu her zaman, tarlalarda çalışan, vergi ve kira toplayıcıları geride yetecek kadar yiyecek bıraktıkları zaman kendilerini talihli sayan yoksul köylüler olarak kaldı. Onların kralın memurlarıyla, yasalarıyla ya da bölgeler arası pazarlarla, ya pek az ilişkileri vardı ya da hiçbir ilişkileri yoktu. Fakat bürokrasinin, hukuğun ve pazar fiyatları düzeninin yavaş yavaş gelişmesi, tarım ürünlerinde ve öteki mallarda sağlanan toplumsal artıyı doğru ya da eğri yollarla ellerinde toplamış olan zenginler arasında, birbirlerine yüzlerce kilometre uzaklıktaki bölgelerde yıllar hatta onyıllar boyunca sürecek çapta işbirliği yapılması olanaklarını yarattı.
Gene de, eski Mezopotamya'daki siyasal imparatorluklar, hiçbir zaman uzun süre güven içinde olmadı. Yerel bağlılıklar çok güçlüydü; iletişim ağır ve pahalıydı ve yalnızca memurlarına yazdığı mektuplardan çoğu zamanımıza kadar kalabilmiş olan Hammurabi gibi çok enerjik bir yönetici etkin bir denetimi tüm Mezopotamya üzerine yayabildi. Siyasal erk merkezleri ırmağın yukarılarına doğru kayma eğilimi gösterdi. Bunun nedenlerinden biri, buharlaşmanın bir sonucu olarak toprağın tuzlaşmasının, Mezopotamya'nın en güneyindeki en eski tarlaların verimliliğini azaltıp sonunda büsbütün yok edişidir.
Ayrıca, herhangi bir askeri çatışmada ırmağın yukarısında bulunan kent, kanalları kapatıp aşağıdaki kentlerin su kaynaklarını kesebileceği için her zaman üstünlüğe sahipti. Bunların bir sonucu olarak Akad, Sargon zamanında (İ.Ö. 2350 dolaylarında) Sümer'e egemen olmaya başladı ve ondan daha kuzeyde olan Babil, Hammurabi zamanında Mezopotamya'nın başkenti oldu.
Gene Hammurabi zamanında, Babil rahipleri, Babil topraklarının tanrısal sahipleri ve Babil'in koruyucusu Marduk'un adını ve gücünü yüceltmek için Sümer ve Akad bilgilerini inceleme ve öğrenme yürekliliğini gösterdiler.
Böylece, örneğin, "Yaratılış Destanı" denen, dünyanın nasıl yaratıldığını anlatan, daha sonra Kitabı Mukaddes'in "Tekvin" bölümünde yankılanan destan, Marduk'u tanrıların başkanı yapar. Bu, destanın Sümerce olan ilk aslında tanrılar arasında başrolü oynayan Nippur'un fırtına tanrısı Enlil'in yerine onun adı konularak sağlandı. Hammurabi çağının yazıcıları ve matematikçileri başka bakımlardan da kendilerinin olağanüstü girişken kimseler olduklarını kanıtladılar. Örneğin karmaşık aritmetik hesapları ilk kez bu çağın tabletleri üzerinde görülür ve bunu izleyen bin yılı aşkın bir süre içinde matematik alanında önemli herhangi bir yenilik görülmez.
Zenginlik ve kudret merkezinin Sümer'den Akad'a, Akad'dan Babil'e kayışı ve kuzeye doğru göçü izleyen bu dil değişiklikleri, Mezopotamya uygarlığının temeldeki sürekliliğini bozmadı. Dünyayı ve insanların tanrılarla ilişkilerini açıklamak için, önce Sümer rahiplerince ortaya konan düşünceler zamana karşı durabildi. Taşkın alanı olan ovalarda yaşayabilmek için geliştirilen eski teknolojik uyum yöntemlerinde de aynı başarı gösterildi. Mezopotamya uygarlığının bu iki yönünde görülen değişiklikler oldukça önemsizdi. Yenilikler ve ağır bir gelişme hareketi, bu alanlarda değil, gördüğümüz gibi imparatorluk yönetim sanatlarının yavaş yavaş incelikli bir düzeye yükseltildiği siyasal ve askeri konularda odaklaşma eğilimi gösterdi.
0Awesome Comments!